Beşiktaş sıradan bir kulüp değildir. Beşiktaş bir semt kulübüdür. O kulübü var eden ve bugünlere getiren Beşiktaş semtinin ruhudur. Kulübün gerçekte ne olduğunu ve ne olması gerektiğini görmek istiyorsanız semte bakın. Yalnızca Yedisekiz Hasanpaşa’dan aldığınız küçük kesekağıdında kurabiyeyle sahilde Boğaz’a bakarak çay içmenizin gerçekleştirmeye yettiği bir hayattır o. Beşiktaş semti lüksü sevmez, ayrıcalık kaldırmaz. Sizi […]
Beşiktaş sıradan bir kulüp değildir. Beşiktaş bir semt kulübüdür. O kulübü var eden ve bugünlere getiren Beşiktaş semtinin ruhudur. Kulübün gerçekte ne olduğunu ve ne olması gerektiğini görmek istiyorsanız semte bakın. Yalnızca Yedisekiz Hasanpaşa’dan aldığınız küçük kesekağıdında kurabiyeyle sahilde Boğaz’a bakarak çay içmenizin gerçekleştirmeye yettiği bir hayattır o. Beşiktaş semti lüksü sevmez, ayrıcalık kaldırmaz. Sizi mütevazı olmaya zorlar, talepkardır o anlamda, ancak dışlayıcı değildir. İçinde barınmak isteyen herkese, Beşiktaş semtinde illâ ki yer vardır. Beşiktaş kulübü yıllarca bu kültürle yoğruldu, bu sayede ayakta kaldı. Bu nedenle kulübü dönüştürmek için semti dönüştürmek gerekti. Bu nedenledir ki, Beşiktaş bir semt meselesidir. Semtin derdi, tasası anlaşılmadan, onunla ortak olunmadan anlaşılamaz, çözülemez.
Beşiktaş semti yaklaşık üç aydır polis işgali altında. Kafeler, çay bahçeleri çevik kuvvetin dinlenme tesislerine dönüşmüş vaziyette. İki vapur iskelesinin arasındaki park ise artık bir karargah. TOMA’ların park edildiği Barbaros’u hiç saymıyorum. Beşiktaş halkı aylardır bir 12 Eylül canlandırması yaşıyor. Bu Gezi sürecinde şahikasına eren, ama asla orada başlamış olmayan bir şey. İçinde kulübün de, semtin de fazlasıyla olduğu bir hikaye.
Beşiktaş, İstanbul’un en değerli köşelerinden biri. Kentin kalbi değilse bile omurilik soğanı. Kadıköy’ü, Üsküdar’ı, Eminönü’nü, Beyoğlu’nu, Mecidiyeköy’ü birbirine bağlıyor. Bu da Beşiktaş’ı kentsel dönüşümün doğal hedefi yapıyor. Beşiktaş, yapısı ve konumu itibarıyla iş merkezi olmaya değil ama büyük sermayenin konaklama alanı olmaya çok elverişli. Oteller, rezidanslar, yüksek sınıfa hitap eden yeme-içme yerleri için biçilmiş kaftan. Bir nevi burjuvazi dinlenme tesisleri rolü biçiliyor diyelim. Dolayısıyla Türkiye’nin devlet-sermaye işbirliğiyle neo-liberal bir yola sokulduğu 1980’lerden beri hep dönüştürülmek istendi.
Beşiktaş kulübü, bu semtin ürettiği en büyük değer. Beşiktaş’ı yıllarca en iyi temsil eden şey. Ve semtin ortak paydası, hatta kutsalı. Semtle ilgili herhangi planı kulübü dahil etmeden uygulamanız imkansız. Ve bütün bu stratejik önemine rağmen, kulüp Beşiktaş’ın zayıf karnı, en ele geçirilebilir mevzisi. Büyük sermayenin semte ilk adım attığı yer. Buna rağmen semtin ruhu, senelerce kulübü direnişte tutmayı başardı. Galatasaray ve özellikle Fenerbahçe’de daha etkili olan 1970’lerin ve 1980’lerin paralı başkan devirleri Beşiktaş’ta çok daha hafif atlatıldı. Galatasaray’da Özal’ın prensleri, Fenerbahçe’de Ali Şen varken; siyah-beyazlı kulüp özkaynak düzeniyle ayakta duruyordu. Ancak daha Seba döneminden itibaren bu direniş kırılmaya başlamıştı. BJK Plaza inşaatı ve devletin bu inşaattaki dahli, yönetime giren Turgay Ciner, Ahmet Hamoğlu, İhsan Kalkavan gibi iş adamları post-12 Eylül konjonktür itibarıyla örgütlü bir halk hareketine dönüşemeyecek bu direnişin kırılabileceğine işaret ediyordu. Nitekim, Serdar Bilgili’nin başkan seçilmesiyle beraber bir dönem tamamen kapandı. Beşiktaş devlet destekli neo-liberal futbol ortamına teslim oldu. Bu, tribünlere de yansıdı. Bu dönemde Beşiktaş tribününün serbest piyasaya verdiği pozitif reaksiyon, Romanya’daki ya da Bulgaristan’daki halkın verdiği tepkiye benziyordu. Zamanında gelmeyen reform, karşı devrimi tetiklemişti. Bunun zararlarının ilerleyen yıllarda yaşanacağı kesindi. Yıldırım Demirören’le beraber yaşandı da. Beşiktaş’ta kendine yer bulan kazanma odaklı felsefe, kulübün etik ve ekonomik iflasına yol açtı. Diğer taraftan kulüpte kendine yer edinen iş adamları bir yandan kentsel dönüşüm projelerini de güle oynaya gerçekleştiriyordu. Bazen Serdar Bilgili Akaretler projesi gibi destek alarak, bazen de Fulya projesi gibi doğrudan kulübü kullanarak.
KULÜBÜN BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
Şu anda Beşiktaş kulübü Bilgili ve Demirören’le aynı felsefeye, aynı sınıfa, aynı algıya sahip bir yönetimin elinde. Ancak bu yönetim güçlü bir yönetim değil, denge siyasetiyle ayakta kalmaya çalışan bir yönetim. Fikret Orman yönetimiyle ilgili her şey dönüp dolaşıp stadyum inşaatına geliyor. Stadyum projesi, bir inşaatçı olan Orman’ın kendi iş hayatının gidişatını da belirleyecek. Zira bu onun en büyük projesi. Dolayısıyla hem kulüpteki, hem iş hayatındaki geleceği için stadyumu yapmak zorunda, ve bunun için veremeyeceği taviz yok. İktidarın Beşiktaş semtini ve halkını açıkça hedef aldığı bir dönemde hem yönetim, hem taraftar böyle bir yerden hükümete bağlı. Bu tabii ki işleri çok karmaşıklaştırıyor.
Beşiktaşlıların şu dönemde unutmamaları gereken tek bir şey var. Beşiktaş semti doğası gereği demokrattır, çünkü Beşiktaş’ı yaratan “demos”u, yani halkıdır. Dolayısıyla demokratik karar süreçlerinin yaşanmadığı, halkın iktidara ortak olmadığı hiçbir şey Beşiktaş’a ait olamaz. Beşiktaş kulübü yönetimi de Beşiktaş halkının çıkarına göre karar aldığı sürece bu işin bir parçasıdır. BJK başkanı, Beşiktaşlının iradesinin yöneticisi değil, hizmetkarıdır. Kendi kişisel ve sınıfsal çıkarları bundan büyük değildir. Fikret Orman yönetiminin stadyum projesinde ısrarla kaçındığı şeffaflık ve taraftarı hedef gösterilirken aldığı çekimser tavır kabul edilir gibi değil. Beşiktaşlılar kendilerini nelerin beklediğini ve bunlar olurken yönetimin nerede duracağını bilmeyi hak ediyorlar. Galatasaray maçındaki güvenlik zaaflarının etkin bir şekilde soruşturulmasını, taraftarlara karşı başlatılan soruşturmanın “cadı avı”na dönüştürülmemesini de tabii…
Kulüp taraftarının ve semt halkının, Beşiktaş denen değeri yaratan güç olduğunun artık farkına varması gerekiyor. Yıllardır gerek kulüp başkanları, gerekse belediye başkanları semtte ve kulüpte dilediklerince at koşturdular. Beşiktaş’ın “demos”u kendi gücünü -biraz da semtin mütevazı ruhundan- geri çekti ve örgütlü-yönetici bir güce dönüştür(e)medi. Ancak şimdi elimizde iflasın eşiğine getirilmiş bir kulüp, zenginlerin ve polisin işgaline uğramış bir semt var. Beşiktaş halkının belediye başkanlarına, kulüp başkanlarına ve onların sınıf arkadaşlarına tâbi olmasının sonucu bu. Demek ki bu iş böyle yürümüyor ve artık değişmesi lazım. Sportif başarıya ve maddi zenginliğe konsolide edilmemiş o değerin tekrar yaratılması gerek. Bu, ilk iş olarak kulübün gerçek sahibinin kim olduğunu ve kulüp başkanının bu güç karşısında rolünün ne olduğunu hatırlatarak başlamalı, zamanla kulübü ve semti halkın yönettiği bir düzene evrilmeli. Madem bu halk aylardır bu kadar gazı, copu, plastik mermiyi yiyor, madem semt çevik timlerince işgal ediliyor, o zaman hakikaten Beşiktaş’ın zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış demektir. Bu da çekirdeğinde kaçınılmaz olarak kulübün de yer aldığı bir semt meselesidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.