O güzelim sokaklarda büyüdüm ben… O sokaklarda genç oldum, meydan okudum hayata; geleceğin hayalini kurdum… Hep övünç kaynağıydı Armutlulu olmak. Bilinçliydik, duyarlıydık, zulmün karşısında eğilmez, kimseye haksızlık etmezdik, çünkü öyle görmüştük aileden. Mahalleli olsun olmasın, tanıdık tanımadık herkes, yolu Armutlu’ya düştüğünde, yardıma ihtiyacı olduğunda bize emanetti. Biz de çocukluğumuzda başlamıştık hissetmeye; babalarımızın, annelerimizin yaşadığı devlet […]
O güzelim sokaklarda büyüdüm ben… O sokaklarda genç oldum, meydan okudum hayata; geleceğin hayalini kurdum… Hep övünç kaynağıydı Armutlulu olmak. Bilinçliydik, duyarlıydık, zulmün karşısında eğilmez, kimseye haksızlık etmezdik, çünkü öyle görmüştük aileden. Mahalleli olsun olmasın, tanıdık tanımadık herkes, yolu Armutlu’ya düştüğünde, yardıma ihtiyacı olduğunda bize emanetti.
Biz de çocukluğumuzda başlamıştık hissetmeye; babalarımızın, annelerimizin yaşadığı devlet tarafından ötekileştirilmeyi. Araptık, aleviydik o yüzden “ötekiydik.” Biz; aramızda yaşayan “ötekilere” hiç öyle bakmadık, onlar da bize. Ne gelirse devletten gelirdi, ne de olsa biz “kökü Suriye’de olan” bir mahalleydik, başka onlarca mahalle ve köyümüz gibi. Ne hükümetler, ne de belediyeler görmezdi bizi. Sokaklarımıza ne taş döşenirdi ne de asfalt dökülürdü; ya çakıl ya da dökme çimento kaplıydı. Caddelerde bir iki sokak lambası ancak yanardı ama zaten gerek yoktu yolumuzu aydınlatmak için sokak lambalarına, şimşek gibi ışık saçan gözlerimiz yeterdi. Cesurduk, gözü pektik, merttik. Haklı olduğumuz kavgada geri adım atmamayı ama adil dövüşmeyi öğrenmiştik. Ne arkadan vururduk ne de kimsenin arkasından konuşurduk. Özümüz ne ise sözümüz de oydu bizim. Çok arkadaşımız vardı; Sümerler’den Dursunlu’dan, Harbiye’den, Elektrik’ten, Gazi’den, Çekmece’den, Akdeniz’den, Turunçlu’dan ama günü geldiğinde hepimiz Armutlulu’yduk işte. Orda oturmaya gerek yok Armutlulu olmak için… Armutlu bir ruhtur; aynı Çarşı; aynı Gezi gibi… Oralı hissetmektir önemli olan. Haklı bulduğu her mücadeleye, kendi mücadelesi gibi destek vermektir Armutlu ruhu. Eskişehir’de kanlı ve pis ellerinizle bizden aldığınız Ali İsmail; kendi sokaklarımızda bizden çaldığınız Abdullah ve Ahmet gibi… Ondandı; Reyhanlı’da katledilen “öteki” kardeşleri için öfkeleri, ağıt yakmaları, “savaş istemiyoruz” diye haykırmaları. Ondandı; birçoğunun duymadıkları, görmedikleri Gezi Parkı; belki de hiç birinin okuma şansı bulmayacağı ODTÜ ve kendileri gibi ezilen Tuzluçayır için sokağa dökülmeleri. Ondandı acılarını yüreklerinde hissettikleri Roboski’ye, Medeni’ye selam durmaları. Ondandı kardeşlerinden farklı görmedikleri Berkin Elvan’a “uyan” deyişleri. Çünkü birilerinin yardıma ihtiyacı vardı. Şimdiye kadar sürekli kendilerini ötekileştirenler, üstlerine gelenler, yok sayanlar bugün de başkalarına yapıyorlardı aynı şeyi. Susamazlardı. Duramazlardı. Görmemek, duymamak, bilmemek yakışmazdı Armutlu’ya… Yüreklerini koydular ortaya. Kendileri gibi ses çıkarmaya çalışan milyonlar vardı sokaklarda. Direniyorlardı; başka başka şehirlerde direnen, hiçbir zaman tanışamayacakları kardeşleri gibi. Abdullah; gece tamamlarım diyerek “Günaydın Türkiye #Diren” yazdığı tişörtü evde bırakıp çıkıyordu sokağa, onunla aynı hisleri paylaşanların “GeziParkı” diye tamamlayacağını bilerek. Kardeşleri, dostları bekliyordu onu, 400 metre uzunluğunda ama binlerce yürek sığdırdıkları Gündüz Caddesi’nde. Aynı anda Ali İsmail; “Korkacaksın, titreyeceksin, yıkılacaksın adi hükümet” diyordu; 19 yaşında bir çocuğun cesaretinden ödü kopan eli sopalı katillerin, kör karanlıklarda kendisini beklediğini bilmeden. İşte böyle yandık biz, yaktınız bizi… Ama Ahmet’in dediği gibi “Abdullah’ı kaybettik öfkemiz bin kat arttı, Ali İsmail’i kaybettik direncimiz bin kat arttı. Herkes bunu bilsin, Antakyalı artık uyumaz.” Uyumuyordu kimse, uyuyamıyordu. O günlerde de Ahmet’i kaybettik. Her defasında lal oluyor insan. Yaşanılan acı, öfke tarifsiz… İşte böyle yandık biz, bir kez daha yaktınız bizi. Işıklarını söndürdüğünüz sokakları ışıl ışıl gözleriyle aydınlatan; gaz bombalarınıza, mermilerinize yürekleriyle direnen gencecik delikanlılarımızı aldınız bizden. Kaldırımında amcamın çocuklarıyla sohbet ettiğim dedemin evinin önünde Abdullah’ı; her gün evime yürüdüğüm Gündüz Caddesi’nde Ahmet’i; arkadaşlarımla, ailemle bir zeytin ağacının serinliğinde yemek yediğimiz Ekinci’nin güzel çocuğu Ali İsmail’i aldınız bizden. Çocukluğumu, gençliğimi, mutlu anılarımı aldınız benden. Yiğit çocuklardı üçü de. Aynı; Ethem, Mehmet, Medeni gibi… Üçü de aynı sokaklarda hayata meydan okuyacak, hayaller kuracaklardı gelecekleriyle ilgili. Yaratacakları güzel ülkeye dair sohbetler edecekler, aşık olacaklardı o caddelerde. Hayallerini, geleceklerini, umutlarını çaldınız acımasızca. Bir üzüntü belirtmek dahi zor geldi size. Bir sorumlu bulmak ağır geldi hepinize. “Arkadaşları dövmüştür” dediniz, “Arkadaşları vurmuştur” dediniz, “Güneş enerjisi paneli atmaya çalışırken düşmüştür”, “Arkadaşları itmiştir” dediniz. Hiç utanmadan sıkılmadan, defalarca dediniz. Çünkü siz arkadaşlığın ne olduğunu bilmezsiniz. Armutlu’da arkadaşlık, kardeşliktir. Biz birbirimizi sakınırız, koruruz, kollarız. Birbirimiz için göğüs gereriz her türlü zorluğa, zorbalığa. O yüzden siz kolayca söylersiniz bunları ama biz biliriz öyle olmadığını. İşte bizim gibi öyle olmadığını bilenler, dalga dalga büyüttü Armutlu’yu. Gazi, Akkapı, Tuzluçayır, Dikmen, Okmeydanı, Taksim, Kadıköy her yer Armutlu; herkes Abdullah, Ethem, Ali İsmail, Ahmet, Mehmet, Medeni oldu döküldü sokağa. Üzerimizi örtmeye çalışan karanlığa karşı ışıldayan, tek bir vücut oldu her yer. Artık herkes biliyordu Armutlu gençliğinin sözünü. “Armutlu’ya Giremezsin!” Çünkü burası; Son barikat !
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.