Bir bayram klasiği daha yaşandı. Tayyip Erdoğan bir hafta ortadan kayboldu. Doğal olarak ilk akla gelen sağlık sorunları. Bilindiği gibi başbakanın ciddi fiziksel problemleri mevcut. İki kere bağırsaklarından ameliyat oldu, uzun bir süre torbayla dolaştı. Hatta bir keresinde arabanın içinde bayılmıştı da balyozla camı kırıp zor kurtarmışlardı. Tüm bunlarla birlikte Haziran isyanının yarattığı psikolojik sorunları […]
Bir bayram klasiği daha yaşandı. Tayyip Erdoğan bir hafta ortadan kayboldu. Doğal olarak ilk akla gelen sağlık sorunları. Bilindiği gibi başbakanın ciddi fiziksel problemleri mevcut. İki kere bağırsaklarından ameliyat oldu, uzun bir süre torbayla dolaştı. Hatta bir keresinde arabanın içinde bayılmıştı da balyozla camı kırıp zor kurtarmışlardı. Tüm bunlarla birlikte Haziran isyanının yarattığı psikolojik sorunları da eklemek gerek. Eklenecek konular içinde Suriye konusunda Kürtlerle masaya oturmak zorunda kalışı ve Fethullah’ın on bir maddelik bildiri gibi savunması da var. Hatta durum o kadar ciddi ki yuhalanmadan izleyebileceği tek büyük derbi maça bile gitmedi. Anlayacağınız çok ciddi fiziksel ve psikolojik problemleri olan bir başbakan(ımız) var.
Ancak hastalık bir yana sık sık ortadan kaybolmayı zaten alışkanlık haline getirmişti. Bu gözlerden uzak kalış dönemlerinde dini teamüllerden (inzivaya çekilme) ziyade ya birtakım ciddi planlar yapılıyor ya da meşruluğu olmayan birtakım şahsiyetlerle doğrudan görüşmeler gerçekleşiyordu. Kuşkusuz bu alışkanlık bu sefer de değişmemiştir. Önümüzdeki günlerde sonuçlarını görürüz. Her ayrıntıyla doğrudan ilgilenmeyen bir Tayyip Erdoğan olmasa ne olurdu AKP’nin hali? Büyük ihtimalle kafası kopartılmış tavuk görüntüsüyle karşılaşırdık. Ki bu kısa dönem bile bir nebze yaşanmasına vesile oldu.
Ayarsızlar ordusu AKP’de her konuşan “ açık verdi”. Tayyip Erdoğan’ın baş akıl hocası yani başdanışmanı Yalçın Akdoğan Gezi olaylarını değerlendirdi; “Gezi Parkı protestolarıyla yaşanan türbülans geride kaldı. Gezi, AK Parti için yalnızlaştıran, güven sarsan, içe kapatan, moral bozan bir etki yapmadı. Aksine bir canlanma ve toparlanmaya sebep oldu” ifadesini kullandı. Aslında söylediği gerçekti ama tersten; “Gezi, AK Parti için yalnızlaştıran, güven sarsan, içe kapatan, moral bozan bir etki yaptı.” Mehmet Ali Şahin ile İstanbul Valisi Avni Mutlu valiliğin yetki sınırları konusunda kavgaya tutuştu; valiler mahkeme içinin düzenine karışamazlarmış (ne büyük hassasiyet). AKP’nin geleceği düşünülerek yatırım yapılan genç şahsiyeti Suat Kılıç, Kayseri’deki Süper Kupa maçını fırsat bilip tüm taraftarları (çok) korkuttu; “Futbol taraftarı arasına siyasi nifak sokanlar, bedelini öder”, “30 senedir terörle mücadele eden bir devletiz. Bir-iki yaşanır. Üçüncüsünde kontrol altına alınır”, “Çağrım şu: Kimse hayatını karartmasın, geçmişine sabıka kaydı düşürmesin”. Bu cümleleri kurduktan sonra da “ben kimseyi tehdit etmedim” deme aymazlığını bile sergiledi. Ancak Kayseri Emniyet Müdürü derbi maçın hangi sloganla örgütlendiğini açıklıyordu; “sloganımız ‘boğazdan esen rüzgarlar Erciyes’te son bulacak’ şeklindeydi”. (Göreceğiz bakalım nerede son bulacak). En son bomba (şimdilik) İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’tan, Gezi olaylarını kimlerin planladığını biliyormuş, “Şubat ayında yapılan bir toplantının kayıtları elimde” diyor. Belediye Başkanı mısın, İstihbarat Daire Başkanı mı? Belediye başkanları ne zamandır beri dinleme aletleri koydurur oldu? En akıllınız beri gelsin, Bülent Arınç bile daha iki yıl önce şen şakrak söylediği şarkıyı, içinde “rakı” geçiyor diye, söylenmesini istememiş. Sonraki açıklaması daha da komik; esprisini anlamamışlar! Aydın Boysan bu espriyi yapsa anlaşılır da Arınç yapınca kafalar karışıyor doğal olarak.
Kısacası her olağan dışı durum bu ayarsızların ayarını iyice kaçırmakta. Ancak bildikleri, ezberledikleri konularda Erdoğansız hareket edebiliyorlar. Ergenekon cezaları söz konusu olunca (Tayyip doğru düzgün bir tutum belirtmediği için) hepsi birden “daha yargılama süreci bitmedi, Yargıtay’ı beklemek lazım” nakaratını sergilediler. Yani neredeyse meşruiyetlerini bağladıkları bir davayı bile sahiplenmekten kaçındılar. Üstelik o dava ki sadece AKP’ye karşı icraatlara ceza yağdırmıştı. Halka karşı işlenen suçlar AKP için cezalandırılacak suçlar kategorisine girmiyor. (Eğer girseydi, kendisi halka karşı suç işlemeye ve işletmeye nasıl devam edebilirdi!). Bu ülkedeki herkes artık açık bir biçimde biliyor ki AKP Ergenekon, Balyoz gibi davaları kullanarak kendi kontrgerilla örgütünü (elbette ki emperyalist ilişkiler doğrultusunda) inşa etti.
Böyle olmasına karşın yani Silivri’de yargılananlar AKP karşıtı faaliyetlerinden dolayı ve asıl olarak da devletin yeniden yapılandırıldığı bir iktidar kavgasının kaybedenleri olarak cezalandırılmalarına karşın devrimciler, demokratlar bu şahsiyetlerin çağrılarına kulak verip Silivri’nin yollarını aşındırmalı mı? Elbette ki hayır. Bu şahsiyetlerin AKP karşıtı olmaları halkın özgürlük, demokrasi ve hak mücadelesinin yanında oldukları anlamı taşımıyor. Hala önemli bir kısmının boynunda (Veli Küçük, Levent Ersöz, Doğu Perincek, v.s.) halk düşmanı, devrimci düşmanı yaftası asılı. Bunlar bu suçlardan nedamet getirip, özeleştiri verdiler de haberimiz mi olmadı? Silivri’de yargılananlardan hala demokratım, solcuyum diyenler de demokratlara çağrı yapmayı bırakıp ilk önce çok açık bir biçimde bu şahsiyetlerden ayrışmalı ve onlara karşı bir “temizlenme harekatını” içerden başlatmalılar. Silivri’den nemalanacaklarını düşünen solcularımız da unutmamalıdır ki tarih sadece gün içinde yazılıp ertesi gün unutulan bir dönem değil, bugün için mantıklı gelen reel tutumlar yarın halka hesabı verilemeyecek politik hatalar olarak karşılarına çıkabilir!?
AKP, Ergenekon davasını “bilmedim, görmedim, duymadım” şeklinde geçirebilir ancak kendi koalisyonunun içinden gelen sesleri aynı biçimde artık geçiştiremiyor. Fettullah-Tayyip gerilimi (çatışması değil) artık kapalı kapılar ardında sürmekten çıkıp herkesin gözü önünde yaşanır olmaya başladı. Bunun, safların ayrıştırıldığı siyasi bir kavgaya dönüşmesi elbette beklenmemeli. Çünkü gerilimin asıl nedeni ideolojik, siyasi bir farklılık değil, pastadan alınacak payın ebadı. Zaten yazılan onca yazının özünde de bu var. Fettullah çevresi asıl olarak “temsildeki adaletsizlik, güç zehirlenmesi ve devlet kibri”nden dem vururken, Tayyip cephesinin sözcüleri ki bunlardan makbul olanı Bülent Arınç, “hikmeti hükümete karışmak doğru değil” diyor.
Bu gerilimin sertleşmesinin nedeni kuşkusuz içinde bulunulan dönem. “Hizmet hareketi” kendilerine verilen hizmetten memnun değil. Üç seçimlik dönemi kapsayan rant hesaplarını ve kadro paylaşımını beğenmiyorlar. Erdoğan cephesinin pasta paylaşımında karşı tarafın payını ufaltma girişimi ise Haziran İsyanı sonrasında hem kendi tarafına daha çok pay dağıtma ihtiyacından hem de Fethullah’ın bu kadar kısa sürede yapacak bir şeyinin olmadığını bilmenin rahatlığından kaynaklanıyor.
Tayyip Erdoğan, pastanın ufaldığının da farkında. Hem yaklaşan ekonomik kriz hem de uluslararası olanakların daralması fiziki ve psikolojik rahatsızlığının nedenlerini arttırıyor olsa gerek. O çok övündüğü Ortadoğu halklarının sevilen lideri olma iddiası da Lübnan’da kaçırılan iki THY pilotu ile birlikte, artık kullanılamaz oldu. Mısır’da oynadığı bütün ganyanlar yattı. Mursi taraftarlarına daha doğrusu Müslüman Kardeşlere savaş ilan eden askeri rejim ilk gün itibariyle yüzlerce kişiyi öldürdü. İç savaşa ilerleyen Mısır’da AKP hangi politikayı ne kadar süre ile izleyecek? AKP sayesinde Türkiye, neredeyse dünyadaki bütün iç savaşların bir tarafı haline geldi!
AKP iktidarını sıkıştıran müzmin konu Kürtler ise AKP’nin yakın komşularla olan dış politika planlarını altüst etmiş durumda. PYD’nin Suriye iç savaşında elde ettiği pozisyon artık Rusya ve ABD dahil olmak üzere göz ardı edilemeyecek duruma geldi. (Rusya, İran ve Çin de PYD ile görüşüyor). AKP’nin hesaplarında olmayan bu denge değişimi hızla politika değişimini de beraberinde getirdi. Abdullah Öcalan’ın fotoğrafını cep telefonunun ekranında taşıyan PYD lideri ile iki kez, toplamda dört kez (resmi) görüşmek ve onlara “El-Nusra cephesine yardım etmedikleri” garantisini (sözle bile olsa büyük adım) vermek zorunda kaldılar. Artık Kürt siyasi hareketi ile pazarlıklar Suriye’yi daha kapsamlı bir şekilde içine alarak ilerleyecek. Ancak görünen odur ki Esad’ın ve Rusya’nın eli AKP’den çok daha güçlü. AKP’nin elinde ise Suriyeli Kürtlere vereceği neredeyse hiçbir şey yok, sadece Türkiyeli Kürtlere vaat ettiği yeni anayasa ve demokratikleşme paketi mevcut.
Yeni anayasa maddeleri kör topal ilerliyor ve bir sonuca ulaşması mucizelere bağlı, büyük bir ihtimalle de Tayyip Erdoğan’ın son adımda çevireceği yeni dolaplarla farklı bir noktada son bulacak. Aylardır konuşulan demokratikleşme paketi –ki bu kaçıncısı oldu sayılamıyor- ise oyalama taktikleri ile ötelenmekte. Ama her halükarda beklentileri karşılamayacağı ve her pakette olduğu gibi AKP lehine yeni avantajların yer alacağı bir paket olacak. Şimdiden kamuoyunun hazır hale getirildiği madde; kamuda türbanın serbest olacağı. Böylece türbanlı belediye başkanlarının, bu olmasa bile mutlaka türbanlı milletvekili adaylarının ortalıkta boy göstereceği bir gelecek vaadi mevcut.
Bayram tatilinin ve ağustos sıcağının rehaveti çok kısa zamanda yerini sonbaharın yoğun gündemlerine bırakacak. Şimdilik gazetecilere yönelik ayıklama sürüyor, ligler ve eğitim dönemi başlamadan tehditler yükseliyor. Her taraftara bir polis, her öğrenciye bir imam AKP’nin en ideal çözümü ama heyhat!..
Elinde araç olarak sadece çekici olan kişi her sorunu çivi gibi görürmüş, Tayyip Erdoğan misali. AKP iktidarının bol vaadin yanında baskı ve şiddetten başka halka verebileceği bir şey yok. Bunun içinde kolları sıvamış durumdalar.
Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne “acil ihtiyaçların giderilmesi” için 44 milyon liralık ek ödenek gönderildi. (Zaten ayrılmış olan bütçe yetmemiş olacak ki). 32 milyonluk kısmı Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’ndan 12 milyon liralık kısmı da Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden. Bu paralarla 43 TOMA, 12 akrep, zırhlı otobüsler, kasklar, kalkanlar ve coplar alınacak. Bir de elbette biber gazı. 400 bin adet biber gazı ise örtülü ödenekten gönderilen parayla alınacakmış. Bilindiği gibi 2013 yılı için 2 milyar liralık örtülü ödenek Başbakana ayrılmış durumda, (2012’de ise Erdoğan örtülü ödenekten, 1 milyar 169 milyon lira harcamıştı) ve hesabının sorulmaması anayasal güvence altında. Hatırlanacağı gibi eski başbakanlardan Tansu Çiller, kendisine ayrılan örtülü ödeneğin önemli bir kısmını Selçuk Parsadan adlı dolandırıcıya kaptırmıştı. Bu sefer ki ise silah tüccarlarına…
Yetmez Tayyip Erdoğan yetmez! Kendi “yüzde 50”nin dışındaki her birey için en az bir tane biber gazı stokla. İhtiyacın olacak!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.