Görünen o ki, Tahrirleri yaratan Mısır halkı Cunta ya da dini faşizm senaryosunun hiçbir sahnesinde yoktur… Mısır halkı kendi devriminin yolunda olmaya devam edecektir!
Mısır halkı ne darbeyi ne Mursi’yi, yalnızca kendi devrimini istiyor!
Mısır’daki olaylara ana ve yandaş medyanın ikiyüzlü yaklaşımı ortada. Tahrir Direnişi’ni kısa ve sansürlü özetlerle aktaran bir medya… Günlerce devam eden Gezi Direnişi’ni ve polis şiddetini tamamen görmezden gelen aynı medyanın, şimdi ibadet edercesine Mısır’ı aralıksız gündem yapmasını irdelemek gerekir. Medyanın Mısır konusunda toplumda oluşturmaya çalıştığı algının egemen olmaya başladığı ve yüzlerce kez kamuoyunu yanıltan medya dezenformasyonu girdabına yine kapıldığımız ortaya çıkıyor. Bunu bir örnekle açalım:
14 Ağustos “Kara Çarşamba”
Mısır halkının “Kara Çarşamba” olarak tarif ettiği 14 Ağustos Adeviyye ve Nahda meydanlarında devam eden oturma eylemlerine, ordu ve polis çok sert müdahalelerde bulundu. Bu sert müdahaleye dönük canlı aktarım, çadırları yıkan iş makinalarını ve gaz bombaları altındaki bir savaş alanını andıran görüntüleri gözler önüne seriyordu. Sonrasında ölüm haberleri, El Cezire (ve bu kanala 24 saat canlı bağlanan Türk medyası) aracılığıyla dünyaya aktarılmaya, dakika dakika ölü sayısındaki artışlar sıralanmaya başlandı. Sadece bugüne dair (14 Ağustos) yapılan aktarımlar ise şu şekilde:
El Cezire: 120 ölü ve yaklaşık 5000 yaralı
Hastane yetkilileri: 150 den fazla ölü
Mısır kaynakları: 127 ölü
Katliamlar ve gerçekler: “Gazap Cuması”
Kahire’nin Ramses Meydanı’nda toplanan Mursi destekçilerine kanlı bir saldırı gerçekleştiği ve ölü sayısının 80’i aştığı haberleri canlı olarak El Cezire ve bu kanala canlı bağlantı kuran Kudüs TV ile Haber7 tarafından kamuoyuna sunuldu. Ancak dikkat çeken kısmı, spikerin aktarımından başka, Ramses Katliamı’na dair herhangi bir görüntünün bulunmamasıydı. Özellikle Ramses Katliamı’na dair ne El Cezire ne de Mısır medyası görüntü yayımladı. İlginç olan ise, bu dezenformasyonun bir ucunda Katar sermayeli ve Mursi yanlısı El Cezire, diğer ucunda ise darbenin resmi yayın organları ile Arabistan sermayeli Al Arabiya’nın olması.
Ramses’te gerçek anlamda bir katliam yaşandı. Ama bizde, bu katliamın ayrıntılarının kamuoyundan gizlenmek istendiği ve ortaya çıkan ölü sayıları üzerinden iki kutupta birbirini suçlayan açıklamalara veri oluşturulmak istendiği algısı oluştu. Nitekim Ramses Meydanı’nda olan bitene dair görgü tanıklarından öğrendiğimiz şudur:
Görgü tanığı katliamı anlatıyor: “Yürüyüş Al Marariya Meydanı’ndan Ramses’e doğru başladı. Yürüyüş caddeyle sınırlıydı. Zeytuni bölgesinin batısında yürüyüşçülerin arasından birileri şiddet eylemine başladı. Birden her tarafa gelişi güzel ateş etmeye başladılar. Bu sırada bordo renk Cherokee Jeep, arkasında Skoda ve bir de kırmızı renkte bir araba geldi. Arabalardan maskeli adamlar otomatik silahlarla caddedeki vatandaşlara ve iki taraftaki evlere, dükkanlara ateş açtı. Çevredeki araç ve dükkanların camlarını indirdiler ve çekip gittiler. Birçok insan öldü.
Bölge halkı ile yürüyüşçüler arasında çatışma başladı. Çok sayıda mahalleli silahla vuruldu. Bu olay belgelendi. Diğer tüm yaralanma raporları ve evlere yönelik silahlı saldırıların kayıtları mevcuttur.”
Sosyal medya üzerinden ulaştığımız bu görgü tanığının “kayıtları mevcuttur” dediği videoyu incelediğimizde de tablo daha net anlaşılıyor: “Ramses Meydanı: Sabah saat 05.00 sularında araçlarla gelen yüzü maskeli kişiler, meydanda toplananlara otomatik silahlar dağıtıp gidiyorlar.”
Silahların dağıtıldığı bu meydan, günün ilerleyen saatlerinde kan gölüne dönüveriyor.
El Cezire’nin sunuş biçimine göre “Cunta, 80’ni aşkın silahsız Müslümanı öldürdü.”
Olaya ilişkin Mısırlı görgü tanığından aldığımız bilgi ise, sadece o gün 72 insanın öldürüldüğü yönündeydi. Ancak öldürülen kesimlere dönük çizdiği tablo dikkat çekicidir:
“Birincisi; ilk ölümler çatışmada ölen polislere ait ve bu sayı 51’e ulaştı.
İkincisi: İhvan’ın hiçbir üyesine bir şey olmadı. İhvan cemaatinde adı geçenlerin hiçbiri ölmedi.
Üçüncüsü: Öldürülenler İhvan’ı destekleyenler ve İhvan karşıtları arasındaki çatışmadan dolayı öldüler.
Sonuçta toplam 72 kişi yaşamını yitirdi.”
Adli kaynaklara göre “Olayların başladığı günden bu yana ölü sayısı 700’e ulaştı. 700’e yakın insanın ceset kayıtları var. Otopsisi biten ve ailelerine teslim edilen ceset sayısı ise 56. Hala sahiplenilmeyen cesetler Adli Tıp morgunda bekletiliyor” (El Watan)
İhvan eski liderlerinden Omar Amara Al Arabiya’ya verdiği demeçte “750 insanın ölümünden bizzat Müslüman Kardeşler sorumludur” dedi.
NATO Müftüsünden yine dış müdahale çağrıları
Öte yandan Müslüman Kardeşlerin manevi babası olarak bilinen Mısırlı Fetvacı Şeyh Yusuf Kardavi, Mısır’a dış müdahale çağrısında bulundu. Bu çağrı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’a müdahale etmeleri konusunda dünya devletlerine seslenişiyle eş zamanlıdır.
Şeyh Yusuf Kardavi kimdir?
Mısırlı Selefi şeyhi Yusuf Kardavi, Katar’da ikamet etmekteydi. Katar hükümetinin verdiği süresiz oturma izni ve tahsis ettiği villasında Mart 2011 tarihinden başlayarak, Suriye için cihat çağrıları yapmış, fetva üstüne fetva vermişti. Ayrıca Suriye’ye dış müdahale çağrısını ilk yapan kişiydi. Haziran ayının başında Tahrir’in, Mursi aleyhinde tekrar direniş meydanına dönüşmeye başladığı günlerde Katar’daki iktidar değişikliğiyle birlikte Kardavi sınır dışı edilmiş, Mısır’a geri dönmek zorunda kalmıştı. Şeriat karşıtı gösterilerin yoğunlaştığı Mısır’da uzun süre kalamayacağını anlayan Kardavi, Katar’dan tekrar oturma izni talep etmişti. Ayrıca Cezayir büyükelçiliğinden Cezayir’de geçici ikamet izni verilmesini talep etmiş, Cezayir büyükelçiliği ise bu isteğini reddetmişti.
Darbenin ardından ”Bütün Mısırlılar evlerinden çıkıp kardeşlerine yardım etmelidir” diyerek, Müslüman Kardeşlerin “Kara Çarşamba” çağrısına katılmaları yönünde halka fetva verdi.
Kardavi, Mısır’a dış müdahale çağrısını yaptığı haberinin ardından sosyal paylaşım sayfalarında şiddetli tepkilerin hedefi haline geldi. “Al Arabic” gazetesi bu tepkileri derledi; “Kardavi İslam düşmanı, İsrail dostu, NATO’nun müftüsü Fitneci Şeyh olarak nitelendiriliyor”dedi.
Suriye’ye karşı bir emperyalist komplonun içinde yer alan Arap ülkeleri şimdi Mısır darbesiyle birlikte çaprazlama saf değiştirmeye başladı. Mursi’nin devrilmeden önce Suriye’ye askeri müdahaleye hazırlandığı haberlerinin yoğun paylaşıldığı bir süreçte gerçekleşen askeri darbe, Suriye halkında farklı bir tepkiye neden oldu ve “Amerika’nın kuklası”nın düşüşü sevinçle karşılandı.
Darbeye destek veren ve İhvan’la yollarını ayıran Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkelerinin saf değiştirme tavrı çok da anlaşılmaz değildir. Zira ABD’nin “en iyi müttefikleri” olmalarından başka bir tavır beklenemezdi zaten. Suriye olaylarının başladığı andan itibaren Hamas’ın çizdiği zikzak, Katar ve Suudi Arabistan aracılığıyla Suriye’ye ihanet edip ABD’nin huyuna suyuna gitme eğilimi, Mursi’ye de her an sırtını dönebileceğinin işaretlerini veriyordu zaten. Nitekim öyle de oldu. Şimdi de bu kervana Ramallah yönetimindeki Mahmut Abbas hükümetinin darbe yanlısı açıklamaları da eklendi.. Bize göre bu da çok şaşırtıcı değildir. Ancak özellikle Suudi Arabistan’ın düne kadar İhvan’a desteklerini sunarken, birdenbire “Müslüman Kardeşler’i terörist örgüt ilan ediyoruz” açıklamalarının arka planına bakma zorunluğunu doğurmaktadır.

Mısır’a dilencilik yapmak için deldiği söylenen Özbek asıllı bir Pakistanlı silahlı çatışmada yakalandı.
“Suud ve Amerikan istihbaratı Suriye senaryosunu Mısır’da devreye sokmak için harekete geçti”
İngiliz istihbaratı ile “The Washington Post” ve “Wikileaks” belgelerine dayanarak Arap basınında yer alan haberlere göre Suudi Arabistan, Suriye senaryosunun Mısır için hayata geçirilmesine yönelik çok önceden bir plan dahilinde devreye girmişti.
Mısır İhvan’ı, subay ve askerlerinden oluşan bir “Özgür Mısır Ordusu” oluşturma girişimi yaklaşık olarak iki hafta önce Arap basınında yer almaya başlamıştı. Buna göre Suudi Arabistan ve Amerikan istihbaratından ajanlar, Mısır’daki generallerle bağlantı kurup, ordudan ayrılmalarını ve ‘Özgür Mısır Ordusu’a (ÖMO) katıldıklarını ilan etmelerini istediler. İngiliz kaynaklara dayanarak yapılan haberlere göre, Mısır İçişleri Bakanlığından muhalif kişilerle birlikte asker ve polisten oluşan bir üçüncü orduyu oluşturma ve Suriye’deki gibi bunun adını “Özgür Mısır Ordusu” (ÖMO) koyma planı için Suudi Arabistan bir kaynak aktarmış. ÖMO’nun Süveyş’in batısında kurulması, ayrıca birbiriyle koordineli olarak İsmailiye, Port Said ve Tawfik’te asker ve polis birimleri oluşturulması planlanmış. Suudi Arabistan, bu işlem için başlangıçta yaklaşık 50 milyon dolar aktaracağını, ihtiyaç duyulması halinde bu fonun arttırılabileceğini vadetmiş. Burada Arabistan’ın temel aldığı model, ABD istihbaratıyla Ankara’da oluşturulan Özgür Suriye Ordusu ve o süreçte sponsorluğunu kendisinin üstlendiği Faruk Tugayları modelidir.
Kimi siyaset analistlerini şaşkına çeviren şey, bu teklifin Katar’den değil de Suudi Arabistan’dan gelmesidir. Çünkü o dönemde Suudi Arabistan Mısır’da hem Müslüman Kardeşler’in iktidarını tebrik etmekte, hem de Mursi’ye bağlılığını dile getirmekteydi. Bu tebrik ve bağlılık mesajlarının öncesinden ÖMO oluşumu için devreye giren ve milyonlarca dolarını aktaran Suudi Arabistan’ın, “Müslüman kardeşlerle anlaşmazlık konusu bizim en büyük gündemimizdir” diyerek darbeyi destekleyen açıklamalar yapması ve İhvan Örgütü’nü de anında terörist ilan etmesi çok da şaşırtıcı değildir aslında. Zira Ortadoğu’da toplumsal hareketliliğin başladığı ilk günlerden BAE ile Arabistan’ın hep korktukları ve kendi ülkelerindeki protestoların önüne geçmek için ilgiyi başka ülkelere kaydırma telaşıyla hareket ettikleri, Suriye’de sürecin uzamasından kaynaklı planın suya düşmek üzere olduğu bir dönemde ise ilgiyi Mısır’a yönlendirdiklerine dair yorumlar yapılmaktadır. Ayrıca Katar, bir yandan Cunta’nın yanında yer alır alırken, öte yandan kendi kanalı El Cezire’ye Cunta karşıtı(!) yayın yapma görevi vermiş durumdadır.
İstihbarat raporlarına dönük dolaşan bu yorumlar belki abartılı olabilir, fakat Mısır’da 2-3 günlük olaylar esnasında yakalanan silahlı eylemcilerin içinde Özbek asıllı, Pakistan ve Afganistanlı kişilerin bulunması da dikkat çekicidir.
Mısır’da kan dökücüler devrede
İster faşist Cunta, ister İhvan Örgütü öldürmüş olsun, can alıcı gerçek, Mısır halkının katlediliyor olmasıdır. Mısır’ı bekleyen kaosu, Mısırlı yazar Şerif Abdulğani’nin tanımlamasına bırakalım: “Sina da dahil Mısır’da savaş başlıyor! Tam anlamıyla ülkemde yeni bir Myanmar Katliamı senaryosu çizildi. Ya da 90’lı yıllardaki Bosna-Hersek vakasının Mısır’da yaratılmaya çalışıldığı açıktır. Halkın ‘Özgür Nil’ ısrarına katliamlarla yanıt verilmeye, Mısır’a ölüm ihraç edilmeye başlandı.”
Yazarın dikkat çektiği Myanmar Katliamları’nı tek başına bir dini soykırım olarak lanse etmek yanlı bir bakıştır. Bu nedenle faşist cuntanın Myanmar Soykırımı’nı yalnızca bir din savaşı olarak göstermeye gayret eden Türkiye’nin tutumunu hatırlamak ve AKP’nin bugün Mısır olaylarına dönük telaşını da iyi okumak gerekir.
Uluslararası cihatçı terörizme davet
Mısır’da tek başına “Cunta katliamı var” söylemi eksik ve yanıltıcıdır. Kaldı ki, katliam yapan yüzleri maskeli keskin nişancıların birden bire ortaya çıkması, tıpkı Tayyip Erdoğan’ın gözyaşı döktüğü Esma’nın vurulması gibi kitlenin üzerine ateş edenlerin de ‘meçhul’ maskeli tetikçiler olması (Ki, Tahrir suikastları da benzer şekilde görüntülenmişti), tek taraflı açıklamaları sübjektif ve kasıtlı bir haline getirmektedir. Mısır halkının Tahrir’deki sesi de, İhvan ve Cunta işbirliğiyle sahnelenen katliamlara dikkat çekiyor. Örneğin Bokra News, İhvan üyelerinin en başta Hıristiyan toplumunu ve kiliseleri hedef seçmelerinin arkasında ‘uluslararası cihatçı terörizme bir davet’ olduğunu yazdı.
Keza Tahrir bileşenlerinden Ulusal Değişim için Birlik (UDB) gençliği Mısır’da Müslüman Kardeşler eliyle uluslararası terörizme bir kapı açılmak istendiğine, hedef olarak ordu ve polis gösterilmekle birlikte esasında bütün devrimcilerin hedef haline getirilmeye çalışıldığına dikkat çekiyor. Özellikle Hüsnü Mübarek’in tahliyesi bu yönde değerlendiriliyor:
“Çünkü cuntanın yapmaya çalıştığı yalnızca Hüsnü Mübarek’i tahliye etmekten ibaret değildir; çok daha fazlası var. Esasında bu tahliye, onca Mısırlının kanını akıtanların, borsa spekülatörlerinin, Devlet güvenlik belgelerini ortadan kaldıran Hasan Abdurrahman ve 40 subayının, yolsuzluğu kurumsallaştıranların, Kamu mallarını yağmalayanların aklanmasıdır”.
Cunta tarafından Tahrir’in bütün bileşenleri sokağa çıkmaya ve “İhvan’ın yanında” olmaya zorlanıyor adeta..
Mısır’da faşist cunta ile dini faşizm el ele vermiş durumdadır. Mısır halk devriminin ortak düşmanları ve belli bir planın paydaşları olarak bugün Mısır’da sadece kan ve ölüm kusmaktadırlar. Yüzlerce insanın öldürüldüğü haberleri geldikçe, İhvan yanlısı bir yazarın sevincini şu cümlelerle dile getirmesi oldukça düşündürücüdür:
“Bugünler bizim, bütün dünya Müslümanlarının en sevinçli günleri, bayram günleridir. Yüreklerimiz hiç bu kadar şâd olmamıştı.”
Sonuç olarak Mısır’a kaosu taşıyan ve tek taraflı aktarımlarla planlı bir kamuoyu algısı yaratmak isteyen her iki taraf için söylenecek şey şudur: ‘Bu ikili fitne oyununda Mısır halkı yoktur.’
Bunu en iyi yansıtan 17 Ağustos El Fetih Camisi görüntüleridir. Camiye giren ve aralarında Anadolu Ajansı ile TRT muhabirlerinin de bulunduğu bin kişilik bir kitlenin içeride mahsur kalması olayı… Minareden ateş açılıyor, askerden de minareye ateş ediliyor. Dışarıda bekleyen bir kalabalık, içeridekileri protesto ediyor. Cami boşaltılırken bekleyen kalabalığın linç girişimi polis tarafından engelleniyor.
Bu sahne oldukça tanıdık, ancak dikkat çeken yönü şudur: İhvancıların “Bizi kurtarın, ya cuntacılar ya baltacılar bizi öldürecek” feryatları. Cuntacı (ordu) ve baltacılar (darbe destekçileri) İhvan’ın intifadasına karşı… O halde İhvanın destekçileri kim? Mısır halkı bu oyunun neresindedir?
Görünen o ki, Tahrirleri yaratan Mısır halkı Cunta ya da dini faşizm senaryosunun hiçbir sahnesinde yoktur…
Mısır halkı kendi devriminin yolunda olmaya devam edecektir!