Türkiye tarafından tanınan bir “Özerk Suriye Kürdistanı Yönetimi” ve Barzani’nin, Öcalan’ın “manevi huzurunda” çağrısını yaptığı Kürt Ulusal Konferansı ile birlikte Ortadoğu Kürt Hareketi’nin siyasi evrim süreci “doğal yatağı”na oturma yolunda büyük bir adım attı Mesut Barzani 22 Temmuz’da bana biraz “rahatsız” gibi gelen bir ifadeyle “Kürt Ulusal Konferansı’nın bir ay içinde Hewler’de toplanacağını” açıkladı. Barzani […]
Türkiye tarafından tanınan bir “Özerk Suriye Kürdistanı Yönetimi” ve Barzani’nin, Öcalan’ın “manevi huzurunda” çağrısını yaptığı Kürt Ulusal Konferansı ile birlikte Ortadoğu Kürt Hareketi’nin siyasi evrim süreci “doğal yatağı”na oturma yolunda büyük bir adım attı
Mesut Barzani 22 Temmuz’da bana biraz “rahatsız” gibi gelen bir ifadeyle “Kürt Ulusal Konferansı’nın bir ay içinde Hewler’de toplanacağını” açıkladı. Barzani sözlerini, “Arzu ederdim ki bugün sayın Talabani ile sayın Öcalan da aramızda bulunsaydılar” diyerek tamamladı. İki gün sonra PYD Eşbaşkanı Salih Müslim Türkiye’ye geldi ve Türk Dışişleri yetkilileriyle görüştü.
Böylece Ortadoğu Kürt Hareketi içinde PKK lehinde tarihsel bir kırılma gerçekleşti ve Kürt Hareketi içinde tarihsel bir dönüşümün startı verildi. Türkiye Kürdistanı merkezli, PKK’nin önderliği altındaki Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi kendisini, Ortadoğu Kürt Hareketi’nin siyasi birliğinin kurucu bir aktörü olarak kabul ettirdi.
Yıllarca Ortadoğu Kürt Hareketi’nin iç ve dış dengelerine ilişkin kaygıları nedeniyle PKK’nin içinde olacağı bir Kürt Ulusal Konferansı’nın düzenlenmesine karşı duran Mesut Barzani’nin bu keskin dönüşü “gönüllü olarak” ve “Türkiye ve ABD’ye rağmen” alabileceği düşünülemez.
Barzani, PKK kuruculuğundaki bir Kürt Ulusal Konferansı’nın toplanmasını “gönüllü” olarak kabul edemez. Çünkü bunun Ortadoğu Kürt Hareketinin ağırlık merkezini değiştireceğinden, Türkiye Kürdistanı’na ve PKK’ye kaydıracağından endişe eder. Endişesi de yersiz değildir.
Birincisi, “Bakur” (Kuzey), Kürdistan, nüfus ve toprak olarak Kürdistan’ın diğer parçalarının toplamından daha büyüktür ve başta eğitim düzeyi olmak üzere sosyal gelişmişlik bakımından kıyas kabul etmez bir üstünlüğe sahiptir.
İkincisi, Kuzey Kürdistan kökenli bir siyasi hareket olarak PKK 1960’lı yıllarda KDP’nin gösterdiği “4 parçaya yayılma” yeteneğini gösteren ikinci örnek olmuştur. Üstelik PKK’nin Batı, Doğu ve Güney Kürdistan’daki siyasi karşılıkları bütün bu bölgelerde halk içerisine nüfuz ediyor ve KCK sistemi içerisinde yer alıyor. Yani PKK’nin ulusal çaptaki siyasi varlığı daha önce KDP dahil hiçbir Kürt siyasi öznesinin başaramadığı bir nitelik gösteriyor.
Üçüncüsü PKK yoksul halka dayanan, modern ve sözcüğün geniş anlamıyla sosyalist bir siyasi hareket olarak KDP’nin temsil ettiği (aşiretlere dayalı, politik ilkeleri zayıf ve tutarsız, güç ve mülk sahibi bir politik elitin kontrolündeki) geleneksel Kürt siyasetinin karşısındaki somut devrimci alternatifi oluşturuyor. KDP ile PKK arasındaki bu “doku uyuşmazlığı” PKK’den çok KDP için bir tehdidi ifade ediyor. Güney Kürtleri’nin siyasi ve toplumsal bakımdan geliştikçe geleneksel Kürt siyasetini politik ve toplumsal ilerlemenin terimleriyle eleştirmeye girişeceğini ve PKK ile arasındaki mesafeyi kısaltacağını kestirmek güç değil.
Barzani’nin bu endişeleri en büyük ticari partneri olan Türkiye’nin dayatmalarıyla da bir araya gelince, “PKK’yi oyunun dışında tutma” KDP için en uygun siyaset olarak görünüyordu. “PKK’yi oyunun dışında tutma” KDP için öylesine vazgeçilmez bir siyasetti ki, uzun bir süre KDP’yi “Rojava Devrimi”nin açıkça karşısına dahi geçirdi. (KDP’nin Rojava’ya ilişkin şu anki söylem değişikliğinin pratikte bir karşılığının olup olmadığı, taraflar arasında halen tartışma konusu)
Ancak ABD’nin ve Türkiye’nin Suriye politikalarının krizi, “Suriye Muhalefeti”nin krizine dönüştü. ABD ve İsrail için Suriye iç savaşının ve “Suriye Muhalefeti”nin yeniden yapılandırılması zorunlu hale geldi. Suriye iç savaşına yönelik laik-cumhuriyetçi-demokratik siyaseti ile PYD bir yandan Suriye Kürdistanı’nda devrimsel nitelikte bir siyasal toplumsal süreci başlatırken, diğer yandan da Suriye’deki siyasi sürecin güçlü bir aktörü olmayı başardı. ABD ve İsrail’in Suriye’deki “kartları değiştirme ihtiyacı”, PYD’nin ve Rojava’daki siyasi gelişmelerin “tanınması”nı zorunlu hale getirdi. ABD ve İsrail, Erdoğan ve Barzani’yi somut siyasetlerinde ciddi gerilimler yaratma pahasına “çark ettirdi” ve birincisini PYD, ikincisini PKK ile barışmaya zorladı.
Türkiye tarafından tanınan bir “Özerk Suriye Kürdistanı Yönetimi” ve Barzani’nin, Öcalan’ın “manevi huzurunda” çağrısını yaptığı Kürt Ulusal Konferansı ile birlikte Ortadoğu Kürt Hareketi’nin siyasi evrim süreci “doğal yatağı”na oturma yolunda büyük bir adım attı.
Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin hanesine tarihsel bir kazanım olarak geçecek olan bu “iç denge değişimi”nin bir bedeli olacak mı? Elbette ABD ve İsrail, PYD’nin ve PKK’nin önünü “babasının hayrına” açmadı. Öncelikle bunu “mecbur kaldıkları için” yaptılar. Ama bu “zorunluluk” Suriye ve İran politikalarının revize edilmiş versiyonlarında bu aktörlere de “rol” verme zorunluluğundan başka bir şey değil. ABD ve İsrail’e müttefikleri Erdoğan ve Barzani’ye ayar verdirten bu zorunluluk. PKK ve PYD kendisinden talep edilen rolü oynar mı, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama biliniyor ki PKK ve PYD bugünlere, başkalarının kendilerine biçtiği rolleri oynayarak değil, Kürt halkının demokratik talep ve çıkarlarının savunuculuğunu yaparak geldiler, bu gerçeğin de en çok onlar farkında.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.