Tarih 27 Mayıs 2013’ü gösteriyordu. Rant aşkı ile yanıp tutuşanlar her zamanki rahatlıklarıyla yeni bir saldırıya girişmişlerdi. 3-5 ağaca karşı yönelen bir saldırı temelinde asıl amaç ortadaydı. Topçu Kışlası süsü verilmiş bir AVM yapılmasıydı asıl olan. Mevcut iktidarın tarzına uygun bir yönelimdi özet ile. Malum durum böyle olunca 3-5 ağacın kesilmesine karşı 3-5 çapulcu(!) tepki […]
Tarih 27 Mayıs 2013’ü gösteriyordu. Rant aşkı ile yanıp tutuşanlar her zamanki rahatlıklarıyla yeni bir saldırıya girişmişlerdi. 3-5 ağaca karşı yönelen bir saldırı temelinde asıl amaç ortadaydı. Topçu Kışlası süsü verilmiş bir AVM yapılmasıydı asıl olan. Mevcut iktidarın tarzına uygun bir yönelimdi özet ile. Malum durum böyle olunca 3-5 ağacın kesilmesine karşı 3-5 çapulcu(!) tepki göstermez mi? Gösterir elbette. Ki gösterdi.
Malumunuz burası Türkiye. İfade özgürlüğü, protesto hakkı da neymiş! Hatırlıyorum da Tayyip Erdoğan zamanında “taraf olmayan bertaraf olur” demişti…
Özgürlükten, haktan, eşitlikten taraf olmak ile onun kastettiği “taraf” arasında bir uyum görmemiş olacak ki 3-5 çapulcuyu polis gücüyle bertaraf etmeye çalıştı.
Ve sonrasında tarihe geçen bir süreç başladı. Bu sürecin adına Gezi Parkı olayları demek, Hükümet İstifa eylemleri demek, Haziran İsyanı demek yetersiz kalacaktır. Yaşanan direnişe bu kadar geniş yelpazede bir insan kitlesini içinde barındırdığı için isim koymakta güçlük çekiyorum.
Klasik olacak belki fakat şu tespit çok yerinde: mesele artık 3-5 ağaç meselesi değildi. Başta polisin parkta uyguladığı orantısız güce yönelik tepki aslında 11 yıllık sosyoekonomik eşitsizliğe, halkın yatak odasına dahil burnunu sokabilecek kadar özgürlüklerin hiçe sayıldığı bir sürece, kadınların hiçleştirilmesine, kimliksizleştirilmeye çalışılmasına, inanç özgürlüğünün yok sayılmasına ve sayısız yanlışa karşı bir patlamaydı. 3-5 ağacın kesilmesine karşı tepki koyan 3-5 çapulcu değildik artık. O gün gelip çattığında milyonlar olup özgürlüğünü arayan ağaçlar gibiydik. Ormanlar olup aktık kentlerin kalplerine.
İnsanların neye karşı öfkelendiği, neye isyan ettiği bu kadar berrak görünmemişti hiçbir zaman. Fakat başbakan bunu değerlendirmek ve anlamak yerine her geçen gün söylemlerini daha da sertleştirdi. Ve süreç ilerledikçe şaşkınlığından sıyrılmaya çalışan AKP hükümeti olayın asıl nedenini(!) çözmüştü: Marjinaller.
Öyle marjinaller geldi geçti ki bu meydanlardan.Yaşlı başlı amcalarımız-teyzelerimiz mi dersiniz, liseliler, üniversiteliler mi dersiniz, esnaf, çocuklar mı dersiniz, yıllarca ezilen sömürülen kadınlar mı dersiniz, yoksa apolitik denilen 90 kuşağı mı…
Öyle ki bu marjinaller bir de ellerinde tencere ve tavalarla inmiş alanlara.Tam bir vandallık(!) örneği. Üstüne üstlük bir de sokaklarda bir yerde aniden durup saatlerce kalıyorlarmış. Akıl alır gibi değil(!). Ya da polisin ateşli silahlarından, savaş görüntülerini aratmayan araçlarından yapılan saldırılarından can derdi ile kaçarken meşru müdafaa haklarını kullanmak suretiyle ellerinde taş tutuyorlarmış. Ne denir bilemiyorum.
Kaçmak demişken bazıları bu saldırılardan kaçabilecek kadar uzun soluklu yaşayamadı onur isyanını. Kaçamadılar ölümün soğuk nefesinden. Bazıları için onurlu ve insancıl bir yaşamı aramanın karşılığı ölüm oldu haziran sıcağında. Ethem Sarısülük yürüdü ölüme önce. Ardından Abdullah, Mehmet, Ali İsmail, Medeni ve daha öncesinden niceleri. Halk ormanında ağaçlarımızı kestiler, onlarca ağacımızı da kesmeye çalıştılar fakat kesemediler. Dilan Dursun gibi halk ormanındaki nice ağaçta bir inat tutundu yaşama. Berkin Elvan gibi tutunmaya çalışıyor hala.
Peki ölümün soğuk nefesi haziranın sıcaklığıyla yürüyen umudu buz kesmeye yetti mi? Bunun cevabını hepimiz gördük ki hayır. Peki haksız yere,mesnetsiz iddialar ile gözaltına alınan,tutuklanan insanlar yıldırabildi mi bu onur mücadelesini? Hayır.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak derken bu halk bir ütopik söylem kullanmamıştı. Doğru olanı, gerçek olanı söylemişti. Pratikte de kanıtlamıştı. Ve bu daha başlangıç mücadeleye devam derken de doğru olanı söylemişti, hala söylüyor. Onurlu bir geleceği kazanınca halkımız pratikte bu söylemin tarihsel haklılığını tekrar kanıtlayacaktır. Tarihe bir not düşüldü. Yaşananlar, söylenenler tamamı ile gerçektir. Ve gerçekler devrimcidir.
Artık söz halkta. Artık söz ezilenlerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların ve tüm onurlu insanların.
* Deniz Can Aydın, Haziran İsyanı’nda tutuklandı ve kısa süre sonra tahliye edildi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.