AKP, Taksim’de telafisi mümkün olmayan siyasal bir yenilgi aldı. Ve bu yenilginin rövanşı ne Kazlıçeşme’de ne de sandıkta alınabilir Tayyip Erdoğan, 11 Temmuz’da MÜSİAD’ın lüks iftar yemeğinde yaptığı konuşmada “En büyük meydan Taksim Meydanı değildir, Kazlıçeşme’dir. Kazlıçeşme’den daha büyük bir meydan var, o da sandık meydanıdır” dedi. Bu sözler, aslında Erdoğan’ın Taksim’den vazgeçtiğini ortaya koyan […]
AKP, Taksim’de telafisi mümkün olmayan siyasal bir yenilgi aldı. Ve bu yenilginin rövanşı ne Kazlıçeşme’de ne de sandıkta alınabilir
Tayyip Erdoğan, 11 Temmuz’da MÜSİAD’ın lüks iftar yemeğinde yaptığı konuşmada “En büyük meydan Taksim Meydanı değildir, Kazlıçeşme’dir. Kazlıçeşme’den daha büyük bir meydan var, o da sandık meydanıdır” dedi.
Bu sözler, aslında Erdoğan’ın Taksim’den vazgeçtiğini ortaya koyan apaçık bir yenilgi itirafıydı. Türkiye toplumunu kalıcı olarak dönüştürme hedefindeki bir iktidar için pek de anlaşılır olmayan bir biçimde, Türkiye’nin en simgesel meydanını küçümsüyor, daha doğrusu uzanamadığı ciğere mundar diyordu.
İşin özü AKP, Taksim’de halk ile iktidar arasında yaşanan meydan muharebesinde, telafisi mümkün olmayan siyasal bir yenilgi aldı. Ve bu yenilginin rövanşı ne Kazlıçeşme’de ne de sandıkta alınabilir.
Taksim’in politik ve toplumsal anlamının karşısına Kazlıçeşme’nin metrekare hesabı ile, halkı aktif siyasal bir özneye dönüştüren kitle seferberliğinin karşısına halkı pasif bir seçmen yığınına indirgeyen kırık-dökük temsili demokrasinin sandık oyunlarıyla çıkanlar, yenilgilerini büyütmeye mahkumdur.
Onlara geçmiş olsun…
***
11 yıllık iktidarında devletin bütün kalelerini fetheden AKP, Türkiye’nin en simgesel meydanı ve İstanbul’un kalbi olmasına karşın kendisinin değil hasımlarının siyasal simgeleri ile dolu olan Taksim’e düzenlediği seferde bozguna uğramıştır.
Bir yanında heybetli bir Kilise, bir yanında Atatürk Kültür Merkezi (AKM), ortasında iki Sovyet subayının heykellerinin de yer aldığı Cumhuriyet Anıtı… Erdoğan’ın pek hazzetmediğini bildiğimiz bu “kafir” ve “Kemalist” simgelerinin yanı sıra, meydan 1976’dan bu yana 1 Mayıs meydanı olarak bir “komünist” damgası da taşıyor. Üstelik meydanın emekçilerce geri alınması, 1 Mayıs’ın tatil günü olarak kazanılması da yine AKP iktidarına karşı ve ona rağmen, polis terörü alt edilerek, Erdoğan’a söyledikleri yutturularak gerçekleşti.
Taksim’i 1 Mayıs’a kapatmak, AKM’yi yıkmak, 1908 devriminin rövanşını almak isteyen İslamcı ayaklanmanın “yıkıldığı” kalelerden Topçu Kışlası’nı Gezi Parkı’nın üstünde yeniden ayağa kaldırmak, Türkiye’nin sembolik merkezine AKP’nin damgasını vurmak, gelmiş geçmiş yenilgilerin rövanşını almak olacaktı. Olmadı.
***
Peki, Erdoğan’ın meydanların büyüklüğünü, daha doğrusu meydanları dolduran kalabalıkların sayısını kıyaslamasının hiç mi anlamı yoktur? Elbette vardır. Ancak meydanları dolduranların siyasal etkisinin, meydanın metrekaresi ya da katılımcı sayısı ile doğru orantılı olduğunu iddia etmek zordur. Her kitlesel bir araya gelişin zamana, mekana ve bir araya gelişin biçimine göre değişen ayrı bir “siyasal etki katsayısı” vardır.
Aynı zamanda gerçekleşen iki farklı kitlesel bir araya geliş olarak Taksim merkezli Gezi Direnişi eylemleri ve Kazlıçeşme merkezli AKP kontra-mitingleri ancak bu şekilde kıyaslanabilir.
Taksim’e çıkmak, ayrıca açıklama gerektirmeyen bir biçimde aydınlanmanın ve işçi sınıfı mücadelesinin değerlerine, ortak zenginliklerine ve kentine sahip çıkan halkın iktidara meydan okumasıdır. Halk Taksim’e çıkınca iktidar sarsılmakta, iktidarı sarsan da siyasal potansiyelinin farkına varmaktadır. Taksim’in pozitif bir “siyasal etki katsayısı” vardır. Yani Taksim Meydanı’na eyleme çıkanlar tek tek birer siyasal özne olur. Bir kişiyi dinlemekle yetinmez, kolektif olarak konuşur. Söz, yetki, karar, iktidar sahibi olma yolunda bir adım atar. Taksim-Gezi eylemleri ile bir doğrudan demokrasi deneyimi olan park forumları arasındaki hızlı geçişin sırrı buradadır.
Kazlıçeşme’ye gitmek ise, politik anlamını esas olarak kürsüye çıkıp konuşandan alan, alana gelenleri siyasetin nesnesine ya da pasif birer destekçiye (seçmene) ve kafa sayısını indirgeyen bir eylemdir. Toplumsal düzeni sarsmaz. İktidar karşısında kendi başına somut bir siyasal etkisi olmaz. “Siyasal etki katsayısı” halk açısından “sıfır”, yani yutan elemandır. Oraya giden halkı yutar. Bu nedenle halkı pasifize etmek isteyen Tayyip Erdoğan açısından ideal, harekete geçmek isteyen halk kesimleri açısından uygunsuz bir tercihtir. Direnişçilerin derdi de Erdoğan’la onun çöplüğünde ve onun usulleriyle boy ölçüşmek değil ona meydan okumak değil midir?
***
Erdoğan’ın sokağın karşısına sandığı çıkarıp sandığı en büyük meydan ilan etmesi de, kendisi açısından acıklı bir durumdur. Seçim zaferleri nedeniyle “sandığın ustası” ilan edilen Erdoğan (bu arada, “sandığın ustası” olmayan bir diktatör var mı), meydanlardaki eylemler karşısında sandığı savunmak için övgü sözcüğü olarak yine “meydan”ı kullanmaktadır: “En büyük meydan Taksim Meydanı değildir, Kazlıçeşme’dir. Kazlıçeşme’den daha büyük bir meydan var, o da sandık meydanıdır.”
Ancak asıl mesele Erdoğan’ın dil sürçmelerinde açığa çıkan yenilgi psikolojisi değildir. Mesele, halkı (iktidar partisinin seçmeni olsun ya da olmasın), karar alma süreçlerinden bütünüyle dışlayan sandığın (temsili demokrasinin) krizine, devrimci bir itirazın yükselmiş olmasıdır. AKP’nin hararetle, hareketin içindeki kimi bileşenlerin de daha kısık sesle dillendirdiği “parti kurun, seçime girin” çağrılarının karşılık bulmayışı, hareketin apolitikliğinden değil; mevcut parlamenter siyasal düzleme karşı doğrudan demokrasiye ve kitle seferberliğine dayalı başka bir siyasal düzlem oluşturma yönünde bir politikleşme yöneliminden kaynaklanmaktadır.
Halk artık siyasetin öznesi olmak istemektedir ve Gezi Direnişi’yle de bu yola girmiştir. Neredeyse hiçbiri seçimle iktidar yitirmemiş bütün diktatörler gibi “sandığın ustası” olan Erdoğan’ın en büyük ve telafisi imkansız yenilgisi de budur.
Tayyip Erdoğan’a geçmiş olsun!
Halkın 31 Mayıs 2013 itibariyle yeni bir siyasal-toplumsal düzlem oluşturarak girdiği bu yolda, bu yeni düzlemin örgüt, strateji, hareket gibi devrimci görevlerini üstlenenlere de kolay gelsin…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.