Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla AKP iktidarı için artık işler hiç de iyi gitmiyor. Gelecekte de düzelmeyecek. Kuşkusuz bunun en güçlü nedeni milyonlarca insanın sokağa taşan ve bir türlü dinmeyen öfkesi. Artık AKP’liler dolmuşta, otobüste Tayyip Erdoğan propagandası yapamaz, her meydana “AKP’ye üye ol” masaları açamaz hale geldiler. AKP’nin büyük başları maç seyretmeye ancak Kayseri, Yozgat […]
Tayyip Erdoğan ve dolayısıyla AKP iktidarı için artık işler hiç de iyi gitmiyor. Gelecekte de düzelmeyecek. Kuşkusuz bunun en güçlü nedeni milyonlarca insanın sokağa taşan ve bir türlü dinmeyen öfkesi. Artık AKP’liler dolmuşta, otobüste Tayyip Erdoğan propagandası yapamaz, her meydana “AKP’ye üye ol” masaları açamaz hale geldiler. AKP’nin büyük başları maç seyretmeye ancak Kayseri, Yozgat gibi şehirlerde stadyumlara gidebilir, toplu açılışları bile parti teşkilatı onayından geçen insanlarla yapabilir hale geldiler. Kısacası AKP sokağı kaybetti. Sokağı kaybeden, iktidarı kaybeder…
Tayyip Erdoğan’ın işlerinin iyi gitmediğine yurt dışından başlayalım. Hatırlanacağı gibi Tayyip Erdoğan’ın “dünya fethi”, kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olarak ataması ve Körfez Arap sermayesini arkasına alarak başladı. Geldiği nokta ise Müslüman Kardeşler ana eksenli bir Sünni ittifak içinde yer almaya daraldı. Mısır’ı da kaybettikten sonra elinde sadece, o da sembolik olarak Hamas kaldı. Mısır konusunda bu kadar debelenmesinin asıl nedeni de bu “büyük projesini” son hamlelerle kurtarma çabası. Ama beyhude.
Mısır’da Mursi taraftarı Müslüman Kardeşler bile yenilgiyi fiilen kabul etti, şimdiki dertleri karşı tarafı bir vadede zayıflatmak. Suudi Arabistan’ın darbenin (biz de darbe diyoruz Tayyip Erdoğan, yalnız değilsin) hemen ardından saf değiştirip ABD’nin yanına geçmesiyle Mursi taraftarı olarak sadece Katar kalmıştı. ABD’nin hamlesiyle Katar’da yapılan saray darbesi sonucunda artık Katar da saf değiştirdi. Tüm dünyada Mursi’yi destekleyen tek hükümet sadece AKP hükümeti olarak tescillenmiş durumda.
Tayyip Erdoğan’ın Mursi’yi desteklemek için dayandığı gerekçe ise gerçekten takdire şayan. Sanki Mursi’nin nasıl seçildiğini bilmiyor! Ancak Mursi ile kurduğu kader birliğinden olsa gerek kendisi de aynı yöntemle gideceğinden korkuyor. Mursi’nin cumhurbaşkanı olma aşamalarına kısaca bakmak yararlı olur. Bilindiği gibi Mübarek’in devrilmesinden sonra Ocak 2012’de yapılan seçimlerin ardından Mursi cumhurbaşkanı olmuştu. Ama bu seçimlerin ayrıntıları neydi? Cumhurbaşkanlığı seçimine Mısır halkının katılım oranı %50’de kalmıştı. Yani her iki Mısırlıdan biri oy kullanmadı. Mursi %24, Şefik %23, Sabbahi %20 oy aldı. Mursi’nin %24 oy oranı 5 milyon 764 bin oy anlamına geliyordu. İkinci tura ise en çok oy alan iki aday katıldı. Mursi, bu iki adaylı seçimde kazandı. Sonuç; 52 milyon seçmenin olduğu ülkede Mursi, bir başka ifade ile Müslüman Kardeşler 5 milyon 764 bin oyla iktidarı ele geçirdi. Mursi’nin yaptırdığı anayasa referandumunda da durum farklı değil. Katılım oranı %32, evet %63, hayır %38. Yani seçmen nüfusun beşte biri ile anayasayı geçiriyor. İşte Tayyip Erdoğan’ın arkasında durduğu sandık demokrasisi bu.(1)
Mısır örneğinden Türkiye’deki siyasi güçler de geleceğe dair bazı benzerlikler kurabilir elbette. Örneğin Tayyip Erdoğan, %30’larda oy alsa bile kendi partisinin iktidarını meşru saydırabilmenin hesaplarını yapacaktır. Diğer yandan sandığa gitmeyenler de (yani boykot edecek olanlar da) gerçek iktidarın sandık sonuçlarıyla bir ve aynı şey olmadığının ispatını göstereceklerdir.
Tüm bunların yanı sıra Mısır’da ordunun darbe yaparak iktidara el koymasının asıl nedeni Müslüman Kardeşlerin (Mursi’nin) önünü kesmek değil halk muhalefetinin önünü kesmektir. Darbenin asıl nedeni Tahrir Meydanı’nın ülkenin iktidarını almasının engellenmesidir. Bir benzerlik kurulacaksa Mısır’daki darbe Türkiye’nin 12 Mart’ıdır. Büyüyen, gelişen, iktidarı iktidarsız kılan ve özgürlük, adalet ve haysiyet isteyen Mısır muhalefetinin ilerlemesi engellenmek istemektedir. Ancak Tahrir hala dolu ve pankartları hala başlarının üzerinde.
Diğer yandan Tayyip Erdoğan’ın işleri Suriye’de de iyi gitmiyor. Tüm yatırımını Esad’ın gitmesi üzerine yapınca şimdi çark edecek yer bulamıyor. Ne rejim içinden ne rejim dışından seçenek yaratamadı. Suriyeli muhalifleri her anlamda besleyerek bir arada ve kendi kontrolünde tutma taktiği fiyasko ile sonuçlandı. ÖSO ile İslamcıların (El Kaide) birbirleriyle çatışmaya başlamasıyla işler iyice Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun kontrolünden çıktığının kanıtı. Sınırın öte tarafında Esad, Rusya’nın yardımı, ABD’nin “tarafsızlığı” sayesinde iktidarını pekiştiriyor. Sınırın bu tarafında ise AKP tarafından birbirine düşmanlaştırılan, Reyhanlı’da 52, Antakya’da iki çocuğunu toprağa vermiş, öfkesi sokaklara akan Hatay halkı. Ve Hatay’da açılan yaraların Tayyip Erdoğan tarafından asla tedavi edilemeyeceği gerçeği.
Ve ekonomide de Erdoğan Hükümeti için çanlar çalmaya başladı. Faiz oranları, döviz kurları, bütçe açıkları, işsizlik sayıları “ne hazindir ki” Tayyip’in bir emriyle hizaya girmiyor. Merkez Bankası, piyasaya döviz pompalayarak durumu kurtaramayacağını anladı ve faiz oranların yükseltileceğini ima etmeye başladı. Bu “paralarınızı sakın ülke dışına çıkarmayın, ben sizi daha da ihya edeceğim” demek. Dolar ve Euro’nun fiyatı artmaya başladı, yani artık “daha yüksek fiyattan mal almak” demek. İşsizlik neredeyse yüzde10 oldu; daha ucuz emek bulunabilir ama para harcayacak insan zor bulunur. Cari açık tarihin rekorunu kırmak üzere, yani ülkenin aldığı ile sattığı arasında çok büyük bir fark var. Bu ise açığı kapatmak için daha çok borçlanılacak demek.
Tüm bunların sorumlusu ise Gezi Parkı ve tüm ülkede sokağa çıkan milyonlarca çapulcu.(2) Tayyip Erdoğan’ın kendisinin, yönetim tarzının ve AKP’nin gerici, piyasacı politikalarının hiçbir sorumluluğu, suçu yok.
Tayyip Erdoğan için yurtdışı başarısızlığından, ekonomik krizden çok daha tehlikeli bir durum söz konusu; ülkedeki iktidarını kaybetmekle karşı karşıya. 11 yıl boyunca hiç bu kadar yaklaşmamıştı uçuruma. Taksim Gezi Parkı’nda yakılan ateş hala sönmedi, söndürülemiyor. Üstelik siyasi iktidar elindeki her türlü aracı devreye sokmasına rağmen. (Devreye sokmadığı bir tek araç var: demokratik yol ve yöntemler. Onu da bu iktidardan beklemek zaten anlamsız).
Kullandığı en önemli araç kuşkusuz şiddet ve özellikle şiddet. Bu o kadar kaçınılmaz ki polis şiddeti konusunda göstereceği en ufak bir zafiyet her şeyi tersine çevirebilir. Tam da o yüzden her türlü hukuksuzluğu ve gayri meşruluğu yapmakta. Ethem Sarısülük’ün polis tarafından öldürüldüğü apaçık kanıtlanmış durumda ancak katil polis cezaevine konmuyor, konamıyor. Aynı durum Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri için de geçerli. Diğer öldürülenlerin, sakat bırakılanların sorumluları da hala görevleri başında. AKP, bunları cezalandırmaz, cezalandıramaz. Çünkü bunu yaptığında kendisi için insan öldürecek eleman bulamayacaktır. Bugünkü katillerin korunması, gelecekteki katillerin yaratılmasını sağlayacaktır. Katledilenlerin en büyük sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Ancak Tayyip Erdoğan’ın elindeki “resmi”ler halkın direnişini bastırmaya yetmedi. O zaman da devreye “sivil güçler” sokuldu; esnaf kılığında, taksici kılığında. İlk “palalı esnaftan” sonra Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “kimse kusura bakmasın, şiddet şiddeti doğurur” açıklamasıyla “palalıların” sayısı da arttı, elbette. Bu kadarı da başarılı olamadı. İleri adım olarak, esnafın organize edilmesine, örgütlenmesine geçildi. Uyduruk esnaf örgütleri ile 10 kişilik basın açıklamaları tezgahlandı, direnişçiler hedef gösterildi ki yapılan ve yapılacak saldırılara sözüm ona meşruluk kazandırılsın.
AKP’nin aynı işlevle yani hedef saptırmayla görevli “gönüllü” destekçileri de –az sayıda kalmış olmasına rağmen- hala mevcut. Bir zamanların enterkonnekte (bağlaşımlı) faaliyet gösteren liberallerinin önemli bir kısmını kaybetse de birkaç zibidi hala görev başında. Son dönem tekrar ortaya çıkan Baskın Oran ve nöbetçi kadrolu Alper Görmüş sahne aldı. Taksim Dayanışması’nı resmi olarak açıklanmamış mahkeme kararını neden gayri resmi olarak açıklamadınız diye suçlayıp, polis tarafından öldürülen insanların baş sorumlusu ilan ediverdiler. Tayyip Erdoğan’ı, onun adalet bakanını, onun içişleri bakanını, onun valisini ve katil polisleri aklamak için “ince zekalarının” sonuna kadar kullanmışlar. Bağımsız milletvekili olma şansını daha önce kaybeden Baskın Oran ise bu kez daha iddialı anlaşılan, istihbarat analizlerine giriştiği, resmi devlet jargonuna sarıldığına(3) göre milletvekili olmak bile kesmeyecek onu. Gözü İçişleri Bakanlığı’nda, o olmazsa MİT müsteşarlığı da olur.
Başbakan, iktidarının her yılında yaptığı gibi Ramazan ayını da kullanmaya kalktı. Ramazan ayı neredeyse her zaman Tayyip’in işine yaramıştı zaten. Kah seçimlere denk gelmişti kah referanduma. Allah için, oruç için oy istenmişti. Bu kez de tepkileri dindirmek için kullanıldı. Ama artık “çadır”, Erdoğan için başka şeyler çağrıştırıyor; Tekel çadırı, Gezi çadırı. O yüzden çadırdan soğudu, biraz tırsıyor, bir ay için gelirler bir yıl kalırlar.
AKP’nin kullandığı en önemli araçlardan bir diğeri ise korkutmak, yıldırmak için değerlendirdiği gözaltı ve tutuklamalar. Taksim dayanışması üyelerinin bir kısmının gözaltına alınması, gözaltı sürelerinin uzatılması, ev aramaları yapması, serbest bırakılmalarına rağmen tekrar itiraz edilmesi. Bunların amacı bellidir; sindirme, yıldırma, tehdit. Ve “tehlike”nin sürdüğüne ilişkin algı yönetimi. Aynı amaç diğer örneklerde yaşanan, önce tutuklama yani cezaeviyle tanıştırma sonra itirazdan salı verme biçiminde de görülmektedir. Gözaltı ve cezaevi, her faşist iktidar gibi AKP için de kullanmaktan vazgeçmeyeceği araçlardır. Muhalif olanların, AKP’yi iktidardan indirmek isteyenlerin bundan kaçışı yok. İktidarı kaybetmekte olduğunu gören AKP’nin zayıflamasıyla paralel gelişen bu saldırıları karşısında, savunma ya da geri çekilme değil mücadeleye devam, üstelik daha da karalı bir biçimde devam, esastır. Tersi her durum AKP’nin başarı hanesine yazılacağı gibi toplumsal muhalefette güç kaybına, motivasyon kaybına neden olacaktır.
Sonuç itibariyle; AKP saldırmaktan, her aracı kullanmaktan asla vazgeçmeyecek. Onu vazgeçirecek olan şey başarısızlıktır. O yüzden attığı her adıma, kullandığı her araca karşı çok daha güçlü karşı adımlarla ve karşı araçlarla yanıt vermek gereklidir. Bu bir tercih değil zorunluluk. Deneyimlerden biliniyor ki egemenler, başarılı oldukları araçları daha da geliştirip saldırılarını daha da yoğunlaştırma konusunda uzman. Kendi kendilerine durmayacaklar. Halk hareketinin kazanımlarının korunması, her an yeniden parlayacak ateş için hazır olmak ve gelecek yeni dalgaların daha da büyük olabilmesi için AKP’nin her saldırısına karşı güçlü durmak ve karşı atak geliştirmek kaçınılmaz.
(1) Bu arada Tayyip Erdoğan’a sormak lazım; Suudi Arabistan’da, Katar’da, Kuveyt’te, Birleşik Arap Emirlikleri’nde sandık demokrasisi bile var mı, acaba? Bu ülke yönetimlerini meşru görüyor mu, acaba?
(2) Erdoğan’ı, bakanı Ali Babacan yalanlıyor; “ekonomideki kötü gidişin nedeni Gezi Olayları denildi, daha doğrusu sanıldı ama asıl neden küresel piyasalardaki dalgalanma”.
(3) “Pratiği teoriye oturtmuş” (yazısına bu ifade ile başlamış) bu akademisyen Gezi direnişçilerini eşsiz yöntemiyle kategorize etmiş ve bir de ulusalcılıkla hiçbir alakası olmayan örgütlerin 1932’den kalma bilgilerle, analizine girişmiş. Bu halkı kategorize etmekle uğraşma be Baskın. Başkalarının pratiğini teoriye oturtmakla da uğraşma, sen kendi teorini bir pratiğe oturt yeter.
* Bir de zorunlu dipnot düşmek gerek, bu süreçte sol, solculuk, devrimcilik adına yapılan yanlışlar, tercih edilen taktikler için! Çünkü tarihi herkes kendine göre yazıp, unutkanlık yapabiliyor. Ulusalcıları komünist yapma ya da özgürlükçü yapma adına Perinçek’in peşine takılıp “gazman” olmaya çalışanlardan, “Ne yani gaz mı yiyelim” deyip eylemleri bitirmek için yırtınanlara kadar tarihe not düşeceğimiz epeyce “örneğimiz” birikti. Unutmamak gerek çünkü oportünizm, reformizm ve revizyonizm kavramlarının Marksizm tarihinde bu kadar yer etmesi boşuna değil.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.