Gezi Parkı kıvılcımı önce İstanbul’u, sonra Türkiye’yi tutuşturdu. Kabına sığmadığını Brezilya ve Bulgaristan’ı tetiklemesiyle gösterdi. Dünya ve Türkiye tarihine adını yazdıracağını, daha ilk haftasında uluslararası gündemin birinci sırasına yerleşerek belli etti. “Jön Türkler”den (Jeunes Turcs) epey sonra, “hakları için savaşmak” anlamına gelen “Chapulling”(İng) /“schapulieren”(Alm.) /“el chapulo”(İsp.) sözcüğünü dünya siyaset literatürüne geçirmeyi başardı. 1908 ve 1923 […]
Gezi Parkı kıvılcımı önce İstanbul’u, sonra Türkiye’yi tutuşturdu. Kabına sığmadığını Brezilya ve Bulgaristan’ı tetiklemesiyle gösterdi. Dünya ve Türkiye tarihine adını yazdıracağını, daha ilk haftasında uluslararası gündemin birinci sırasına yerleşerek belli etti. “Jön Türkler”den (Jeunes Turcs) epey sonra, “hakları için savaşmak” anlamına gelen “Chapulling”(İng) /“schapulieren”(Alm.) /“el chapulo”(İsp.) sözcüğünü dünya siyaset literatürüne geçirmeyi başardı. 1908 ve 1923 burjuva devrimleri zamanında olduğu gibi, dünyanın önde gelen medya kuruluşları ve tanınmış solcu entelektüelleri (N. Choamsky, I. Wallerstein, A. Badoui, T. Ali, J. Petras, S. Amin, S. Zizek vs.), bir kez daha yüzlerini Türkiye’ye çevirdiler ve bu büyük mücadeleyi analiz etmeye çalıştılar.
Haziran direnişi, yalnız emperyalizmin neoliberal damgalı “ılımlı İslam” modelinin çöküşünü erken davranıp Mısır’dan önce ilan etmesiyle değil, 21. yüzyılın sosyal mücadeleler zincirinin bir halkası olması dolayısıyla da tarihteki yerini sağlama bağlamış bulunuyor.
Bundan sonra ülkemizdeki her devrimci çıkış kendini anlamlandırmak için sıkça Haziran günlerine gönderme yapmak mecburiyetinde kalacaktır.
Ayaklanma mı olay mı?
Direnişe herkes siyasi meşrebine göre kulp takar oldu: “Gezi hareketi”, “Gezi olayları”, “Taksim direnişi” gibi… Kimi ağaçların kesilmesine veya kamusal alanların AVM adı altında burjuvaziye peşkeş çekilmesine tepki, kimi yaşam alanlarına ve özgürlüğüne müdahale edilen “Y kuşağı”nın öfke patlaması, kimi İslamcılık ile sekülarizm çatışması diyor ve ona göre ad veriyor. Nedense bunların hepsini kapsadığı akla getirilmiyor. Eğer mesele “Gezi”den ibaretse, İstanbul’un ötesinde kendi Taksim’lerini yaratan (Kızılay ve Gündoğdu) Ankara ve İzmir’i nereye koyacağız? 79 kente yayılmış böylesine heterojen, çok katmanlı ve geniş katılımlı bir halk ayaklanmasını, Gezi Parkı’na, “iki ayyaş” aşkına ya da başbakan nefretine nasıl sığdıracağız? Bakar körlerin fili tarif ettiği duruma düşülmek istenmiyorsa eğer, tek yanlı tanımları bırakıp bütüne bakmak gerek. O zaman adı kendiliğinden ortaya çıkar: Haziran ayaklanması/isyanı ya da direnişi.
Ayaklanma dendiğinde abartma riski var tabii ki. Ayaklanmadan ayaklanmaya fark olduğunu herkes bilir. Tarihte görülen ayaklanmalar devrimle eşdeğer olandan başlar, saman alevi gibi parlayıp sönene kadar geniş bir yay çizer. Haziran direnişinin kendiliğindenliği, sınıfsal zaafları, hedeflerindeki belirsizlikler, şiddet içermeyen savunmacı karakteri, onu ister istemez düşük yoğunluklu ayaklanma sınıfına sokar. Devrimle ve üst düzey ayaklanmalarla karıştırılmamalıdır. Geçtiğimiz yüzyılın büyük devrimlerinde genel silahlı halk ayaklanması denilince devrimin en yüksek ve iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen son hamlesi olarak tasarlanmış topyekûn hareket anlaşılırdı. 1917 Ekim Devrimi, Bulgaristan, Arnavutluk, Çin (vs.) devrimleri bu yolla zafer kazanmıştır. Tarih bundan başka sayısız örgütlü/örgütsüz, büyük/küçük, başarılı/başarısız ayaklanmaya tanıktır. Bunların bazıları da bizdeki gibi şiddet içermeyen isyanlardır.
AKP iktidarının “Gezi’de denediler, Tahrir’de başardılar” diye ifade ettiği “darbe girişimi” safsatasıyla, olayları baştan itibaren kendisinin planladığını iddia eden ulusalcı İP’nin söylemi, aynı hezeyanın iki kutbudur. Ciddiye alınamazlar. Mayıs sonunda başlayıp haziran boyunca süren eylemler dizisinin, on yılların birikimi sonucu oluşup, beklenmedik bir anda patlak verdiği her türlü kuşkunun üstündedir. Eylemlerdeki gelişigüzellik, dağınıklık ve hedefsizlik önceden planlanmadığının delalettir. Göstericiler polisin saldırgan ve şiddete davet çıkaran ısrarlı tutumuna rağmen, istisnai durumlar haricinde yakma-yıkma, öldürme-yaralama gibi yollara başvurmamışlardır. Ayaklanmanın silahtan ve şiddetten uzak durmasında kitlenin yetersizliklerinin farkında olması kadar, hareketin asıl sosyal dinamikleri üzerine oturamaması ve yeni yüzyıl kent isyanları zincirine ayak uydurması rol oynamış olmalıdır. Çoğu hayatlarında ilk defa sokak eylemlerine katılan isyancılar düzenin legalite sınırlarını elbette ki zorlamışlardır. Fakat meşruiyetlerini korumaya, eylemlerine zarar verecek aşırılıklardan kaçınmaya da bir o kadar özen göstermişlerdir. Öldüresiye ateş eden, gaz tüpleriyle/tazyikli suyla insanları sakat bırakan, elleri bıçaklı/palalı/demir çubuklu yasa dışı güçleri devreye sokan karşı devrim güçleri olmuştur. Direnişçiler hükümetin başının kışkırtıcı ve aşağılayıcı tavırlarına rağmen, basiretli bir tutum göstererek sonu ağır bir yenilgi olacağı besbelli ayaklanmayla oynamamışlardır. Bu, ustaların “Ayaklanmayla oynanmaz” uyarılarına da uyan bir tavırdır.
Haziran direnişinin şiddeti öne çıkaran bir ayaklanmaya dönüşmemesinin öznel ve nesnel nedenleri de vardır elbette. Öznel nedeni çok parçalı devrimci hareketin cılızlığı, böyle bir mücadeleyi örgütleyip yönetecek güç ve yetenekte olmamasıdır. Bu konuda deneyimli ve örgütlü olan Kürt özgürlük hareketiydi, fakat ne yazık ki o da mesafeli bir duruş sergiledi. Liberal, ulusalcı, reformist güçlerse mücadeleyi ellerinden geldiğince geri çekmeye, gerici slogan ve pankartlarla düzen sınırları içinde tutmaya çalıştılar. Zaten direnişe katılma amaçları onu ileri taşımak değil kazanımlarını çalmak, oya tahvil etmekti.
Nesnel nedenlerine gelince direnişin ekonomik ve siyasi bir kriz üzerinde yükseliyor olmaması onu zayıf düşüren kusurlardan biridir. Böylesine büyük kitle hareketleri genellikle derin bir krizin üst noktasında ortaya çıkarlarken, bizde tersi olmuş gibi gözüküyor. Halk isyanının olgunlaşmış bir devrimci atılım üzerinde yükselmemesiyle de bağlantılı olarak çekirdek proletaryanın, sendikaların ve varoşların direnişin merkezinde bulunmamaları en önemli eksikliktir.
Bu daha başlangıç
27 Mayıs 2013’te İstanbul’da başlayan ve artçı sarsıntıları hala devam eden Haziran ayaklanması yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Bunu, yönetenlerle yönetilenler arasındaki mücadelede hiçbir şeyin eskisi gibi yürümeyeceği yeni bir sayfanın açılması diye okuyabiliriz. AKP iktidara geldiğinden beri Kürt özgürlük hareketi dışında bir engelle karşılaşmaksızın işlerini tıkır tıkır yürütmenin rehavetine alışmıştır. Şimdi üç kuruşa beş köfte kafasıyla devlet yönetme devrinin geçtiğini anlamış olmalıdır. Her şeyden önce, Lenin’in de ifade ettiği gibi, “on ya da yirmi yılda alınamayan mesafeyi birkaç ayda almış”, girdiği mücadelelerden eğitilerek çıkmış koskocaman bir kitle var. Eylemci kitlenin kapasitesi Haziran’dan önce binler, olağanüstü zamanlarda en fazla on binlerle ölçülürdü; şimdi ölçek yüz binlere, milyonlara çıkmıştır. Bundan sonra geniş kitlenin gözü iktidarın üstünde olacak, şehitlerini, sakat bırakılanlarını ve yol arkadaşlarını kolay unutmayacak, hatta yeri ve zamanı geldiğinde hatırlatacaktır. Haziran direnişçileri iktidar karşısında bir taraftı, bundan sonra da taraf olmaya devam edeceklerdir. Dün sürü olan, bugün sürü değildir. Sürülükten uzaklaşan kitlenin çoğalma arzusu taşıması da normaldir. Gün gelecek kim “yüzde elli”yi tutamıyormuş görülecektir.
AKP’nin kısa sürede büyük oy kaybına uğrayacağı, tepetakla gideceği hayaline de kapılınmamalıdır. Önemli olan gerileme sürecinin başlamış olmasıdır. Bugüne kadar gündemi kendisi belirleyen, boş arsada dizginsiz at koşturan AKP iktidarı bu şansını artık kaybetmiştir. “Osmanlı’nın torunlarıyız”, “Komşularla sıfır sorun”, “çılgın projeler” demagojilerinin büyüsü bozulmuştur artık. Çünkü inisiyatifi kaybetmiş, elinden kaptırmıştır. Bundan sonra attığı her adımda tepki gösterme ve direnme ruhuna sahip parlamento dışı muhalefeti hesaba katmak durumundadır. Gezi, Türkiye’ye baharla birlikte yeni bir ruh getirmiştir. Bu ruh, 1 Mayıs’ta İşçi sınıfına yasak edilen Taksim’i, bir ay sonra sol muhalefetin eline geçiren, devleti haftalarca İstiklal Caddesi-Taksim Meydanı-Gezi Parkı çevresine yanaştırmamakla kalmamış, üstüne üstlük “Gezi”ye sokmadığı başbakanı önce dış gezi, sonra da iç gezi turuna çıkartmıştır. Hükümete karşı mücadele ve dayanışma amacıyla park alanında kurulan komünal yaşam, üretken, eşitlikçi, coşkulu, hoşgörülü, nezih, yaratıcı, neşeli, ironik, alaycı, cesur ve direngen bir mücadelenin başlangıcıdır. Gezi Parkı’ndan Anadolu’ya yayılan bu ruh, neoliberalizmin vahşi kapitalist bireyciliğine alternatif insan tipini müjdelemektedir. Gelebileceği yere kadar geldikten sonra gerisin geri rücu etmiş eski tip devrimciliğe özenmeyen, dar grupçuluktan uzak, geniş düşünebilen, eskinin kamburlarını sırtında taşımayan yeni bir kuşak sokağa inmiştir.
Haziran direnişi sürgit devam etmeyecektir. Bazen yavaşlayacak, bazen yükselecektir. Yatağından taşan bir nehir gibi akan kitle hareketlerinin güç biriktirmesi zaman alır. Toplumsal mücadeleler inişli-çıkışlı, büyüyüp küçülebilen, bir alandan diğerine kayan, ağırlık merkezlerini değiştiren, eğriler çizen bir yol izler. Asıl olan duraksamadan yola devam etmek, yeni süreci kavramak ve direnişin derslerini hazmetmektir. Günü geldiğinde Fransızca konuşabilmek için, önceden Almanca konuşmuş olmak gerektiği sonsuz defa doğrulanmış bir olgudur. Bundan sonra da öyle olacaktır. Tek tiplikten alabildiğine uzak duran Haziran hareketinin “repertuar”ı hayli zengindir. İçinde yürüyüşler, yol kesmeler, meydan tutmalar, mitingler, sokak çarpışmaları, barikat savaşları, kısa süreli toplu grev, park işgalleri, duvar yazıları, oturma ve durma eylemleri, tiyatro ve müzik ziyafetleri, klakson-tencere-tava çalma, semt forumları (vs.) gibi pek çok deneyimi barındırmaktadır.
Haziran direnişi, yalnız kazanımlarıyla değil, eksiklerinin altını çizmesiyle de öğreticidir. Hareketin zayıflıkları neyse, giderilmesi gereken de odur. Direnişin klasik toplumsal dinamikler üzerine oturmaması bunların başında gelir. Proletaryanın öz katmanları, kent ve kır yoksulları, ezilen ulusun örgütlü ve bilinçli kesimleri yeterince sahaya inmemişlerdir. Halbuki kent ayaklanmalarında genel grevler, varoş direnişleri, üniversite işgalleri önemli enstrümanlardır. Raylar buna göre döşenmedikçe direngenlik Haziran’ı aşamayacaktır.
Önümüzdeki süreç olabildiğince karmaşıktır. Barış süreci, Türkiye’nin Ortadoğu cephesiyle ilişkileri, anayasa sorunu ve seçim atmosferi yeni sarsıntılara gebedir. Zamanla ekonomik ve siyasal kriz çıkma ihtimali mevcuttur. Böyle bir gelişme genel bir direnişin toplumsal tabanını genişletir. Ondan sonra Haziran’ı aşmak yalnız öznel etkenlere kalır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.