Kadına yönelik taciz ve tecavüz sadece kadına karşı kişisel olarak yapılmış bir saldırı, kadın fiziğini kullanma, ondan yararlanma durumu değildir. Bu aynı zamanda toplumsal mücadele içinde etken rol oynayan örgütlü kadını korkutarak, ahlaki olarak küçük düşürüp caydırma aracıdır da. Genel olarak sömürü sistemine ve AKP iktidarına karşı direnişin gelişerek açığa çıktığı Gezi Parkı direnişi ve […]
Kadına yönelik taciz ve tecavüz sadece kadına karşı kişisel olarak yapılmış bir saldırı, kadın fiziğini kullanma, ondan yararlanma durumu değildir. Bu aynı zamanda toplumsal mücadele içinde etken rol oynayan örgütlü kadını korkutarak, ahlaki olarak küçük düşürüp caydırma aracıdır da. Genel olarak sömürü sistemine ve AKP iktidarına karşı direnişin gelişerek açığa çıktığı Gezi Parkı direnişi ve bunu takip eden şu isyan günlerinde, kadına yönelik erkek egemen devlet şiddetinin de kendini iyiden iyiye hissettirerek açığa vurduğunu görmekteyiz. Eylemci kadınlar, polisin ve polisten yana olanların erkeklik uzvu bazlı küfürlerine uğruyorlar. Gözaltında taciz ediliyor, çıplak aramaya tabi tutuluyor vb. Bir AKP milletvekili kadın gazeteciye öfkesini “ben sizin bacak aranızı çekiyor muyum” diyerek sözde mağduriyeti açıklamaya çabalıyor.
Demokratik devrimci direniş yayılıp yoğunlaştıkça, polisin de eylemcilere yönelik saldırılarda kullandığı küfürlerin havada uçuştuğunu duyuyor, biliyoruz. Hani bunlar öyle münferit sayılabilecek bir durumdan ibaret de değil! “Allahü Ekber” nidalarıyla daldıklarında her copu sinkaflı bir küfürle indirdiklerine çok şahit olmuşuzdur. Direnişçi veya eylemci bir kadın ise saldırı sırasında coplar, gazlar, bombalar kadar kadının cinsel boyutlu fiziğine yönelik küfürler özellikle devreye girer. Öfkeyle ve sözle de olsa yapılan bir bakıma psikolojik şiddet ve tacizdir. Hemen belirmek gerekir ki bu tür saldırılar sadece kadına yapılmaz. Direniş ve mücadele egemen güçlere karşı bir mücadele olduğundan, küfür ve cinsel tacizden erkekler de nasibini almaktadır. Genel olarak, erkeğe edilen küfrün odağında da kadın cinsi; onun “ya karısı, ya anasını, ya bacısı”, yani kadın akrabaları vardır.
Geçmiş sömürü sistemleri ve şimdiki kapitalist sistem, toplumsal üretim ilişkileri içinde kadını nesneleştirmiş ve metalaştırmıştır. Toplumsal ilişki ve buna dayalı mekanizmalarda kadının belirleyici olma, özgürce karar verme ve yaşama hakkı genel olarak sınırlanmıştır. Etken güç, işin öznesi erkek egemen yapıdır. Bu temel yapının da kendine has bir ahlak yapısı oluşmuş, teamülleri ortaya çıkmıştır. Böylesi bir yapı içinden sıyrılıp çıkmaya çalışmasıyla kadınlar, egemen sistemin oklarını üzerlerine çekerler. Psikolojik, biyolojik, fiziki etkileri olan saldırılarla kadının umutları köreltilmeye, direnci kırılmaya çalışılır. İnsanın fiziki varlığına kendi rızası olmaksızın herhangi bir eylemde bulunmak taciz ve tecavüze girer. Dolayısıyla devrimci mücadele sürecinde korkutma ve sindirme amaçlı bu şiddetten hem kadın hem de erkek cinsi etkilenmektedir.
Kadının mücadelesinde taciz ve tecavüzün teşhiri önemlidir
Taciz ve tecavüz, mücadele sürecinde gözaltına alınan kadınların karşılaştığı devlet şiddetinin önemli bir parçasıdır. Bir kez daha belirtmek gerekir ki buradan erkeklerin taciz ve tecavüze uğramadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Ancak kadının erkek egemen ilişki sisteminde, bu ilişkilere ikinci derece bir duruşla tabi nesne olmasının getirdiği zayıflık, onu birçok koşulda olduğu gibi gözaltı koşullarında da erkek egemen cinsel şiddetle yüz yüze bırakmaktadır. Devlet, düzene isyana yeltenen kadınları ortalama toplumsal ahlak normları karşısında ürkütüp yere çalmanın temel yollarından biri olarak taciz ve tecavüzü uygulamaktadır.
Devrimci yurtsever kadınlar, işkenceyle sindirmeye çalışmanın yoğun olduğu zamanlarda, bedenlerine yönelik en ağır şiddetten biri olan taciz ve tecavüzle çok sık karşılaştılar. 12 Eylül’den sonraki süreçte yani 80’li yıllarda kadınların bu konuda hiç sesi çıkmadı. Ne kadar kadın, nasıl bir cinsel taciz ve tecavüz yaşadı bilinemedi. O süreç, kadınların böyle bir sorun karşısında almaları gereken tavrın ne olduğunu da birbirleriyle konuşup tartışmadıkları, kadının bireysel olarak içe dönük olduğu; namus ve ahlak anlayışının bacak arası boyutlu algılandığı bir dönem oldu. Bu açıdan bakıldığında 12 Eylül faşistlerinin kadına karşı cinsel taciz ve tecavüz olayları bir bakıma karanlıkta kaldı denilebilir.
İşkence, devletin örgütlü insanları siyasi amaçlı olarak tahrip etme, çözme, yok etme eyleminin önemli bir parçasıydı ve taciz ve tecavüz de bu yöntemin başında geliyordu. Toplumsal ahlak anlayışa göre bundan en çok etkilenecek olan kadın cinsiydi. Kimi kadınların gözaltı sürecinden sonraki derin suskunluğundan, mücadele içindeki arkadaşlarına karşı mesafeli, çekingen yaklaşımından bir şeyler yaşandığı sadece tahmin edilebiliyordu. Kadınlar feminist hareketin gelişiminin de etkisiyle 90’lı yıllarda gözaltında taciz ve tecavüzü çeşitli etkinlikler çerçevesinde konuşup tartışmaya başladılar. Amaç bu işkence yöntemini açığa çıkarıp teşhir etmek, bu yönteme maruz kalmış kadının gerek psikolojik gerekse de fiziksel olarak kendini onarmasını sağlayacak sosyal desteğin yolunu açmaktı. Bu aynı zamanda kadının kendi bedeninin bir nesne ve tahakküm aracı olarak kullanılmasına karşı sesini de yükseltmesi, kendi haklarına sahip çıkmasıydı. Taciz ve tecavüzün teşhir edilmesi, bu konuda hukuki hakları neler olduğunun irdelenmesi, taciz ve tecavüzün belgelenmesi için ilk başta neler yapılması gerektiğini kadınlara öğretti. Tek tek yargıya taşınan taciz ve tecavüz olaylarında, tecavüzün aktörü olan devlete bağlı polis veya askerin, teşhir karşısında nasıl köşe bucak kaçtığı, gözaltında büyük bir gösteriye dönüştürdüğü işkenceyi nasıl gizlemeye çalıştığı görüldü. Öyle ya; sözde ahlak, namus timsali salınan devletin, kendi vatandaşına en hayasızca işlere yeltendiğinin bilinmesi ipliğini pazara çıkarmaya yetebilir. Onun yerine korkakça kaçmak, inkar etmek ve sonra hiçbir şey olmamış gibi taciz ve tecavüzcüyü memuriyette terfi ettirmek sistematik bir politika haline gelmiştir.
Baskılara, adaletsizliklere, örgütsüzleştirmeye ve yok sayılmaya karşı gelişen Gezi Parkı direnişi veya Taksim isyanı toplumsal mücadeleye çok önemli bir ivme kazandırırken devletin, yine bütün saldırı silahları yanında, kadınlara yönelik küfür ve tacize daha sokaktayken başladığını yukarıda belirtmiştik. Ankara Dikmen’de 25 yaşındaki Halkevi üyesi Eylem Karadağ, arkadaşının oğlu 17 yaşandaki D. ile birlikte 26 Haziran’da polisler tarafından gözaltına alınıp elleri kelepçeli olarak cinsel tacize uğradı.
İçlerinden biri göğsümü sıkıyor, biri de kalçamı okşuyordu. Bu bir süre sürdü ve beni de akrebin içine adeta fırlattılar. Tam bu sırada cinsel organımda bir el hissettim. Bizi içeri attıklarında sistematik olarak kafamıza vurmaya devam ettiler. ‘Amirim’ kelimesinden amir olduğunu öğrendiğimiz bir kişi ‘a… koyun bunların ezin, altınıza alın’ demesiyle onlar daha çok üzerimize çıktı. Öyle ki bir tanesi kucağıma oturdu ve bir eliyle önce göğsümü, sonra boynumu okşamaya başladı. Aynı şeyi dirseğiyle de yaptı. İl Emniyet Müdürlüğü’ne gidene kadar sürdü bu. Bir yandan tecavüz tehditlerine maruz kalıyordum.”
Eylem Karadağ’ın serbest bırakıldıktan sonra kendisine yapılanlarla ilgili yukarıda sözleri, taciz ve tecavüzün kadını aşağılamak, bedeninde ve ruhunda tahribatlar yaratarak sindirmek için nasıl sıradan bir işkence yöntemi olduğunu bize bir kez daha gösteriyor. Böylesine aşağılık bir saldırı karşısında biz kadınlara ve hatta erkeklere düşen, polisin zorba ve ahlaksız yöntemini çekinmeden teşhir etmektir. Eylem’in dediği gibi “Susmayalım ki cesaretimizden korksunlar”. Gerçekten de bizler taciz, tecavüz, küfür gibi bu tarz saldırılar karşısında yeterince konuşmadığımız sürece devlet yetkilileri yaşananların geçmişte olduğu gibi “münferit” olarak niteleyecek, görevlilerini halk nezdinde dinli, imanlı, ahlaklı gösterip ödüllendirmeye devam edecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.