Rivayet şu: Genç ve yakışıklı Avusturya Prensi bir yurt dışı gezisine çıkar ve o esnada fanatik bir milliyetçi tarafından öldürülür. Beraberindeki birçok gelişmeyle birlikte ‘’tekil’’ bir cinayet teatral bir katliam ve cinnet şovunun dinamiti olur. Böyle yazar tarih kitapları 1. Dünya Savaşı’nın çıkışını… Doğrudur, Prensin bir güçlü bir temsiliyeti vardır ve benzeri bir vak’a yaşansa […]
Rivayet şu: Genç ve yakışıklı Avusturya Prensi bir yurt dışı gezisine çıkar ve o esnada fanatik bir milliyetçi tarafından öldürülür. Beraberindeki birçok gelişmeyle birlikte ‘’tekil’’ bir cinayet teatral bir katliam ve cinnet şovunun dinamiti olur. Böyle yazar tarih kitapları 1. Dünya Savaşı’nın çıkışını…
Doğrudur, Prensin bir güçlü bir temsiliyeti vardır ve benzeri bir vak’a yaşansa bugün bile savaş sebebi sayılabilir. Ancak; büyük olgular, tekil vak’alarla izah edilemez yahut onlara indirgenemez. Tıpkı bu savaşın sebebinin fanatik bir katile, dolayısıyla milliyetçiliğe indirgenemeyeceği gibi.Tıpkı, Gezi’deki vahşetin ve ölümlerin sebebinin ‘’açıklanamayan mahkeme kararı’’ olmaması gibi. Oysa bir süredir, Alper Görmüş’ün fitilini yaktığı, Baskın Oran’ın da nihayet balıklama atladığı ‘’tuhaf’’ bir iddiayı izah etmek zorunda kalıyoruz. İddia makamının kuşkulu ‘’kuşkuları’’na göre, Taksim Yayalaştırma ve Kışla Projeleriyle ilgili karar, henüz 6 Haziran’da mahkemece belli olmasına rağmen, Taksim Dayanışma Platformu bu kararı kamuoyundan günlerce gizleyerek ölümlerin yaşanmasından sorumlu hale gelmiştir.
Bu vb iddialar yandaş medyada kutsal metinlere dönüştürüldüğü için belki ‘’sıkıcı olmak’’ pahasına itirazlarımızı tekrar tekrar ve farklı şekillerde yinelemek zorundayız. Ölümlerin sebebine dayanak edilen argüman aslında en başından bizzat müellifi Alper Görmüş tarafından ‘’maddi hata’’ denilerek geçersiz hale getirilmiştir:
1. Şu ana kadarki ölümlerin neredeyse tamamı 6 Haziran’a değin yaşanan polis şiddeti sonucu gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, iddia daha en başından ‘’çöp’’ kıymetindedir. 2. Taksim Dayanışma’nın avukatı Can Atalay, mahkeme kararını 18 Haziran’da gördüklerini belirtti(Bir gazeteye yanlışlıkla farklı bir tarih verdiğini de belirtti) Alper Görmüş, ‘’maddi hata’’ yaptığını kabul etmesine ve iddiası çöp değeri kazanmasına rağmen aynı ‘’hatalı kuşku’’yu özür dilerken bile sürdürüyor. Bir bilim insanı olan Baskın Oran’sa müellifinin bile ‘’maddi hata’’ dediği bir iddiayı sahiplenmeye devam etmekte. Üstelik eylemcileri kategorize etme, kriminalleştirme ve görünmez kılma gibi sığ sularda yüzerek…
Ermeniler ve Dersimliler’e reva Olmayan Gezi’ye sevap mıdır?
Devlet şiddeti ve ölümler karşısında inkarcının başat takdiğidir: Asıl onlar bize yaptı! Bu kesmezse, ikincisi gelir: Kışkırtıp tahrik ettiler! Bu da kafi gelmezse ‘’komplo ve dış güçler’’. İmdi, Baskın Hoca bunu bilmez mi? Elbette bilir: ‘’Asıl, Ermeniler Bizi Öldürdü’’ ve ‘’Dersim’in Öğrettikleri’’ adlı iki farklı yazıda tam da bu meseleye değinir. Milliyetçinin biri baskın Hoca’ya ‘’Dersimli aşiretler tahrik etmese, devlet operasyon yapmaz; ölümler de yaşanmazdı’’ dese şu iki yazıya bakarak sizce ne söylerdi? Ya Lice? Görmüş ve Oran’ın mantık terazisine göre şu da sorulabilir: ‘’Lice’deki köylüler, karakola tasallut edecek derecede kışkırtılmasa o ölümler yaşanmayabilirdi; üstelik, yeni karakol da yapılmıyor, sadece yenileme yapılıyormuş…’’? Hatta biraz daha gerilere gidelim: “Aziz Nesin o yazıları yazmasa, daha dikkatli bir dil kullansa Sivas’ta insanlar bu kadar kolay provoke edilemezdi…’’? Oluyor mu sayın Hocam? Mesele ‘’özgürlükler ve haklar’’ açısından da sakatlıklar da içerir: Birincisi toplantı ve yürüyüş hakkının AB ilkelerini bilen bir bilim insanı, sırf keyif için dahi eylem yapma hakkımız olduğunu bilmez mi? İkincisi ‘’yaşam hakkı’’nın kutsal olduğunu bilmez mi? Örneğin, din eleştirisinin yaygın olduğu Batı’da, Hristiyanlık ve onun sembolleri –erotik mizahı bile içeren- sayısız sert eleştiriye maruz kalırken kimsenin burnu bile kanamaz. Oysa basit bir mizah için İslam toplumlarında onlarca ölüme yol açan şiddet olayları yaşanmış; hatta Hollandalı bir ressam benzer bir durumda öldürülmüştür. Bu iki durum arasındaki farkı bilen Baskın Hoca’ya soralım: Devlet ve şiddet kültürü oldukça sorunlu bir ülkede asıl sorgulanması gereken bu ceberrut, keyfi ve nobran rejim değil midir? Kriz sonrası Gezi protestolarının katbekat büyüklerinin yaşandığı komşumuz Yunanistan’da bildiğim kadarıyla hiçbir gösterici devlet şiddetiyle öldürülmezken bizdeki ölümlerin sebebini tahmin etmek çok mu zor?
Gezi, sosyal restorasyon ve siyasal bir asetondur…
Son yıllarda kamusal ve sosyal alanları ‘’semboller’’ üzerinden iğdiş eden yarım yamalak ‘’yapısalcı’’ analizler hasıl oldu. Sıklıkla komplocu bir dille ele ele giden bu iddialar neo-muhafazakar tarih ve toplum okuma yöntemi haline geldi. Özetle iddia şu: Gezi eylemlerindeki Kemalist ve Ulusalcı rezervler ile Edoğan’ın aldığı tepkiler özünde ‘’siyasetsizliktir’’.(Bakınız: Etyen Mahçupyan)
İktidarın otokrat, ceberrut ve nobran siyasal şovlarını imtina eden bu yaklaşımların görmediği şeyse şu: Tinsel bir lanet imgesine dönüştürülen Kemalizm ve darbecilik her türden hukuksuzluğun, keyfiliğin ve dayatmacılığın meşruiyet sopası haline getirilmiştir. Öyle ki iş bütün bir toplumun yaşam tarzını ‘’iki tane ayyaşın çıkardığı yasa’’ sözleriyle düpedüz aşağılamaya varmıştır. Torba yasalar ve hukuk bir ‘’siyaset tarzı’’ haline gelmiş; mehteran modeli, bir musiki estetiği olmaktan çıkıp politik bir ezbere dönüşmüştür. ‘’Napalım, malzeme bu; bunlar muhafazakar’’ denerek bu keyfiyet ve yarattığı çözülme görmezden gelinmiş; oysa bu ‘’muhafazakarlığın’’, eskinin bir devamı, statükonunsa yeni biçimi olduğu dikkatlerden kaçırılmıştır. Dink ve Roboski davalarında apaçık gözlenen bu hakikate karşın, ısrarla ‘’darbe şarkıları antolojileri’’ derlenmiştir. Ayrıca ‘’haklar’’ birer pazarlık aracı olarak rehin tutulmuş, yargıdaki reform kof çıkmış TMSF/vergi yollu mafyatik yöntemlerle basın teker teker satın alınmıştır.
Gezi süreci tüm bu keyfilik ve hukuksuzluklar karşında siyasal bir makyaj çözücü olmuştur. Siyasetsizliği bırakın, Kemalizme bir şekilde meyili ve örgütsüz kitleler nezdinde Gezi süreci tam bir siyasi ‘’okul’’ olmuştur. Beğenin yahut beğenmeyin: Gezi eylemleri, Kemalist kitleler nezdinde de uzun yıllardır gerçek anlamda ‘’siyasallaşmanın’’ başladığı bir milat gibidir. Gezi’nin iktidar muhitlerinde yarattığı ‘’şok’’sa ‘’kutuplaşma vs’’ değil, tam manasıyla bir öze dönüş/makyaj atımıdır. Yiğit Bulut’u ve ‘telekinezi’yi ‘’başdanışman’’ yapıp tüm ‘’karizma, güçlü lider, model adam’’ sair PR şovlarına karşın bir lideri siyasal parodiye çeviren güçlü bir meşruiyettir Gezi.
Hepsinden öte, solcusu, liberali, örgütlüsü, örgütsüzü, anarşisti ve Kemalistiyle tamamıyla meşru ve güçlü bir modernist isyanın da adıdır. Hayır, karşı çıktıkları ‘’yanlışlıklar’’ için değil; onlardan çok ‘’otorite’’ karşısında kamusal alan savunusuna geçip biçim, estetik ve üslup yönünden neo-modernist bir başkaldırıdır. %60’ı kendisini muhafazakar olarak tanımlayan bir toplumda ve onun var ettiği ceberrut iktidara karşın gücünü kamusal alanın savunusu, sokağa dayalı ‘’doğrudan eylem’’in meşruiyeti ve temelde yaşam alanına, yani kendine dair söz’den alan Gezi İsyanları bu toplumun adeta denge sübabı olmuştur. Eylemlerin biçimi, öğreticiliği ve estetiği bize göstermiştir ki bundan gayrı hiçbir iktidar öylesine ‘’keyfi’’ biçimde bu topluma ayar vermeye kalkamayacaktır. Yaptığında da direniş ilk fırsatta kabusları olacaktır. Ehli vicdan muhafazakarların dahi ‘’rant, zulüm ve baskının aracı kılınıyor’’ dedikleri İslami diskurlara karşın birileri hala ‘’darbe ve vesayet’’ imaları söylemeye devam ediyorsa ortada ciddi bir mesele vardır ki o da şudur: Bu arkadaşlar iktidardan görece memnun olup daha ‘’itinalı ve AB’ci’’ bir dil/üslup kullandıkları takdirde zatı alilerinin yönetmesinde bir beis görmemektedirler. Topluma güvensizlikleri o derece hat safhadadır ki kazara iktidar gidecek olsa tamamen bir felakete uğrayacağımızı düşünüyorlar…
*Gavrilo Princip: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtını öldüren genç Sırp milliyetçisi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.