Gezi Parkı’nın işgaliyle birlikte Haziran İsyanının “sembolik merkezi” ortadan kalkmış oldu. Erdoğan hükümeti Gezi sembolünü ortadan kaldırırsa, isyanın “kabesini” yitireceğini ve baskıyla sönümlendirilebileceğini düşünüyor olmalıydı. Elbette semboller önemli. Ama Erdoğan’ın tahammül edemediği gerçeğin de hükmü yürüyecek. Bu kavga “üç beş ağacın”, yani Gezi Parkı’nın kent rantına kurban edilmesinin kavgası olmaktan çoktan çıktı. Erdoğan “üç beş […]
Gezi Parkı’nın işgaliyle birlikte Haziran İsyanının “sembolik merkezi” ortadan kalkmış oldu. Erdoğan hükümeti Gezi sembolünü ortadan kaldırırsa, isyanın “kabesini” yitireceğini ve baskıyla sönümlendirilebileceğini düşünüyor olmalıydı.
Elbette semboller önemli. Ama Erdoğan’ın tahammül edemediği gerçeğin de hükmü yürüyecek. Bu kavga “üç beş ağacın”, yani Gezi Parkı’nın kent rantına kurban edilmesinin kavgası olmaktan çoktan çıktı. Erdoğan “üç beş çapulcunun sözüne mi bakacağım” dediğinde çıktı, Ethem silahla kafasından vurulduğunda, Abdullah gaz fişeğiyle öldürüldüğünde çıktı; halk 11 Haziran’da 20 saat boyunca direnerek Erdoğan’ı masaya oturttuğunda, hükümetin “çevreci duyarlılık” diyerek küçümsediği ağaçlar için isyan, özgürlük ve onurun isyanına dönüştü. Artık bu isyana katılan hiç kimse “Gezi’yi kurtardık, isyan amacına ulaştı, bunun ötesine zaten gidilemez, boşuna şiddet görürüz” diyerek evlerine geri dönmeyecek.
11 Haziran direnişinin ardından Erdoğan’ın masaya oturmayı kabul etmesi, bir an için iktidar cephesinin birkaç tavizle isyanı yatıştırmaya yönelebileceği beklentisini yaratmış; bunun böyle olmadığı masada belli olmasına karşın, “marjinalizm” edebiyatının etkisi altında kalan isyanın örgütlü unsuru içinde “direnişi makulleştirme” fikri ağırlık kazanmıştı. Bugüne kadar isyana arkasından yetişmeye çalışan “örgütlü unsur”un anlamadığı şey Erdoğan hükümeti için “makul bir direniş”in olmadığı gerçeğiydi. Çünkü AKP faşizminin direniş durumunu meşrulaştırmaya tahammülü yoktu; direniş durumunun meşruiyetini kabul etmek, AKP faşizminin sonunun gelmesi demekti. Hükümet, bu nedenle Gezi Parkı direnişinin, tek ve büyük bir çadırda sürdürülecek bir “nöbet”e dönüşmesine dahi fırsat vermedi.
Halk Gezi Parkı işgal edildiği anda sokaklara dökülerek, İstanbul’un her yerinden Taksim’e doğru yola çıkarak başlattığı 15-16 Haziran direnişiyle tüm dünyaya “Özgürlük ve Onurun İsyanı”nı ilan etti. 15-16 Haziran direnişi iki güne yayılan büyük enerjisiyle sloganının hakkını verdi: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”
15 Haziran işgalinden ve 15-16 Haziran direnişinden kitlelerin çıkardığı en önemli ders isyanın bir hamlede sonuç almayacağı oldu. Ve halk isyanı muazzam bir yaratıcılıkla bu bilince karşılık veren iki muhteşem adım attı: “Duran İnsan” ve “Abbasağa Forumu.”
17 Haziran gecesi hükümet sözcüleri “mağrur komutan” edalarıyla “olaylar kontrol altına alınmıştır, düzen galip gelmiştir” havası basarlarken, Taksim Meydanı duran bir tek adam tarafından yeniden hükümetin elinden alınıp halkın egemenliğine sokuldu. Gezi Parkı’nı ve Taksim Meydanı’nı “halka açma”nın paradoksu hükümetin yüzüne sanatkarane bir halk tokadıyla çarptı: Halk isyandadır! Taksim meydanını “halka açmak”, halk isyanına açmaktır, ya orayı işgal altında tutacaksınız, ya da isyan Taksim’de boy gösterecek! Böylece isyanın sembolik merkezi somut bir “mekan” olmaktan çıktı isyanın her yerinden görülebilen yeni bir sembolik merkez oluştu: “direnen insan”. “Özgürlük” otoriteyi bir kez daha yendi!
17 Haziran sabahına “Çarşı Operasyonu” ile uyanan Beşiktaş halkı durum değerlendirmesi yapmak için Abbasağa Parkı’nda toplanıp gece yarılarına kadar isyanı bundan sonra nasıl sürdüreceğini tartışmaya başladığı anda Haziran İsyanı’nın en güzel çiçeklerinden birisi açtı: Halk Demokrasisi! Haziran direnişinin kalp seslerinin en yüksek perdeden duyulduğu Beşiktaş’ta atılan bu adımın tüm İstanbul’a hızla yayılacağı daha o geceden belliydi. 18 Haziran akşamı Abbasağa Forumu ikinci gününe girerken yanına yenileri de eklenmişti. Bugüne dek halk isyanının “sözcülüğü” ile kendisini sınırlayan “Dayanışma”, hızla “forumları İstanbul çapında yaygınlaştırma”, “büyük ve merkezi bir forum düzenleme” ve “her Cumartesi Gezi nöbeti” çağrısı yaparak, Halk İsyanının organlarını hareket içinde oluşturma adımını attı ve böylece kendiliğinden bir hareketin sözcüsü olmaktan, örgütlü bir hareketin merkezi olmaya doğru adım attı.
Haziran isyanının gerçek bir Halk Hareketi olduğu elbette ortadaydı. Bilinmeyen onun bir “Devrim Hareketine” dönüşüp dönüşmeyeceğidir. Bugüne kadar olaylar ona nerede “Hic Rhodus Hic Salta” (Halep oradaysa arşın burda) dediyse, tereddüt etmeden atlamasını başarmış görünüyor. Türkiye Devrimi yeniden doğuyor, selamlayalım!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.