Bir olgu aynı koşullarda aynı şekilde ortaya çıkıyorsa o olguyu sübjektif veya keyfi bir nedene dayandırmak doğru değildir. Yaklaşık 40 yıldır sonu gelen diktatörlerin, son demlerinde “sağduyuyla alay edercesine konuştuklarını” görüp dururum. Her seferinde diktatörün “çıldırdığı” için “abukladığı” izlenimi oluşur. Son zamanlarda Bin Ali ve Mübarek örneklerinde de aynı şeyler yaşandı. Şimdi Tayyip Erdoğan da […]
Bir olgu aynı koşullarda aynı şekilde ortaya çıkıyorsa o olguyu sübjektif veya keyfi bir nedene dayandırmak doğru değildir. Yaklaşık 40 yıldır sonu gelen diktatörlerin, son demlerinde “sağduyuyla alay edercesine konuştuklarını” görüp dururum. Her seferinde diktatörün “çıldırdığı” için “abukladığı” izlenimi oluşur. Son zamanlarda Bin Ali ve Mübarek örneklerinde de aynı şeyler yaşandı. Şimdi Tayyip Erdoğan da sabık diktatörlerin son günlerini yaşarmışçasına tüm “sağduyuyu” karşısına alarak konuşmaya başladı.
Bütün diktatörlerin son günlerinde abuklaması psikiyatri literatüründe bir yere sahip değil. Bütün diktatörlerin aynı koşullar altında aynı “aptallıkları” yapmaları “deformasyon profesyonel” denilen bir “meslek hastalığı”na da bağlı olabilir. Ama ben duruma daha akılcı bir açıklama getirmek niyetindeyim.
Bence bu diktatörlerin hepsi bizim bilmediğimiz bir şeyi bildikleri için bize “mantıksız” gibi görünen bir biçimde davranıyorlardı. Bu diktatörlerin hepsi, düşmek üzere olduklarını biliyorlardı. Halk tarafından düşürülmek üzere olduklarını biliyorlardı demiyorum; altlarındaki “esas desteğin” çekildiğini ve düşeceklerini biliyorlardı. Tıpkı iflas sürecine yuvarlanan bir patronun kendi iflasını tüm müşterilerinden ve tedarikçilerinden önce bilmesi gibi biliyorlardı. Bu noktaya gelen bütün iktidarlar, kendilerini iktidardan alaşağı edecek olanın halk değil, daha önce kendisini oraya getiren güçler olduğunu düşünüyor, halkla varacağı bir uzlaşmanın iktidarının kaderini değiştirmeyeceğini düşünüyor ve iktidar kaynağıyla ilişkisini, kendisine isyan eden halk üzerinden kuruyor. Halkın talepleri karşısındaki inatçılığı, aslında kendisinden vazgeçen güçlere kendini dayatma kararından kaynaklanıyor.
Bu postüla doğruysa Tayyip Erdoğan, kendisini iktidara getiren güçlerin desteğini kaybetmiş olmalı. Tayyip Erdoğan’ın sağduyuyla alay eden bir inatçılıkla konuşmaya başlaması gücünden değil, güçsüzlüğünden; iktidarını koruyacağına imanından değil, partiyi kaybettiğini görmüş olmasından.
Anlayacağınız, Tekel işçisinin bedduası tuttu, Tayyip’in sonu Mübarek oluyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.