Özgürlüğümüze dokunmayacak, bize saygı duyacaksın! Haklarımız için mücadele edeceğiz, adaleti sağlatacağız! Tayyip Erdoğan istediği kadar kuyruğu dik tutmaya çalışsın, son üç haftada yaşananlar 11 yıllık AKP iktidarına çok büyük bir tokat attığı gibi, Türkiye tarihinin en büyük halk ayaklanmasıdır (Kürt halk hareketi ulusal içeriği nedeniyle ayrı bir kategori oluşturmaktadır). Çok önemli bir tarihsel kesitten geçtik […]
Özgürlüğümüze dokunmayacak, bize saygı duyacaksın! Haklarımız için mücadele edeceğiz, adaleti sağlatacağız!
Tayyip Erdoğan istediği kadar kuyruğu dik tutmaya çalışsın, son üç haftada yaşananlar 11 yıllık AKP iktidarına çok büyük bir tokat attığı gibi, Türkiye tarihinin en büyük halk ayaklanmasıdır (Kürt halk hareketi ulusal içeriği nedeniyle ayrı bir kategori oluşturmaktadır). Çok önemli bir tarihsel kesitten geçtik ve hala içindeyiz. Bu yaşananlar hakkında daha uzunca bir dönem hatta yıllar boyu bir dizi şey yazılacak, analizler yapılacaktır. Ancak şu an için önemli olan öncelikli hareket noktalarını belirlemek olmalıdır.
İlk olarak; Tayyip Erdoğan ile simgeleşen AKP iktidarı artık toplumun “yarısından fazlası” için meşruluğunu tamamen yitirmiştir. 11 yıl boyunca iktidar olmasını sağlayan en önemli etken, kendi cephesini ortak bir ideoloji (sağ, muhafazakar, popülist, takiyeci) etrafında çıkar birlikleri oluşturarak sağlamakken kendisine karşı gelişen tepkileri de bölmesi, parçalayarak silikleştirmesi idi. Ancak son yaşananlar, ayrıştırılmış tepkilerin neredeyse tamamını tek bir hedefte, Tayyip Erdoğan ile simgeleşen AKP iktidarına karşı birleştirdi. (Sorun Gezi Parkı değil, hala anlamadın mı?). Bununla yetinmedi, AKP bloğunu zorlamaya, ayrıştırmaya başladı. Tayyip Erdoğan da bunu gördüğü için ilk iş olarak çatlakların oluşmaya başladığı kendi bloğunu, her ne pahasına olursa olsun (yurtdışı tepkilerine posta koyarak, patronları tehdit ederek, ekonomik zararı göze alarak), tutmaya çalışmakta. Yerel seçim çalışmalarını başlatmayı erkene almak, bindirilmiş kıtalarla “yığınlar hala arkamda” görüntüsü yaratmak, polisleri korumaya özel önem vermek, jandarmanın devreye sokulması (bu zaaf gibi görünse de asıl olarak suç ortaklığını genişletiyor), CHP karşıtı saflaşmayı diri tutmaya çalışmak, v.s.
Tayyip Erdoğan’ın bu taktiği boşa çıkarılmalıdır. Yani çatlamaya başlamış, meşruluğuna kendi içinde bile inancını yitirmiş AKP bloğu artık somut bir hedeftir. Bu bloğun en güçlü göründüğü yer aslında en zayıf noktasıdır; Recop Tazyik Gazboğan. Halk hareketi özel olarak bu şahsiyeti hedef alan bir propaganda etrafında birleşmiş ve yükselmiştir. Bundan sonra da bu propagandanın geliştirilmesi ile ilerleyecektir.
Çünkü artık iyice anlaşılmıştır ki gerçekten psikolojik sorunları olan, diktatör olma heveslisi bir şahsiyetle tüm Türkiye, hatta tüm dünya karşı karşıya. Bununla birlikte Tayyip Erdoğan ağzıyla ortaya yayılan ve asıl amacı AKP topluluğu içinde ortak bir dil (propaganda malzemesi) yaratmayı amaçlayan yalanlar tek tek açığa çıkarılmalı, afişe edilmelidir. AKP’nin sokaktaki propagandistleri söylemlerinin meşruluğunu tamamen yitirmiş durumdalar. Bu süreçte 4 kişi yaşamını yitirmiş (şimdilik, resmi açıklama), 20’ye yakın insanın gözü kör edilmiş, 10 bine yakın insan darp edilmiştir. Niye? Nasıl yaşayacaklarına başkasının karar vermesine karşı çıktıkları ve aşağılanmayı kabul etmedikleri için! Vicdanı, onuru, insan sevgisi olan AKP’liler kaderlerini Tayyip Erdoğan’dan ayrıştırmalıdır.
Emek ve meslek örgütlerine bu konuda kuşkusuz ayrı bir işlev düşmektedir. Çünkü soldan doğru AKP kitlesi ile geçişkenliği olan en etkili yapılar sendikalar ve meslek odalarıdır. Bu örgütlerin yönetimleri, sadece üyeleri içindeki demokratları, sosyalistleri etkileyen propaganda faaliyetinin yanında üyelerinin tamamını AKP karşıtı bir eksende birleştirmenin programını hayata geçirmelidir. Şimdiye kadar ayrıştırılmış talepler, zaten politik hedefin netleştiği bu dönemde hızla birleşebilir ve asıl hedefe (siyasal iktidara) karşı yöneltilebilir.
Emek ve meslek örgütlerinin ve hatta tüm sol güçlerin bu süreci kavramada, süreç içinde etkin konumlanmada çok büyük zaafları olmasına rağmen hala önlerinde büyük olanaklar mevcut. Sosyalistler, ilericiler tüm bu süreç boyunca yıllar içinde oluşturdukları ezberleriyle davranmaya çalıştılar ve bu ezber bu hareketi kavramaya, onu yönetmeye yetmedi. Kimileri hareketin büyüklüğünü kavrayamadan küçük grup refleksiyle davranmaya devam etti, kimileri hareketin büyüklüğü karşısında ezildi. (Hatta bütün ideolojisini ve normal zamandaki atıllığını halk ayaklanmasına hazırlanmak gerekçesiyle formüle etmiş bazıları, gerçek anlamda sınıfta kaldı). Onu kontrol edemeyeceğini anladığında geri çekilme, durdurma hamleleri yaptı. Oysa soldan hiçbir yapı (gerek zihniyeti gerekse de örgütsel gücü nedeniyle) her türlü bir araya gelişe rağmen, bu halk hareketinin karar mercii olamaz ya da bu halk hareketini kendi öznel kararlarıyla yönetemez. Çünkü bu sürecin “iki karar vereni” var. Biri Tayyip Erdoğan, diğeri sokakları, meydanları dolduran örgütsüz ama tepkisi büyük kitleler. Yapılması gereken ise Tayyip’in kararlarına karşı atak geliştirmek, yığınların harekete geçen öfkesinin içinde yönlendirici olmak.
Kürt hareketi ise bu süreci kendi mücadelesi için bir “tehlike” olarak algıladı. Gündem değişikliğine neden olacak, çözüm sürecini saptıracak, müzakereyi sürdüren aktörü (Tayyip Erdoğan’ı) zayıflatacak/vazgeçirecek, ulusalcı eğilimleri güçlendirecek bir durum vs. olarak değerlendirdi. Oysa bu süreç AKP karşısında Kürt ve Türk halklarının sokakta sağlayacağı dayanışma sayesinde kardeşleşme için çok önemli bir fırsattı ve hala çok önemli bir “fırsat.”
Altını bir kez daha önemle çizmek gerekir ki durağan dönemlerin insanları, yapıları, zihniyetleri ile olağanüstü dönemleri yönetmek, yönlendirmek tamamen imkansız. İşleyişini, hazırlığını buna göre kurgulamamış yapılar ve insanlar, bu sürecin gereklerini yerine getirmek bir yana köstekçisi olmaktalar. Sözde bir solcunun “hayatımızı buna göre mi kuracağız, yeter artık” söylemi istisna değildir. Eski biçimde “solculuk” yapmaya dönme özlemidir bu. Diğer yandan, söz konusu olan devrimciler bile olsa oluşturulmuş işleyiş düzenini bozan her gelişme “tehdit” olarak değerlendirilmekte ve ister açıkça isterse çeşitli kılıflar altında engellenmeye çalışılmaktadır. Oysa bir devrimci, gerçek anlamda bu dönemler için vardır ve böylesi dönemleri yaratmak için faaliyet gösterir, değil mi? Bu dönemler aynı zamanda kişisel zaafların, korkuların, çarpıklıkların da en net görüldüğü, ama diğer yandan da giderilmesi için gerçek çözümler sunduğu dönemlerdir!
Üç haftayı aşkın süredir kesintisiz devam eden halk hareketi, AKP iktidarını sarsmıştır. Yönetenler aynı biçimde yönetemeyecek, yönetilenler de aynı biçimde yönetilmeyi artık kabul etmeyecektir. AKP iktidarı bundan sonra atacağı her adımda çok daha tedirgin ve kısıtlanmış olacaktır. Bu durum Suriye konusundan, kentsel dönüşüme kadar her adım için geçerlidir. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı, başkan sistemi gibi hayalleri çok büyük darbe almıştır. AKP koalisyonu içinde, güçleri bir arada tutmak için çok daha tavizkar olmak zorundadır. Benzer bir durum yurtdışı ilişkilerinde de yaşanacaktır. Abdullah Gül’ün kastettiği gibi 10 yıllık karizma 10 günde yerle bir olmuş durumdadır. Şimdilik sonraya bırakılmış gibi gözükse de AKP önemli tavizler, ayrıcalıklar vermek zorunda kalacaktır. ABD’nin başından itibaren AKP’ye “eleştirel” tutum takınmasının tek nedeni halk tepkisinin kendisine yönelmesinden duyduğu korkudur, bu tutum diğer yandan desteğine ihtiyaç duyan AKP’nin de ABD’ye karşı daha tavizkar olmasını sağlayacak, hiç kuşkusuz. Aynı zamanda bu “ayaklanmalar”, yerel seçimlerde iki büyük ilden (İstanbul, Ankara) en az birini kaybetme riskini güçlendirmiştir. Böylesi bir sonuç AKP’nin parçalanmasını hızlandıracaktır. Artık kendisini savunabilecek liberal kırıntısı bile bulamayacaktır. Entelijansiyası olmayan AKP sadece kaba ideolojik şablonları yaymakla sınırlı sözde aydınlarına daralacaktır. “Husumet, nefret ve şiddetle” özdeşleşmiş bir yönetim anlayışı kendi içinde de savunulamaz olmaya, meşruluğunu kaybetmeye başlamıştır.
Halk hareketi için çok kritik eşiklerin yaşandığına ve bunların ilerletileceğine ise kuşku yok. Bireysel tepkilerin ortak bir davranışa dönüşebildiği, ortak hareketin neredeyse kendiliğinden tek bir hedefe yöneltilebildiği görülmüştür. Özgüveni mutlaklaşmış, otokontrollü bir yıkıcılıkla varmak istediği hedefe ulaşabileceğini kanıtlamıştır (devlet malı daha doğrusu AKP malı olarak gördükleri ve AKP’den beslenen özel sektör dışındaki hiçbir şeye zarar verilmemiş, yağma olayları hiçbir şekilde yaşanmamıştır). Her türlü provokatif girişime karşın hareket bölünmemiş, parçalanmamış, kutuplaşarak ayrışmış davranış biçimleri gelişmemiştir. 1 Haziran’dan başlayan yaklaşık bir hafta boyunca devlet otoritesinin hiçbir biçimde olmadığı bir alanda yaşam, yeniden ve yeniden örgütlenmiş, devlet otoritesine ihtiyaç duyulmadan hayatın kurulabileceği kanıtlanmıştır.
Bu hareket dışa vurumu itibariyle bir özgürlük isteği ve saygı görme talebidir. AKP iktidarının; bireyle devlet arasındaki ilişkiye, bireylerin birbiriyle girdikleri ilişkilere ve hatta bireylerin doğrudan kendi yaşamlarını nasıl kuracaklarına ilişkin müdahaleleri patlama noktasını yaratmıştır. Özgürlük isteği, soyutluktan çıkmış somut, gerçek bir istek olmuştur. Eylemlerde kadınların ve gençlerin çoğunlukta oluşu, en çok bu kesimlerin özgürlüklerinin tehdit altında olmasındandır. Tayyip Erdoğan’ın ağzından ortalığa dökülen AKP jargonu ise aşağılayıcı ve dışlayıcıdır. Bu ülkenin gücünü, ilerleyişini ve temsiliyetini kendisinin sırtladığını düşünen kesimler bu aşağılayıcı, değersizleştiren dil karşısında saygı talep etmekteler. Ancak bu saygı talebi, kullanılan dilin değişmesiyle artık sağlanamaz, bu dili kullananların yani başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP kadrolarının gönderilmesiyle mümkündür. O yüzden, AKP iktidarı bireysel özgürlüklere artık karışmayacağını yemin billah açıklasa bile (zaten olmaz ya), bu harekete katılanlar için Tayyip Erdoğan ve şürekası gitmedikçe bu tepki ortadan kalkmaz: Duran adam olur, duran kadın olur, tek ayak üstünde durur, bağdaş kurup oturur, hatta amuda kalkar, ayaklar baş olur.
Dışa vurumu itibariyle bir özgürlük isteği ve saygı görme talebi olan bu hareket, asıl olarak bir “hak ve adalet mücadelesi” olarak değerlendirilmeli ve ilerletilmelidir. 11 yıllık AKP iktidarı, bu dönem boyunca sadece bireysel ve kamusal hakların gasp edilmesini hızlandırmakla kalmamış, aynı zamanda gerici, piyasacı anlayışına uygun olarak bireysel ve toplumsal normlar dayatmaya başlamıştır. Bu durum ancak hak mücadelesinin özsavunma çizgisinden başlamak üzere güçlü barikatlar oluşturarak ilerletilebilir. Unutulmamalıdır ki hak mücadeleleri aynı zamanda AKP’ye oy verenler için de dönüştürücü bir niteliğe sahiptir. Tayyip Erdoğan’ın, AKP’nin husumeti ve şiddeti ise hiçbir zaman bitmeyeceğine göre adaleti sağlamak halkın kendi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olacaktır.
Özgürlüğümüze dokunmayacak, bize saygı duyacaksın. Haklarımız için mücadele edeceğiz, adaleti sağlatacağız. Bedeli ne olursa olsun…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.