15-16 Haziran’a kardeş geldi: 31 Mayıs-1 Haziran… Türkiye’nin siyasi tarihi açısından 15-16 Haziran gücündeki “tarihsel” bir olayı simgeliyor. Türkiye’nin 3 büyük şehrinde mitinge kapalı merkezi meydanlar, Taksim, Kızılay ve Konak halkın eline geçti. Halk Ankara’da Başbakanlık Konutu’na, İstanbul’da Başbakanlık Ofisi’ne dayandı. Türkiye’nin bütün illerinde halk meydanlara akıyor. Kürt illerinde “Taksim direnişi selamlanıyor”. Halk ayakta, kendine […]
15-16 Haziran’a kardeş geldi: 31 Mayıs-1 Haziran… Türkiye’nin siyasi tarihi açısından 15-16 Haziran gücündeki “tarihsel” bir olayı simgeliyor. Türkiye’nin 3 büyük şehrinde mitinge kapalı merkezi meydanlar, Taksim, Kızılay ve Konak halkın eline geçti. Halk Ankara’da Başbakanlık Konutu’na, İstanbul’da Başbakanlık Ofisi’ne dayandı. Türkiye’nin bütün illerinde halk meydanlara akıyor. Kürt illerinde “Taksim direnişi selamlanıyor”.
Halk ayakta, kendine güvenli ve inatçı; iktidar panikte, şaşkın ve “zevahiri kurtarma” derdinde.
Halk AKP iktidarına ve Tayyip Erdoğan diktasına karşı isyan etti. 5 günlük isyanın ön sırasında Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi, Kürt siyasi hareketinin sosyalist kadroları, sosyal demokrasinin sol tabanı ve bu inisiyatiflerle güçlü bir “atmosfer ortaklığı” sergileyen özgürlükçü-sol toplumsal militanlık (çevreciler, anarşistler, endüstriyel futbol karşıtları vb.) var. Hareketin kitlesini ise sözcüğün en geniş anlamıyla “solcular” oluşturuyor; bu “sol kitlenin” önemli bir bölümünün “ulusalcı sol”la dirsek teması halinde olmasına karşın Taksim, Kızılay ve Konak’ta “ulusalcı sembol”lerin ön plana çıkmayışı dikkat çekiyor. (Demek ki en azından şimdilik, hareketin dinamosunu oluşturan sosyalistlerin sınırlarını çizdiği “AKP karşıtlığı” çizgisi “ortak payda” olarak kabul ediliyor.)
Bunlar 1 Haziran akşamının pozitif bilançosuydu.
Yüzbinlerin aktığı, Türkiye’nin her yanında milyonları harekete geçiren Taksim direnişinin bir “siyasi rengi” var: Sol, anti-otoritaryen, ilerici, özgürlükçü; ama bu siyasi renge karşılık veren bir siyasi merkezi henüz yok.
AKP devletinin ve onun siyasi başı Erdoğan’ın “yok sayma”, “dışlama”, “tedip etme”ye dayalı “yönetim rejimi”ne karşı gelişen Türkiye’nin bu en büyük isyanı ile 90 yıldır yok sayıldığı, dışlandığı, hizaya getirilmeye çalışıldığı için 30 yıldır isyan halinde bulunan Kürt hareketi arasında kurulabilecek “duygudaşlık” halen kurulabilmiş değil. Yasal Kürt siyasetinin temsilcileri sürekli “ama”lı konuşuyorlar; bazı HDK milletvekilleri, öncüsü oldukları hareketin kitlesiyle “didişmekten” kendilerini alamıyorlar. “İnkarcı” devletin son iktidarı AKP’ye karşı gelişen “Türk” halkının isyanının “Demokratik Barış ve Çözüm Süreci”ne zarar vereceği endişesi Kürt siyasetini etkiliyor.
THY grevinin, Metal işçilerinin yükselen tansiyonunun, KESK’in 5 Haziran için aldığı grev kararının “uyardığı” işçi sınıfı hareketi Türkiye’yi dalga dalga saran isyan hareketine ağırlıklı bir güç olarak dahil olabilmiş değil.
Başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin bütün önemli illerinde “tencere tava çalma, ışık söndürme ve yol kesme” hareketleri olarak şekillenen mahalle hareketlerinde “yoksul mahalleler” öne çıkmış değil.
Bunlar da 1 Haziran akşamının negatif bilançosuydu.
AKP iktidarı ve Erdoğan, yükselen isyan dalgasının altında kalmaktan iyiden iyiye paniğe kapılmış olmalı ki, Erdoğan akıl almaz bir biçimde sokakları dolduran milyonları “üç-beş çapulcu” olarak nitelendirerek kendi kitlesini ve zorbalık aygıtını “kutuplaşırmaya”, “tahkim etmeye” girişti. Üç büyük şehrin merkezini kaybeden AKP iktidarı, yeni bir saldırı hamlesine hazırlanıyor.
5 gün boyunca sürekli yükselen ve AKP iktidarını büyük kentlerin merkezinden kovan ve mahallelerini ayağa kaldıran “isyan”, meydanlarda “nefes aldıktan” sonra yeniden ileriye atılabilecek yeni bir enerji üretebilecek mi? Erdoğan’ın “üç beş çapulcu” konuşmasıyla işaretini verdiği yeni saldırı dalgası karşısında direnebilecek mi? Yoksa milyonlar, “sözümüzü söyledik” deyip, meydanlarda bir süre oyalandıktan sonra “sandıkta görüşmek üzere” evlerine mi dönecek?
Her ne olursa olsun, Gezi İsyanı, AKP iktidarını kendi kitlesinin en “kararlı” tabanına hapsetti, Erdoğan’ın “büyük sağın yenilmez lideri” imajını ağır bir biçimde zedeledi. Artık Türkiye AKP’nin oyunu “tek kale” oynadığı bir ülke değil; halk “parlamenter budalalık”ın uyuşturucu etkisini üzerinden attı ve AKP’yi yenebileceğini gördü. Tayyip Erdoğan önderliğinde oluşturulan “geniş sağ birlik”in fay hatları belirginleşmeye başladı. Tayyip Erdoğan’ın İdare Mahkemesinin verdiği “yürütmeyi durduma” kararı karşısındaki öfkesi, bu çatışmayı da derinleştirerek yönetmeyi seçtiğini gösteriyor.
Diğer yandan Türkiye, Gezi İsyanı ile birlikte, önümüzdeki üçlü (veya dörtlü) seçim maratonuna da erken başlamış oldu. Başbakan olmasına karşın İstanbul Belediye Başkanlığı’nı fiilen elinden bırakmayan Tayyip Erdoğan’ın Gezi İsyanı’ndan sonra İstanbul’u elinde tutma şansı şimdi her zamankinden daha az. İstanbul’u kaybedenin Türkiye’yi elinde tutması da kolay değil. Yani “yıkılmaz” denilen, 2023’e kadar iktidar rüyaları gören AKP iktidarı somut olarak “yıkılabilir” bir hedef haline geliyor.
Türkiye sol ve sosyalist hareketi, AKP iktidarını kuşatan bugünkü militan halk hareketinin bütünlüğünü ve enerjisini koruyan bir “söylemi” kurabilir, bu siyasi söylemi hareketin bütün bileşenlerini kucaklayabilen bir “sol siyasi merkez”le tahkim edebilirse, İslamoneoliberal AKP diktatörlüğü karşısında yeni bir “anamuhalefet aksı”nı oluşturabilir. Özgürlük, halk demokrasisi, sosyalizm ve toplumsal ilerlemeyi yeniden solun ana rengi haline getirerek, solu presleyen, orta ve uzun vadede küçülten “ulusalcı” ve “liberal” saçmalıkları sırtımızdan atabilmek için bu büyük bir fırsattır. Gezi İsyanı’na giden sürecin yakıt ikmal noktaları 1 Mayıs, Reyhanlı Katliamı, “Evinde zıkkımlan” yasası ve gaz bombalı Gezi Ağaç Katliamıdır. Tayyip Erdoğan’ı titreten halk hareketinin bu enerji kaynaklarıyla ilişkisini bilince çıkaracak bir “sol söylem”in yakalanması bugünün en önemli işlerinden biridir.
Kürt siyasi hareketinin yükselen halk isyanı karşısındaki “tedirginliği”ni elbette “anlamak” gerekir. Ancak “Barış ve Demokratik Çözüm” sürecinin varsaydığı bir gerçeğin, “ulusalcı basınç altındaki güçsüz Türkiye sol muhalefeti” olgusunun “mutlak” olmadığının, aşılabilir olduğunun, bunun için illa da devletin Kürtler karşısında yenilmesinin şart olmadığının da Kürt siyasi hareketi tarafından anlaşılması gerekir. İslamoneoliberal AKP devletinin karşısında yükselen güçlü bir “özgürlükçü halk isyanı”nın Barış ve Demokratik Çözüm Sürecinin Türkiye cephesindeki etkili bir siyasi desteğini oluşturabilmesi çok ciddi bir ihtimaldir. Halkın AKP’ye isyanının siyasi içeriğinin şekillenmesinde, Kürt siyasi hareketinin bu isyanla kurduğu ilişkinin önemli bir rolünün olacağı unutulmamalıdır. Barış ve Demokratik Çözüm Masasını ayakta tutmak için AKP’yi masada tutmanın zorunlu olmadığı bir Türkiye, Kürt sorununun çözümüne daha yakın olacağı bir Türkiye olacaktır. “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım” diyerek AKP’nin “otoritesini yeniden sağladığı” bir ortamın oluşumuna dolaylı da olsa katkıda bulunmak Kürt hareketini AKP’ye mahkum eder. Kürt hareketini “AKP’ye mahkum etmek” Kürtlerin elini güçlendirmez, sürecin belirsizliklerini, tehlikelerini azaltmaz, kazanımlarını çoğaltmaz.
Tıpkı 15-16 Haziran gibi 31 Mayıs-1 Haziran da kendiliğinden bir isyan hareketi. Ama Haziran 1971 ile Haziran 2013 arasında 42 yıllık kesintisiz sayılabilecek bir deneyim birikimi var. Türkiye solu bugün, yarın ve önümüzdeki hafta atacağı adımlarla, deneyimlerini değerlendirme yeteneğini de göstermiş olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.