Başbakan’ın polis şiddeti eşliğinde, sansür karartması ve türlü oyunlarla itibarsızlaştırma çalışmaları bir bir elinde patladı. Sansürden yönlendirme-sulandırma taktiklerine geçişte; tecavüz, camide içki, başörtülülere saldırı iftiralarından polisi öldürdüler yalanına, oralar sidik kokuyor iğrenmelerinden Gezi Parkı “sakinleri” ve teröristler fitnesine kadar bütün ‘dahiyane’ operasyonlar çoğunluğu genç insanlar tarafından kelimenin gerçek anlamıyla ‘tırnak ile diş ile sevda ile […]
Başbakan’ın polis şiddeti eşliğinde, sansür karartması ve türlü oyunlarla itibarsızlaştırma çalışmaları bir bir elinde patladı.
Sansürden yönlendirme-sulandırma taktiklerine geçişte; tecavüz, camide içki, başörtülülere saldırı iftiralarından polisi öldürdüler yalanına, oralar sidik kokuyor iğrenmelerinden Gezi Parkı “sakinleri” ve teröristler fitnesine kadar bütün ‘dahiyane’ operasyonlar çoğunluğu genç insanlar tarafından kelimenin gerçek anlamıyla ‘tırnak ile diş ile sevda ile düş ile’ direnilerek çöpe atılmıştır. Bedeli ağır oldu elbette. Dört insan öldürüldü. Hedef alınarak insanlarımızın gözleri kör edildi, kolları bacakları kırıldı. Dört bini aşkın insan yaralandı. Gazın uzun vadeli etkilerini hekimler araştıracaklar. [1]
Direniş bir isyana dönüştü. On yedi gün sonra Başbakan Taksim Dayanışması temsilcileri ile görüşmeyi kabul etti. Görüşme karşılıklı birbirini dinleme (anlama değil) şeklinde geçmiş. Taksim Dayanışması talepleri ve haklılıklarını tekrar ederken Başbakan da kendi söylemlerini tekrar etmiş ve ilk kez bir masada kendisine itiraz eden biriyle (onun için daha fecisi bir kadınla) karşılaşınca kimyası bozulmuş ve toplantıyı terk etmiş. Ortada bir pazarlık veya uzlaşma arayışı yoktur.
Hükümet tarafının açıklaması ise oldukça ilginçtir. Hatta bir hukuk devletinde skandaldır. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı almış; Hükümet Sözcüsü mahkeme nihai kararını verene kadar Park’ta bir çalışma yapmayacaklarına söz veriyor. Zaten kanunun gereği bu değil mi? Aşırı şiddet kullanan polislerin soruşturulacağının sözünü veriyor. Bu da bağımsız yargının, kanunlarının emri değil mi? Yargıyı engellemeyeceklerini söylemiş oluyor. Suça bulaşmayanların serbest bırakılacaklarının sözünü veriyor. Suça bulaşmamışsa nasıl tutacaklar ki? [2] Sonra suç ne? Polise direnmek ise zaten bu görüşme ile direniş meşru kabul edilmiş olmuyor mu?[3]
Özetle Başbakan önceden bildiği talepleri ve önceden verdikleri kararı deklare etmeden önce pazarlık ettik ve şu şu maddelerde anlaştık görüntüsü yaratmaya çalışmıştır. Ki direniş durdurulabilsin/zayıflasın. Tabi bu arada çapulcuların temsilcileriyle Başbakan düzeyinde görüşülme zorunluluğu halk hareketinin özgüveni açısından başlı başına bir kazanım olduğunun altını çizmeliyiz.
Açıklamalardaki muğlâklık ve tereddütlerin sadece sanatçılarda değil devletin sahiplerinde de olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Taksim Dayanışması’na ve özellikle sanatçılara hakim olan ‘daha fazla insanın şiddet görmemesi ve ölmemesi’ kaygısı anlayışla karşılanması gereken insani bir duruştur. Ancak AKP politikalarının bu kaygılarla değiştirilemeyeceği sabırla anlatılmalıdır. Hareketin bu aşamasında karar veya tercih tereddütlerinin hareketin iç barışına zarar vermemesinin sosyalistlerin sorumluluğunda olduğu da özellikle unutulmamalıdır.
Peki direniş durur mu? Ya da Taksim Dayanışması’nın direnişi durdurma tercihi var mıdır? Taksim Dayanışması’nın böyle bir tercihi yoktur. Direnişin yönetim merkezi değil moral merkezidir. Direnişi veya isyana dönüşmüş halini sadece AKP durdurabilir (nasılı bu yazının da, AKP’nin de sınırlarını aşar).
Toplumdaki basıncı biriktiren unsurlar olanca ağırlığıyla ortada duruyor. 4+4+4 karabasan gibi duruyor. Çevre politikaları giderek daha da vahimleşiyor, basın sansürünün ve baskısının toplumda yarattığı etkiyi eylemlerde tekrar gözlemledik; polis devleti uygulamaları, yargı bağımlılığı, hukuka saygısızlık, yaşam tarzlarının aşağılanması, mezhepçilik-asimilasyonculuk, kadın düşmanlığı, cinsiyetçilik; güvencesizleştirme, emeğe saldırı… ve diğer neoliberal politikalar on yıl boyunca tam gaz uygulandı. AKP Kürt Halk Hareketini kontrol etmeyi tek mesele olarak gördü, diğer hak mücadelelerini küçümsedi veya neoliberalizmin uygulanmasının gereklerini harfiyen uygulamaya çalıştı. Ve toplumda biriken basınç devletin kurduğu çeperi zorlamaya başladı.
Yine sorumuza dönersek. Gezi Parkı ile başlayan direnişin hızla yayılması tekil hak hareketlerini toplumsal hareket haline dönüşmesini sağlayan bir atmosferin olgunlaştığının göstermektedir. Yani meselenin başlangıç noktası bu isyanın sadece bir parçasını oluşturmaktadır. Kısa sürede üst boyuta sıçramış ve yönetilme biçimine itiraza dönüşmüştür. Konda’nın[4] sadece Gezi Parkı’na uygulanan anketi bile bu durumu çok açık ortaya koymaktadır. Bir de işin Türkiye boyutunu düşündüğümüzde durumun siyasallaşmış boyutu daha da ağır basacaktır. Dolayısıyla Taksim Dayanışması’nın Gezi Parkı’ndaki eylemi sonlandırmada veya ileri taşımada çok sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, Türkiye’nin geri kalanında tamamen etkisiz olduğunu söylemek mümkün. Hatta Başbakan’ın örgütlü sola dönük suçlamaları dahi gerçeği yansıtmamaktadır. Örgütlü sol bu eylemleri başlatma ve yönetmekte yeterli bir etkinliğe sahip olabilseydi zaten böyle konuşabilmesi daha zor olurdu. Hareketin kendiliğinden dinamiği tüm örgütlü dinamikleri kat kat aşan boyutlardadır.
Peki, ne olacak? AKP’nin hedefi, isyanın başlangıç gerekçesini ortadan kaldırarak sürmesinin meşru gerekçelerini de ortadan kaldırmak. Ancak isyan boyunca AKP’nin yaşattıkları, isyana çok daha büyük meşruiyetler sağlamaya adaydır. Bu durumda beklenebilecek şey, AKP’nin başarılı bir taktik izlese dahi en fazla isyanın kısmen geri çekilmesi ve güç toplayarak, başka bir ateşleyici unsurla geri gelmesidir. ‘Hükümet İstifa’ sloganının somutladığı şey AKP açısından asıl tehlikeyi ifade etmektedir ve isyancı kitlelerin bu slogandan vazgeçmesi, yani isyanı daha tekil taleplere indirgemesi için bir neden ya da atılmış geri adım yoktur. Yani kitle hareketi geri çekilse dahi (ki bunun için tatmin edici bir geri adım görülmeli) yeniden geri gelecek enerjiyi toplamak içindir. AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset tarzı bunun için gerekli enerjiyi fazlasıyla sağlamaktadır. Eksik olan şey, toplumsal muhalefetin örgütlü kesimlerinin bu hareketin yıkıcı potansiyelini devrimin enerjisi haline dönüştürebilecek müdahalesidir.
Samut Karabulut
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı
[1] Ortada bir direniş değil de Gezi Parkı’nın sakinleri varmışçasına eylemciler ve park sakinleri gibi ayrım yaratılması; polise direnenler ile parkta oturanlar ayrımı yapılması; provokatör edebiyatına sarılınması bir AKP maniplasyonudur. Ve soldan da bu maniplasyona çanak tutma halleri vardır. Başbakan’ın çevrecilerin parktan çekilip kendilerini teröristlerle baş başa bırakmasını rica etmesine meşruiyet sağlayan ve direniş alanının havasını solumayan bu ‘sol’ unsurlara altına girdikleri vebali hatırlatmakta fayda var. Ayrıca 11 Haziran sabahı başlayan polis saldırısının yirmi saat süren direnişle nasıl başarısızlığa uğratıldığını görmeden, anlamadan yapılan yorum ve değerlendirmeler kötü niyetli değilse dahi sorumsuzluktur.
[2] Bu arada Başbakan yine yargıyı göreve çağırdı. Bu nasıl yargı ki sık sık Başbakan tarafından göreve çağrılıyor ve o da koşa koşa görevinin başına gidiyor veya bir tanesi çıkıp da sen kendi işine bak biz görevimizin başındayız demiyor.
[3] Dipnot: mahkemenin sonucunun beklenmesi başka bir demagojik manevradır. Çünkü dava idaridir, sonucu beklenmeden projeden vazgeçilebileceği gibi referanduma da gidilebilir, talepler aleyhine engelleyici durum yok.
[4] http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/gezidireniscileri-neden-orada-h36635.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.