Taksim’de başlayan protestolar memleket çapında halk isyanına dönüşünce, çağın ruhuna üfleyen adam, “plaza akili” Akif Beki’nin yaşadığı paniği takip eden var mı bilmiyorum. Beki’yi takip etmenin zaman kaybı olduğunun farkındayım ama insanın bir kez gözü değince, Beki’nin yazdıklarını okumak insana keyifli bir ürperti de veriyor. Akif Beki bir haftadır “Gezi Parkı protestoları” üzerine yazıyor. Protestolar […]
Taksim’de başlayan protestolar memleket çapında halk isyanına dönüşünce, çağın ruhuna üfleyen adam, “plaza akili” Akif Beki’nin yaşadığı paniği takip eden var mı bilmiyorum. Beki’yi takip etmenin zaman kaybı olduğunun farkındayım ama insanın bir kez gözü değince, Beki’nin yazdıklarını okumak insana keyifli bir ürperti de veriyor.
Akif Beki bir haftadır “Gezi Parkı protestoları” üzerine yazıyor. Protestolar ilk başladığında şöyle diyordu Beki;
“İki kamp arasında kampsız kaldım. Kendimi ait hissettiğim bir yer yok. Parkı bile bir park meselesi olarak tartışamıyoruz hâlâ. İdeolojik tarafgirlikler devreye giriyor hemen. Anında park tartışması olmaktan çıkıp ağaçlar üzerinden bir siyasi iktidar mücadelesine dönüyor iş. Semboller kıyasıya çarpıştırılıyor ama çatışan taraflardan hiçbiri beni temsil etmiyor. İki tarafın sembolizminde de kendimi bulamıyorum. Basit bir sorum var, basit ama benim açımdan varoluşsal bir soru: Ben nereye aitim bu durumda? Araftakiler için de bir yer ayırdınız mı parkınızda, şöyle grimsi bir alan? Yoksa her yer çoktan siyah ve beyaza mı boyandı?”
Kelimeler, gerçeğin beceriksiz avcıları… Bir yandan memleketinin kalkınmasını isteyen ama ağaçların kesilmesine de gönlü bir türlü razı olmayan bu naif yurttaşa ne denir ki, ne yazık, akacak mecra bulamıyordu. 1 Haziran tarihli ikinci yazısında ise Fettullah hocaefendisinden alıntılarla “isyan ahlakı” ve “inat ahlakı” arasında siyaset sosyoloji terminolojisine “itiraz ahlakı” kavramını armağan ediyordu. Başka türlü bir şey istiyordu Beki, ne ağaca benziyordu istediği ne de buluta. “İnadına AVM’ci olmak, inadına rezidansçı olmakla Gezi Parkı’nı inadına direniş için bayraklaştırmak arasında grimsi bir şey” diyordu.
Beki’nin 2 Haziran tarihli yazısında ise sırtta hafif terleme ve paçada hafif nemli bir durum gözlenmeye başladı. O araftaki, bütün dünyanın ele ele verip hep bir ağızdan “hayat sevince güzel” şarkısını haykırmasını isteyen naif yazarımız “Dayanın, Hükümet Gitmiyor” başlığını atarak, bizlere artık evlerimize dönmemiz gerektiğini vaaz etmeye başlamıştı. “Masum ve haklı bir amaçla başladı her şey. Onu da tutup Taksim’i, Tahrir Meydanı yapma hevesine kurban ettiler” diyordu Beki. Ah işte yine hiçbir şey istediği gibi olmamıştı. Neden kimse “akil” Beki’yi dinlemiyordu sanki! Beki isyan eden halka çağrıda bulunuyor ve “hükümeti deviremezsiniz, önümüz seçim, tepkinizi sandığa yöneltin” buyuruyordu.
Bir gün sonra, 3 Haziran’da ise “Sokağın Dilinden Anladığım” başlıklı yazıyı yazdı Beki. Paçalardaki nem yerini yer yer damlayan bir ıslaklığa bırakmıştı. “Sokağı küçümsememek lazım, sokağın şakası olmaz, sokakla inatlaşılmaz” şeklinde padişahına “akıl” veren “akil” Beki, “Sokağa gaz verilmez, sokağın gazı alınır. Sokakla kavga edilmez, sokakla barışılır. Sokak gerilmez, rahatlatılır” sözleriyle muktedir kumpaslarının ve ali cengiz oyunlarının akıl hocalığına soyunuyordu.
Nihayet 4 Haziran’da Beki “sözüm, sokakta iktidar arayanlara!” diye peygamber kelamı benzeri bir girişle halkı sokaktan çekilmeye çağırıyor ve bizlere plazasında demokrasi dersi veriyordu. Ah Beki, yine arafta kalmıştı; “tamam sokak siyasete arada bir ayar verebilir ama..” yollu başlayıp hepimizi tuş edebilmek umuduyla seçim minderine çağırıyordu. Bekigillerin siyaseti ve demokrasisinde insanlar kuralları egemenler tarafından belirlenmiş minderlerde mavi ya da kırmızı mayolardan birini seçip güreşirlerdi, kuralları, puan hesabını ve kazananı egemenler belirlerdi. Minderin dışına çıktığında ise diskalifiye oluyor, hükmen mağlup sayılıyordun.
Nihayet Akif Beki giymiş kırmızı donunu, halkın mindere gelmesini, biçare, bekliyor. Hayatında minderin dışına hiç çıkmadığı için de feryat figan herkesi mindere çağırıyor. Beki’nin bildiği, onların oyununu onların kurallarıyla oynarsak bizim kaybedeceğimiz ve bizim oynamayı reddetmemiz halinde de ortada minder falan kalmayacağıdır. Akif Beki’nin aşırı acıklı hikâyesinden kısa bir bölüm okuduk.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.