Son yıllarda hiç olmadığı kadar, emek alanı siyasal iktidarın, sermayenin saldırısı ve hukuk tanımazlığıyla boğuşmakta… Emek cephesi yaşanan saldırılara cevap olamamakta ve çaresizce çırpınışlar da, mevcut saldırıları önleyememektedir. Elbette emek hareketinin içine düşürüldüğü bu durumun sorumlusu, siyasal iktidarın on yıllık emek düşmanı politikaları olsa da… Ancak Türkiye emek cephesi içerisinde yaşanan yozlaşma ve bürokratik, Türkçü […]
Son yıllarda hiç olmadığı kadar, emek alanı siyasal iktidarın, sermayenin saldırısı ve hukuk tanımazlığıyla boğuşmakta…
Emek cephesi yaşanan saldırılara cevap olamamakta ve çaresizce çırpınışlar da, mevcut saldırıları önleyememektedir.
Elbette emek hareketinin içine düşürüldüğü bu durumun sorumlusu, siyasal iktidarın on yıllık emek düşmanı politikaları olsa da…
Ancak Türkiye emek cephesi içerisinde yaşanan yozlaşma ve bürokratik, Türkçü işbirlikçi anlayışın payı göz ardı edilemez.
Bugün yaşanan gerileme, sermaye karşısında hegemonyanın kaybedilmesi, bu bürokratik elit yüzündendir.
Sendikalar üzerine çöreklenmiş bürokratik uzlaşmacı anlayış, adeta sendikaları işlemez hale getirmiştir.
Doğal olarak emek cephesi içerisinde yaşanan zafiyeti gören siyasal iktidar, sermaye güçleri en ufak bir hak kırıntısını bile vermek istememekte…
Ve her hak talebini boşa çıkarmak, vermemek için her türlü melunluğu yapmaktadır.
Geçtiğimiz aylarda ÇAYKUR işçilerinin grevi, hükümetin fiilen greve müdahalesi yüzünden, grev başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Ardından başlayan THY grevi hükümet, sermeye baskılarına rağmen hala devam ediyor olsa da, hükümet ve şirket el ele, THY grevini boşa çıkarmak için elden gelen her şeyi yapıyor.
Hatırlanacağı üzere THY patronları ve hükümet geçen yıl da aynı anti demokratik tutumu sürdürmüş, 305 işçi kapı dışarı edilmişti.
AKP hükümeti özgür ‘Toplu Pazarlık’ masasının oluşmaması için, adeta grev kırıcılığı rolüne soyunmuş durumda.
Bunun ardında yatan mantık, şüphesiz ki AKP’nin sendikal alana yönelik iktidarını büyütme istemidir.
Bu nedenle emek güçleri üzerinde amansız bir hegemonya mücadelesi yürütüyor.
Kendine yandaş sendikalar, işbirlikçi örgütlenmeler yaratıyor.
Adeta emek alanını baştan sona yeniden dizayn ediyor.
İş yasalarını sermaye talepleri doğrultusunda değiştiriyor.
Keyfi grev yasakları getiriyor. Sonuçta sermaye için dikensiz gül bahçesi istiyor.
AKP on yıllık iktidarları boyunca, sadece emekçilere değil, tüm toplumsal kesimlere hak arama yollarını kapatarak, yaşama dair her şeyi kendi anlayışına göre belirleyen, otoriter bir yönetim anlayışını inşa etmeye uğraştı.
Bu nedenle öğrenciler, çevre muhalefeti, Aleviler, Kürtler hükümetin her türlü ceberut baskıyla karşı karşıya kaldı.
Demokratik sistemin gerekleri olan hak arama yolları kapatılarak, ‘eğer bir hak verilecekse, o hakkı da ben veririm’ otoriter anlayışı toplumun belleğine adeta kazınmak istendi.
Burjuva parlamenter sistemin ‘yasal’, ‘hukuksal’ işleyişi bile, bugün fiilen dumura uğratılmış durumdadır.
Erdoğan ve AKP hükümeti, tüm yaşamın belirleyeni olmak istemekte ve yaşamın her alanına, iktidar ilişkilerini nüfuz ettirmek istemektedir.
Biliyorsunuz ÇAYKUR grevinde hükümet, bürokrasi açıkça yasaları çiğneyerek, grev kırıcılığı yaptı.
İşi öyle bir noktaya vardırdılar ki Tek Gıda İş üyelerini kendine yakın sendikaya kaydırmaktan tutun da, sendikasının iç işlerine karışarak, (gayri resmi bir şekilde) Genel Başkanı istifaya bile çağırdılar.
Keza hala devam eden hava yolları grevinde de, yine aynı hileler deneniyor.
Kısacası emek alanının ve toplumun bütününe yayılan, sendikaları hiçleştiren, pespaye duruma getiren, AKP’nin otoriter yönetim anlayışının kırılması, ancak tüm toplumsal güçlerle ortaklaşan bir mücadele ile mümkündür.
Bugün işçi emekçi yığınların örgütsüzlüğü ve sistem karşısında irade ve güç olamamaları, bürokratik sendikal yapının oynadığı uğursuz rol, eşitsiz bir güç durumunu gözler önüne seriyor.
Emekçilerin bu dağınıklığı ile iktidarın otoriter, hak tanımaz, anlayışıyla baş etmeleri, özgür çalışma yaşamına, grev ve toplu sözleşme hakkına kavuşmaları düşünülemez.
Şüphesiz ki karşı bir hegemonya oluşturulması ve moral üstünlüğün ele geçirilmesi lazımdır.
Böylesi bir karşı hegemonyanın oluşturulmasının yolu, emekçilerin AKP otoriterliğine karşı verecekleri demokrasi mücadelesiyle mümkündür.
Bu mücadele, Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesiyle, yeni anayasal sürece verilecek destekle, emekçilerin bu süreçte rollerini oynamasıyla sağlanabilir.
Bunun için de tüm emek ve demokrasi güçleri, dayanışma içerisinde olmalı ve mücadeleyi birleştirmelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.