Sermaye yoğun emek sömürüsüyle semirdikçe emeğin hakkını daha bir görünmez kılıyor. Sermaye semirdikçe emeğe karşı iktidar ve baskı mekanizmalarını daha bir mekanize ve örgütlü şekle sokuyor. 1 Mayıs’ta İstanbul’da karşımıza çıkarılan on binlerce militarize güç bunu ifade ediyordu. Emeğin, emek güçlerinin kendi tarihleri içinde 1 Mayıs ve Taksim’in ayrı bir yeri ve önemi bulunmakta. Sermaye […]
Sermaye yoğun emek sömürüsüyle semirdikçe emeğin hakkını daha bir görünmez kılıyor. Sermaye semirdikçe emeğe karşı iktidar ve baskı mekanizmalarını daha bir mekanize ve örgütlü şekle sokuyor. 1 Mayıs’ta İstanbul’da karşımıza çıkarılan on binlerce militarize güç bunu ifade ediyordu.
Emeğin, emek güçlerinin kendi tarihleri içinde 1 Mayıs ve Taksim’in ayrı bir yeri ve önemi bulunmakta. Sermaye emeğin hafızasından 1 Mayıs’ı, işçinin elinde avucunda kalan Taksim’i çıkartmak istiyor. Çünkü yenidünya, sermayenin ezilen halkları ve emeğiyle geçinenleri, kendi değer yargıları ve ekonomik çıkarları sarmalında öğüterek, onlara başka bir çehre vermeye çalıştığı fırsatlar dünyasıdır. “Gelişme” masalını sürdürmek, krizlerden çıkmak, daha iyi rekabet için dünyanın öteki tarafına kadar geçip yedi yaşındaki çocuğun henüz süt kokan etinden-kemiğinden yararlanmak; olur ya bir daha eline geçmeyebilir. Ve tüm bu insanlık dışı uygulamaların bizim 1 Mayısımız ve Taksim’le bir ilgisi var. Çünkü Türkiye sermayesi emperyalist sermayenin bir halkası ve bu halkada on yıllardır emekçilere ve halka karşı sayısız suç işleniyor, devasa baskılar hüküm sürüyor. İstanbul’daki emekçiler ve devrimciler 1 Mayıs’ta görülmemiş bir baskıyı yaşıyor.
İşte bu baskılar zincirinde, “yayalaştırma, Taksim’e cami, gezi parkına AVM” türünden hesaplar, bir ölçüde emeği bir tek gün için olsa bile İstanbul’un kalbinden söküp atmak içindir. Öyle ya Türkiye sermayesinin iştahla parlayan yüzünün arkasındaki yoğun emek sömürüsü demek olan taşeronlaştırma, işçi cinayetleri ve kıyımları görünmedikçe, patronlar alınteri hırsızlığıyla çûşa gelip halkı Taksim’den de, benzeri alanlardan da sürüp atacak projeleri daha rahat gerçekleştirebilmekte. Baskının boyutu, içtiğimiz su, aldığımız hava ve gülümsediğimiz güneşin bize yabancılaştırılmasıyla daha canlı bir içerik kazanmaktadır. Tarihi ve nostaljik değeri açısından önemli olan sinema ve tiyatro salonlarına karşı hazırlanan projeler dahi, paragöz yaşamın pervasızlığının vardığı boyuta delalet etmektedir.
Taksim bu kez inşaat alanı bahane edilerek emekçiye yasaklandı. Oysa bunun emeğe karşı düşmanlığın, 365 gün içinde emeğin kendisini ortak bir ruhla görünür kılacağı tek bir gün olan 1 Mayıs’a olan düşmanlığın ifadesi olduğunu yaşayarak gördük. Uzun yılların mücadelesiyle resmi tatil hakkına dönüştürdüğümüz 1 Mayıs’ı bize yaşatmayı sermaye iktidarı çok görüyor, hak görmüyor! Bu günde yaşadıklarımız sözün bittiği türdendi. Ezilenlerin, devrimcilerin sesinin çıkmasına karşı tahammülsüzlük had safhadaydı. Karşımızda açık faşizm koşullarını aratmayan, çok iyi organize olmuş polis ve jandarma ordusu vardı. Yasak olan girişine izin verilmeyecek olan sözde Taksim’di. Vali öyle diyordu. “Taksim’e girişe izin verilmeyecek” . Saldırının boyutuna baktığımızda bu hesabın sadece Taksim için değil, 1 Mayıs’ta halkın sokağa çıkmasının engellenmesi için olduğu aşikardı.
Vapurlar Taksim’e yanaşmaz ama vapur seferleri iptaldi. Metrobüs Taksim’den geçmez ama metrobüs seferleri kaldırıldı. Taksim’den ötelere çıkan yeraltı tünellerinin girişi polis barikatıyla kapatıldı. Yoğun olarak emekçi halkın kullandığı belediye otobüslerinin seferleri azaltıldı, iptal edildi, ya da Taksim’le alakası olmayan yerlerde bile giriş yasağı konuldu. Ortak kullanım için tutulan otobüsler, minibüsler yollarda durduruldu, taciz edildi.
İktidar Taksim’i yasakladı ama yasaklı olan sermaye için cennet, emekçiler için cehenneme çevrilmeye çalışılan İstanbul’du. Şişli’den, Mecidiyeköy’den, Okmeydanı’ndan, Dolmabahçe’den, Karaköy’den, Beşiktaş’tan, Kurtuluş’tan ve Osmanbey’den 1 Mayıs için dışarı çıksın çıkmasın halkın sokakları, caddeleri doldurmasını engelledi. 1 Mayıs’ın kalbinin attığı nokta DİSK yine kuşatma altına alındı.
Yasaklanan Taksim değil, İstanbul’du. Faşizm halkı karadan, havadan kuşatmış, denizden 1 Mayıs’a yapılacak taşımayı kaldırdı. Yönü Taksim’e dönük caddelerin sokak girişleri bile polis ve jandarma bariyerlerine alınıp, her köşe başını tutan polis ve jandarma yığınları, çantalarında hazır gaz bombalarıyla zehir saçtılar. Sendika başkanları, sendika üyeleri sendikalarına ulaşamadı. Ortalık gaz bombaları kapsüllerinden geçilmez oldu. Sokaklar gaz dumanlarına bulandı. Halka “pencerelerinizi açmayın, dışarı çıkmayın” anonsları yapıldı. Havada dönen helikopterler, karada donanımlı jandarma ve polis ordusuyla koordineli çalışıyordu. Taciz, gözdağı, tehdit, cop, gaz… Her şey Taksim’e niyetli olan olmayan halkı sindirmek içindi.
Sözde Taksim’e giriş yasaktı. Emekçiler ise 1 Mayıs’ta taşeron zulmüne, işçi kıyımları ve cinayetlerine, sendikasızlaştırmaya, kaynaklarımızın yağma ve talan edilmesine, İstanbul’un betonlaştırılmasına, suyun ticarileştirilmesine karşı sesini yükseltmek, gücünü göstermek için sokağa çıktığında Şişli’de, Mecidiyeköy’de, Beşiktaş’ta ve Okmeydanı’nda bile yürümesine izin verilmeyerek saldırıya uğradı. Sadece Taksim’in değil her yerin de yasak olduğu ayan beyandı.
Çalınan ve çalınmak istenen emeğimiz, yasaklanan ise mücadele günümüz ve mücadelemizde önemli anısı olan Taksim ve İstanbul’dur. Kararlılığımız ve ısrarımız yaşam hakkımıza sahip çıkma inancına paralel olarak sürecektir. İstanbul’da ve İstanbul’un Taksim’inde bu kenti inşa edenlerin hükmünün egemen olacağı 1 Mayıs bilincimiz sermaye karşısında hep canlı kalacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.