Bugün Kandil’de tarihi bir basın toplantısı yapılacak. Bu basın toplantısının en güzel haberini dün Ezgi Başaran yaptı. O da içinde, uluslararası medya bugün Kandil’de. Oysa herkes olan bitenin “dağdan iniş”, “sınır dışına çekiliş” olduğunu sanıyordu. Oysa dünya “dağa çıkıyor.” Öcalan’ın yürüttüğü büyük diplomasinin ilk zaferidir bu. Dünya devletlerinin “terör listelerinde” karalanan PKK, şimdi Ortadoğu’da barış […]
Bugün Kandil’de tarihi bir basın toplantısı yapılacak. Bu basın toplantısının en güzel haberini dün Ezgi Başaran yaptı. O da içinde, uluslararası medya bugün Kandil’de. Oysa herkes olan bitenin “dağdan iniş”, “sınır dışına çekiliş” olduğunu sanıyordu. Oysa dünya “dağa çıkıyor.”
Öcalan’ın yürüttüğü büyük diplomasinin ilk zaferidir bu.
Dünya devletlerinin “terör listelerinde” karalanan PKK, şimdi Ortadoğu’da barış süreçlerinin en önemli öznesi olarak, dünya kamuoyunun ilgi odağında…
PKK’yi “terör örgütleri listesine” alan ülkelere bakınız. Neler görüyorsunuz? Boston’daki “terör” eylemini görüyorsunuz. Libya’da Fransız Elçiliği’ne yönelik saldırıyı görüyorsunuz.
Başka şeyler de görüyorsunuz:
Kerkük’te kitlesel sivil katliamlarını, Suriye’de kimyasal silahları; Alevi Arap askerlerin üzerine benzin dökülüp bir tekmeyle ateşe atılmasını… Sivil halkın orta yerinde patlayan kamyonları…
Gördüğünüz vahşettir.
Ve şimdi PKK’yi “terör örgütleri listesine” alan devletler, bu vahşeti yaratanlarla PKK arasında kaçınılmaz kıyaslamayı yapmak zorunda kalıyorlar. İlk işaret Avrupa Konseyi’nde verildi bile. Sonuç bildirisinde PKK’yi “terör örgütü” diye niteleyen ifadeler metinden çıkarıldı.
Bu “terörist” suçlaması, Batılı ülkelerde yaşayan bütün Kürtleri tehdit altında bırakıyor. Paris’te üç PKK’li kadın aktivistin katledilmesi, pek çok PKK’linin tutuklanması Batı demokrasileri için utanç verici…
İyi de ne oluyor?
Batı dediğimiz alem, birden bire PKK’nin ve onu destekleyen Kürt halkının “masumiyetine” mi inanıyor? Uykudan mı uyanıyor? Gerçekleri yeni mi görüyor?
Hayır! Öyle bir şey olduğu yok. Batının kapitalist devletleri, Birinci Dünya Savaşı sonucunda yaptıkları haritanın çöplüğü boylamakta olduğunu görüyor. Dün paramparça ettikleri Kürdistan uyanıyor. Ve onlar biliyorlar ki, düne kadar, “ellerinde tuttukları” devletlere “rüşvet” olarak “paylaştırdıkları” Kürdistan artık Ortadoğu’nun kaderini belirleyen bir güç.
Cengiz Çandar, günlerdir, -”oynatılan rol” gibi münasebetsiz lafın gölgesinde- insanların ağzını sulandıran bir Kürdistan “natürmort”u çiziyor. Gerçi bu “natürmort”ta tabak içinde envai çeşit meyve yok; üzerinde bütün küresel ve bölgesel emperyalist devletlerin kanlı el izleri olan petrol varilleri var. Ve bu varillerin arasından uğruna Fuzuli’nin kasideler yazdığı “su” geçiyor: Fırat ve Dicle… Petrol’ü yakabilirsin, ama onu “içemezsin”, toprağı yeşertemezsin. İşte bu petrol ve su havzası şimdi ayakta. Batı’nın da gördüğü bu zaten.
O halde ne oluyor?
Kürdistan “yeniden mi paylaşılıyor?”
Hayır. Tam tersine. Birinci Dünya Savaşı’nda paylaşılan Kürdistan’ı yeniden paylaşma stratejileri yıkıma uğradı. Şimdi bir Kürdistan devrimci süreci yaşanıyor. Milyonları ayakta, onbinleri dağlarda ve siperlerde olan bir halkın topraklarını ve zenginliğini paylaşmak, onun üzerinde hegemonya kurmak olacak iş değildir. Bir kadın devrimi patlamış, çocuk devrimine ise ramak kalmış. Böyle bir topraktan söz ediyoruz.
Gücünün en yüksek noktasında olduğu bir sırada, gerillayı “sınır” dışına çekme hamlesi, işte bu büyük devrimci sürecin zaferini güvenceye alan, elbette “riskli”, ama “devrimci cesaret” gerektiren bir adım oldu. Belki bu adım atılmasaydı, savaş, “yeni bir paylaşımla” sonuçlanabilirdi.
Ve Batı devletleri şunu çok iyi biliyor: Eğer Öcalan, bölgede oluşan stratejik dengelerle oynamaya kalksaydı, örneğin Rusya, Çin, İran ekseninde “taktik” bir “hamle” yapsaydı; başı Uzak Asya’da ve özellikle Çin “kapitalizmiyle” dertte olan ABD ne yapardı? O anda Güney Kürdistan’da istikrar havaya uçar, Maliki taarruza geçerdi; onbinlerce Kürt savaşçı ile Esat güçleri birleşir, Türkiye sınırında cehennem yaşanırdı; o anda Türkiye’de gerçek, aslının tıpkısı “terör” örgütleri zuhur eder, Türkiye asıl o zaman kendi “11 Eylülünü” yaşardı. Ta Filistinlerden gelip, Avrupa’nın göbeğinde “terör” estiren FKÖ’yü düşünün. Ve bir de sırf Almanya’da bir milyon Kürdün yaşadığını ve bunların ezici çoğunluğunun “terör listesine kayıtlı” PKK’yi desteklediğini düşünün. Kimbilir neler ve neler olurdu…
Bunlar neden olmadı dersiniz çok sayın Batılı devlet insanları, ekselanslar, krallar, kraliçeler, şansölyeler?
Çünkü PKK “terör örgütü” değil de, o yüzden olmadı…
Tüm Batı dünyası, Öcalan’a ve PKK’ye çok şey borçlu… Kürdistan’ın ise hiç kimseye tek kuruş borcu yok…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.