Çaykur grevi, emek-sermaye ilişkisinin özel yapısını, kitlenin sınıfsal yapısını/çıkarlarını görmezden gelmenin sonuçlarını ortaya koyması bakımından son derece öğreticidir
Çaykur grevi bana hayata dair çok genel ve çok temel noktaları düşündürdü, bir kez daha. Öyle sanıyorum ki biz, hayatın gözüne bakabilmeyi öğrenmedik yeterince. Hayatın milyonlarca rengini, olağanüstü çeşitliliğini görmezden geliyoruz. Farklılık, çeşitlilik bizi korkutuyor sanki. Her şeyi “tek tip” hale getirmeye çalışıyoruz, ulus devlet/tek ulus ideolojisinden, aile anlayışına kadar… Çözümler açısından da tek tip modeller benimsiyoruz. Bu sendika hareketinde de böyle. Fabrikaların, işliklerin, çalışma koşullarının, işçi katmanlarının, endüstri ilişkilerinin bütün çeşitliliğini, bütün bir sendika yaşamını “tek tip sendika” modelinin kalıpları içinde açıklamaya, yorumlamaya ve çözümlemeye çalışıyoruz.
Çaykur grevine baktığımız zaman, gene bu çeşitliliği göremeyen, farklılıkları kavrayamayan, tek tip “genel geçer” kalıplarla düşünüp hareket eden geleneksel örgütlenme, toplu pazarlık/grev modelinin ya da anlayışının hayata ve sorunlara ne kadar yabancılaşmış olduğunu görüyoruz.
Çaykur çok özgün, çok farklı sınıfsal özelikleri içinde barındıran büyük ölçekli bir işletme. 10 bine yakın Çaykur işçisinin 7 bini mevsimlik kampanya işçisi. Ve Çaykur işçisi aynı zamanda küçük köylü, küçük çay üreticisi, yani toprakla bağını sürdürüyor. Üstelik ürettiği yaş çayın alıcısı da Çaykur. Grevin yaş çay alımı dönemine rastlaması, Çaykur’un grevin yaş çay alımını önleyeceği propagandası işçiyi çözdü. Greve katılım olmadığı için sendika grevi fiilen bitirdi. Sendika yasasının toplu pazarlık ve grev prosedürünü son derece ayrıntılı ve sürelere bağlayarak düzenlemiş olması, grevin zamanlaması konusunda sendikaların elini kolunu bağlıyor. Sendikalar greve gidecekleri zamanı kendileri belirleyemiyorlar. Oysa zamanlama, grevin en önemli taktik meselesidir.
Bu yasanın detaycı ve antidemokratik yapısının yarattığı bir sorun olarak görülebilir, sendika da öyle açıkladı ve öyledir de… Ama meseleyi sadece bu yanıyla görmek eksik ve bu nedenle de yanıltıcıdır.
Birincisi, kampanya işçilerini “kutsal” işkolu tipi (ya da Türkiye tip ya da milli tip ya da her ne karın ağrısıysa) sendikalarda örgütlemek zorundayız. Bu model, 60’ların başlarından itibaren Türk-İş’in de DİSK’in de sendika hareketine “dayattığı” tek tip örgüt modeli. 12 Eylül’ün ardından çıkarılan sendika yasalarıyla, işkollarının yasayla belirlenmesinin ve işkolu sendikaları dışında diğer bütün örgütlenme modellerinin yasaklanmasının gerisinde biraz da bu “dayatma” var. Oysa pek çok alan “işkolu sendikası” modeline uygun değil. Tiyatro oyuncularıyla borsa simsarlarını aynı sendikada örgütlenmeye zorlamanın gerisinde nasıl bir zihniyet var? Sendikalar taşeron işçilerini neden örgütleyemiyor? İşsizlerin sendikalaşmasından söz ediliyor, işsizler hangi işkolunda örgütlenecekler? Esnekleşmenin yarattığı pek çok istihdam biçimine yere göğe sığdıramadığımız işkolu sendikaları ne ölçüde cevap verebiliyor? Üstelik üretim sürecindeki değişimler, dünyada –ve bizde- farklı sendika modellerinin –sözgelimi meslek sendikalarının- önemini arttırmaktadır. Ne Türk-İş ne de DİSK, sendika yasası tartışılırken her tip sendikanın kurulabileceği demokratik bir hukuk düzeni önerip savunamadı, işkollarının devlet tarafından yasayla belirlenmesine karşı çıkamadı
İkincisi işçilerin “işçi-köylü” niteliğini ve işverenle küçük üretici olarak da çok temel bir ilişki içinde olmalarını hesaba katmayan bir sendika örgütlenmesi ve toplu pazarlık politikası yürütülüyor. Ücret (parasal kalemler) üzerinden yürüyen… “Ücretli emek-sermaye” ilişkisinin Çaykur’da, ücret meselesini aşan özel, farklı ve çok önemli yanlarını toplu pazarlık sürecine dâhil etmeyen… Sonuç, Çaykur gerçeğine uymayan babadan kalma genel geçer, tek tip modeller ve politikaların iflas etmesidir. Çaykur grevi, emek-sermaye ilişkisinin özel yapısını, kitlenin sınıfsal yapısını/çıkarlarını görmezden gelmenin sonuçlarını ortaya koyması bakımından son derece öğreticidir. Küçük üreticinin sorunlarını örgütleyen ve bunu sendika hareketiyle bağlayan örgütlenme ve toplu pazarlık politikaları ortaya konulamamıştır. Bunun binlerce yeni yolu olabilir! Sendika örgütlenmesi, yerel olarak buna uygun hale getirilebilir ya da doğrudan küçük üreticiye dayanan kooperatif örgütlenmeleri ile sendikanın toplu pazarlık sürecinde bir ortak eylem planı oluşturulabilir. 1980 öncesinde denenen “halk komiteleri” yoluyla emek-sermaye çelişkisinin özüne dokunan girişimler, yapılar, talepler örgütlenebilir. Ama mutlaka esasta, “işçi-köylü” ya da küçük üretici işçinin gerçeğini, kitlenin çıkarlarını küçük üretici olarak Çaykur’la ilişkileri temelinde de hesaba katan ve kitlenin önüne onun çıkarlarını ve beklentilerini karşılayan hedefler koyan bir örgütlenme ve toplu pazarlık yapısı, politikası oluşturulmalıdır.
Yasalardan kaynaklanan sorunlar, bizim dar görüşlülüğümüz, kendimiz için yarattığımız sınırlamalar, katı kalıplar yanında tali kalıyor. Psikanalizin kurucularından Carl Gustav Jung’un işaret ettiği gibi, hayat yasadan daha güçlüdür: Hayata inanmak, hayatın gerçeğini anlamak gerekiyor. Yeni yollardan yürümeye alışmalı, sorunlara çok farklı pencerelerden bakabilmeyi denemeliyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.