“Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz” cümlesi, Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı cümlenin bir benzeri hatta nerdeyse kopyası Sadece Türkiye değil dünya kamuoyu bir bakıma Amed’e kilitlenmişti. Öcalan’ın Newroz günü yapacağı açıklama son derece önemseniyordu. Herkesin merak ettiği açıklama özellikle Kürtler için hayati derecede önemliydi. 21 Mart 2013 tarihindeki Newroz, Kürtler […]
“Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz” cümlesi, Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı cümlenin bir benzeri hatta nerdeyse kopyası
Sadece Türkiye değil dünya kamuoyu bir bakıma Amed’e kilitlenmişti. Öcalan’ın Newroz günü yapacağı açıklama son derece önemseniyordu. Herkesin merak ettiği açıklama özellikle Kürtler için hayati derecede önemliydi. 21 Mart 2013 tarihindeki Newroz, Kürtler bakımından yeni bir tarihsel sürecin başlangıcı olarak değerlendirildi. Bu bakımdan Öcalan’ın mesajı, politik dengelerin yeniden şekillendirilmesi olarak algılandı. Sadece Türkiye’nin iç politik aktörleri değil aynı zamanda ABD ve AB gibi küresel güçler de Öcalan’ın vereceği mesajı tahmin edilenden çok önemsiyorlardı. Olası barış sürecini büyük bir kararlılıkla destekleyeceklerini belirttiler. Ortadoğu dengelerinin şekillenmesinde Türkiye’nin bundan sonra nasıl bir rol oynayacağı bir bakıma Kürtlerin alacağı politik ve askeri tutuma bağlıydı.
Bu bakımdan devletin, AKP’nin ve Erdoğan’ın kaderinin Öcalan’ın alacağı politik karara bağlı olduğu, hemen herkesin gördüğü bir realiteydi. Aynı şekilde Ortadoğu denkleminde PKK’nin artan bir gücü var ve bu herkesin kabul ettiği bir durum. Öcalan’ın ortaya koyacağı politik projenin aynı zamanda Kürtlerin bölgesel gücünü çok daha üst boyuta çıkartacağı biliniyordu. Bütün bu karmaşık ilişkiler için gözler, 21 Mart 2013’te Amed’de Newroz etkinliğine, yani saat 12’de Öcalan tarafından kaleme alındığı söylenen mektubun okunmasına çevrilmişti.
Merakla beklenen mesaj okundu. Peki, söz konusu mektupta ne vardı? Politik hedefler bakımında ne söylendi? İdeolojik bakış açısında ne vardı? Kimler hedeflenerek yazılmıştı? Stratejik yönelimi neydi? Kürtlere ne söyleniyordu? Bölge denkleminde PKK’ye nasıl bir rol biçiliyordu? Devlete nasıl bir mesaj vermişti?
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Mektup bir müzakere taslağından çok temel bir bakış açısı sunmuş izlenimi veriyor. Bir bakıma genel bir perspektif olarak algılanabilir. Bu bakımdan beklentilere yanıt vermemiş olabilir. Öcalan adına okunan mesaj beklenilenden farklı bir izlenim uyandırdı. Bazılarında hayal kırıklığı ve tereddüt bazılarında ise temkinli bir iyimserlik yarattı.
Kendi izlenimim bakımından, mektubun içeriği ve üslubu Öcalan’ın diline pek benzemiyor. Öcalan’ın olayları ele alış tarzını, yorumlama biçimini, konuşma üslubunu ve yöntemini bilenler bunu çok açık görürler. Çok dikkatimi çeken bir iki nokta var: Birincisi, “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” Şimdi Öcalan gerillaya “silahlı unsurlarımız” der mi? Ben diyeceğini sanmıyorum. Çünkü Türkiye’de devletin güvenlik ve istihbarat elemanlarının sıklıkla kullandığı bir kavram. Öcalan’ın politik dilini, kullandığı argümanları ve analizlerini bilenler, bugüne kadar bu tarzda bir kelime kullanmamıştır. Hele kendisini sonuna kadar savunan, feda eylemi yapan insanlara karşı, sıradanlaştıran “silahlı unsurlar” kelimelerini kullanmaz. Denebilir ki kelimelere takmamak gerek. Ancak bu savunu da tek başına bir anlam ifade etmez. Çünkü “unsurlar” kelimesine yüklenen anlamın ne olduğunu biliyoruz.
İkinci bir nokta; “Çağrımı bağrına basan gençler, mesajımı yüreğine katan yüce kadınlar, söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar, sesime kulak kesilen insanlar; Bugün yeni bir dönem başlıyor.” Dikkat edilirse sıradanlaştırılmış bir cümle. Gerillaya, dava arkadaşlarına, Avrupa’da büyük destek veren diaspora Kürtlerine ve kurumlarına tek bir sesleniş yok. Öcalan’ın gerilla ve dava arkadaşları konusunda çok hassas olduğu söylenir. Aralarında müthiş bir güven vardır. Karşılıklı olarak birbirlerini çok iyi okudukları belirtilir. Peki, bu kesimlere neden tek bir kelime mesaj yok. Yine denebilir ki, gerillanın ve dava arkadaşlarının buna ihtiyacı yok. Onlar her zaman Öcalan’ın mesajını alıyorlar. “Söylemlerimi baş-göz üstüne diyerek kabul eden dostlar” olarak söylediği sanırım onun dava arkadaşları değil. Ya da 40 yıldır, bir bakıma Öcalan’ın varlık gücü olan dava arkadaşlarına karşı öyle bir yaklaşımı olur mu? Olmaz. Peki, Öcalan bütün bunları unutmuş olabilir mi? Es geçmiş olması mümkün mü? Bu son derece zordur.
Öcalan, bugüne kadar yapmış olduğu değerlendirmelerde politik içeriği zayıf olan öyle bir ajitasyonla başlamamıştır. “Selam olsun bu uyanış, canlanış ve diriliş günü olan Newroz’u en geniş katılım ve ittifakla kutlayan Ortadoğu ve Orta Asya halklarına… Selam olsun yeni bir dönemin miladı ve gün ışığı olan Newroz’u büyük bir coşkuyla ve demokratik bir hoşgörüyle kutlayan kardeş halklara…” Gerçekten bu Öcalan’ın dili olabilir mi? Öcalan, milyonların dinleyeceği bir mesajda ‘Newroz’u tarihsel derinlikten yoksun ajitasyonla ele almayacağını en iyi bilecek olanlar onun yoldaşlarıdır.
Bugüne kadar bütün yazılarını okuyan, kitaplarını inceleyen biri olarak şu dikkatimi çekti: Mektubun bütünü dikkate alındığında, politik içeriği zayıf olan, sanki Öcalan’ın görüşleri derme-çatma bir şekilde birbirlerine eklemlenmiş bir görüntü veriyor. Öcalan’da “Kapitalist Modernite” eleştirisi oldukça derin ve felsefiktir. Ama mektuba bakıldığında Öcalan’ın politik dilindeki bu tanımlamayı bulmak son derece zordur. Bildiğimiz Öcalan bir konuyu açarken özet de olsa felsefi-politik bir mantık kurar. Bu bir mektuptur denebilir. “Bir mektupta ancak bu kadar olur” itirazı gelebilir. Fakat gerçekçi yaklaşıldığında böyle olmadığı anlaşılır. Ama “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor… ‘Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik.” Bu kavramlarda sıradan ortalama bir insanın kaleme aldığı bir yazı olarak görüntüsü var. Şimdi Öcalan’ın gerçekten bu noktaya geldiğine inandığını birileri söyleyebilir mi? Bu cümlelerin politik bir anlam ifade etmediğinin herkes farkındadır. Öcalan’ın bakış açısını az çok bilenler en azından bunu gerekçelendiren özet bir bilgi sunardı. Bunları hiçbiri yok. Örneğin, Öcalan, “Özgürlük Sosyolojisi” adlı çalışmasında felsefesinin Aleviliğe çok yakın olduğunu söyler. Ancak “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” diyor ama 15 milyonu bulan Alevi kitlesine yönelik hiçbir mesaj vermiyor. Bunu unutması mümkün mü? Değil. Böylesi bir mektup olması gerektiğini herkes biliyor. Unutmak gibi bir durum olmadığına göre devletin ‘yüksek’ görevlileri tarafından çıkartılmış olması olasılığı yok mu?
Mektup daha çok Türkleri ikna formülasyonuna göre yazıldığı imajını veriyor. Yani nasılsa Kürtler inanıyor, Türkleri rahatlatmak gerek. Şu ifadeler onun için: “Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır.” Öcalan meseleyi böyle alır mı? Pek sanmıyorum. Ne felsefi bakış açısı ne politik değerlendirme nedeniyle Öcalan meseleyi böyle ele almaz. “Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.” Öcalan yaptığı bilimsel çalışmalarda, politik yaklaşımlarda, Cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin yaptığı değerlendirmelerde “Misak-i Milli’yi” hiçbir şekilde meşrulaştırmamıştır. Ayrıca yazım tarzı ve içeriği de Öcalan’ın bakış açısına benzemiyor. “Kürtlerin hassasiyetleri nasılsa biliniyor, bunun için Türklerin hassasiyetlerine vurgu yaptı,” savunusu peki inandırıcı gelmiyor bana. Örneğin Rojava’ya yönelik hiçbir değerlendirme ve selamlama yok. İlginç ve tuhaf.
Bütün bunlardan vardığım nokta şu: Amed Newroz’unda Öcalan adına okunan 5 sayfalık çağrı, ne içerik, ne metot olarak Öcalan’ın yöntemini ve görüşlerinin bakış açısını pek yansıtmıyor. Daha çok devlet ile Öcalan arasında yapılan bir konsensüs mektubu gibi görünse de, Öcalan’ın görüşleri üzerinde bir oynanma olduğu izlenimini edindim. Bu bir yanılgı olabilir. Ama bunları belirtmekte yarar görüyorum.
Örneğin; “Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.” Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı cümlenin bir benzeri hatta nerdeyse kopyası. PKK’ye ilişkin tek bir kelimenin geçmemiş olması yanı zamanda devletin PKK’ye yönelik izlediği bir politikanın yansıma olarak ön plana çıkıyor. Yalçın Akdoğan 21 Mart günü bir televizyonda yaptığı bir değerlendirmede bunu çok açık olarak ifade etti ve Öcalan’ı “elimizdeki bir mahkûm unsur” olarak tanımlaması onların bakış açısını ortaya koyuyor. Bu değerlendirmenin aslında Öcalan’ı değersizleştirme projesinin küçük bir parçası olduğu görülmelidir.
Bu süreç 1999 yılından çok farklıdır. Öcalan’ın o dönem çok akıllıca yaptığı bir kısım politik manevralarla süreci kurtarmasını bugünle kıyaslamak doğru değil. Bugün PKK bölgede en güçlü konumda olan bir hareket. Öyle ki politik gücü mevcut devletleri aşacak düzeye gelmiş bulunuyor. Statükocu güçler dağılma sürecindeler. Kürtler için muazzam olanaklar gündemde.
Ayrıca Öcalan’ın mektubuna yönelik uluslararası tepkiler gelmeye başladı. ABD ve AB açıklama yaptı. Her ikisi de süreci desteklediklerini açıkladılar. Washington Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, “ABD Türkiye’de 30 yılı aşkın bir süredir devam eden trajik çatışmanın sona erdirilmesine doğru olumlu bir aşama olarak değerlendirilen PKK’nin şiddetin durdurulması açıklamasını selamlıyor” değerlendirmesinde bulundu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanı Jean Claude Mignon, “PKK Lideri’nin ateşkes çağrısını selamlıyorum… Her türlü şiddet yönteminin durması müzakerelerin başlaması için ön koşuldur” açıklamasıyla süreci desteklediğini belirtti. Bu açıklamaların hem bölgemizde hem de Türkiye’nin iç politikasındaki yansımalarının nasıl olacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Osmanlı’da oyun çoktur. Devlet kendi varlığını politik hile ve oyunlar üzerine inşa etmiş. Kürtlere karşı yeni komploların ve oyunların sahnede olduğunu görmek ve bunlara karşı çok dikkatli olmak gerek. Kürt hareketi çok hassas bir süreçten geçiyor. Özellikle devletin PKK’yi saf dışı bırakıp sonra Öcalan’ı itibarsızlaştırıp etkisizleştirme hilesine karşı politik uyanıklığı asla elde bırakmamak gerek ve politik refleksi zamanında göstermek son derece önemlidir.
Her şeye rağmen devleti müzakere masasına çekip, eşit koşullarda demokratik bir barışı esas alarak sorunun çözümünde ilerlemek Kürtlere kazandırır. Devlete hiçbir manevra alanı bırakmadan, demokratik bir barışı istemek, Kürtlere kaybettirmez, tersine halklarımıza kazandırır. Kürtlerin demokratik haklarını elde etmesi, aynı zamanda Türkiye halkları için de önemli avantajlar sağlayacaktır
Bu sürecin stratejik aktörü Öcalan’dır. Öcalan’ın itibarsızlaştırılmasına izin verilmemelidir. Bütün Kürtler ve demokrasi güçleri bu konuda hassas olmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.