Bu süreç MİT ile yürütülemez. İmralı’ya gidecek 3. heyetle birlikte artık MİT devreden çıkmalı ve siyasal aktörler devreye girmelidir. Çünkü bu sorun bir güvenlik meselesi olmayıp politiktir Kürt sorunu ekseninde yürütülen tartışmalar Türkiye’nin politik gündeminin ana halkasını oluşturuyor. BDP milletvekillerinden oluşan ikinci heyetin İmralı’ya gitmesinden sonra tartışma süreci çok daha yoğunlaştı. Özellikle Öcalan’ın Kandil, BDP […]
Bu süreç MİT ile yürütülemez. İmralı’ya gidecek 3. heyetle birlikte artık MİT devreden çıkmalı ve siyasal aktörler devreye girmelidir. Çünkü bu sorun bir güvenlik meselesi olmayıp politiktir
Kürt sorunu ekseninde yürütülen tartışmalar Türkiye’nin politik gündeminin ana halkasını oluşturuyor. BDP milletvekillerinden oluşan ikinci heyetin İmralı’ya gitmesinden sonra tartışma süreci çok daha yoğunlaştı. Özellikle Öcalan’ın Kandil, BDP ve Avrupa’ya göndermiş olduğu mektuplar bu sürecin çok önemli bir halkasını oluşturuyor. Başta devlet ve Erdoğan olmak üzere toplumun büyük bir kısmı özellikle Kandil’den gelen yanıtı bekliyor.
İki temel yaklaşım ön plana çıkıyor
Birincisi, Kandil ile İmralı arasındaki politik uyumun sürekliğini koruyarak sürecin kolektif olarak örgütlenmesi, böylelikle Kürt kurumlarının ortak irade birliğiyle sürece dâhil olmalarıdır. Özellikle demokratik güçlerin istediği bu durum, doğal olarak henüz başlamamış olan müzakere sürecinde Kürtlerin çok daha güçlü bir konumda olmasını sağlayacaktır. İkincisi, Kandil ile İmralı arasında görüş ayrılığının ortaya çıkarılması, bir bakıma fiilen bir bölünmenin oluşmasını sağlayacak bir zeminin oluşturulmasıdır. Bu ikinci tercih esasen devletin ve sistem kurumlarının oldukça arzuladığı bir durum. Amaç Kürt hareketinin parçalanmasını sağlayarak tasfiye stratejisine yeni bir boyut kazandırmaktır. İkincisinin pek başarılı olma şansı yok.
PKK 30 yıllık savaş deneyimine sahip bir hareket, Ortadoğu’nun karmaşık politik ilişkilerini biliyor ve ayrıca Türk devletinin politik oyunlarının da oldukça farkındadır. Bu nedenle tuzağa düşmeyecektir. PKK’de bir bölünme bekleyerek politika geliştirmeye çalışmak süreci doğrudan kaybetmektir.
Tutanakların kamuoyuna yansımasının zararı yok
BDP heyeti ile Öcalan arasında yapılan görüşme tutanaklarının kamuoyuna yansımasından sonra, tartışmanın boyutu çok daha net anlaşılmış bulunuyor. Görüşme tutanakları bakımından teknik bir noktaya dikkat çekmekte yarar var. Tutanaklar dikkatlice incelendiğinde, bunun BDP heyetinde yer alan milletvekilleri tarafından tutulmadığı çok kolay anlaşılır. Çok açık ki, tutanakların çözümü görüntülü kamera üzerinde olmuş. Bir milletvekili notlarını tutarken, “Öcalan sağa döndü, sola baktı, (gülerek)” yazmaz. Genel söylenenleri özet olarak not alır. Yapılan görüşmeler, kamera görüntüleri izlenerek çözümlenmiş olduğu için bütün küçük ayrıntılar yazıya dökülmüş. Bu bir istihbarat yöntemi olduğuna göre ve görüntülü çekim yapan ve sonra çözen de MİT görevlileri olduğuna göre söz konusu notların MİT tarafından taraflara aktarıldığı anlaşılıyor. Ayrıca basına yansıyan görüşme notlarıyla orijinali arasında çok büyük bir fark yok. Milliyet, bazı noktaları çıkarmış ve bir de küçük bir tahrifat yapmış.
Ayrıca kim hangi amaçla yapmış olursa olsun, hayırlı bir iş yaptı. Görüşme tutanakları Erdoğan’ın sesini kesti. Sürecin AKP yetkililerinin dediği gibi olmadığı ortaya çıktı. Böylelikle AKP adına konuşan medyanın, danışmanların ve milletvekillerinin bugüne kadar yürüttükleri psikolojik propaganda çöktü. Daha önceden “silahlarını bırakıp gitsinler, ülkemizi terk etsinler” gibi üst perdede atan Erdoğan telaşlandı ve AKP milletvekillerine dahi susma emri verdi. Tutanaklara bakıldığında özellikle Öcalan’ın yapmış olduğu yorumlar ve değerlendirmeler sürece damgasını vuruyor. Yani bir bakıma, barışa karşı direnen AKP’yi ve Erdoğan’ı sürecin içine çekmeye çalışanın Öcalan olduğu anlaşılıyor.
Tek taraflı çözüm çabaları başarılı olmaz
Kürt sorununa yönelik çözüm çabaları halen tek taraflı bir şekilde yürüyor. Öcalan’ın başlatmış olduğu sürecin sağlıklı yürüyebilmesi için gösterilen yoğun bir çaba var. Bu çabayı da sadece Kürtler yürütüyor. BDP önemli bir inisiyatif almış bulunuyor. Sorunun çözümü için elinde gelen bütün çabayı gösteriyor. Bunu yaparken, Türkiye toplumunun demokratikleştirilmesi ve Kürtlerin sosyal, politik, kültürel ve ekonomik taleplerinin kabul edilmesine sağlayan stratejik düzenlemelerin yapılması gerektiğini savunuyor. Bu sürecin sağlıklı yürüyebilmesi için de oldukça dikkatli ve hassas davranıyor ve katkı yapabilecek bütün sosyal ve politik çevrelerle iletişim kuruyor.
Ancak ne AKP devletinin ne de AKP, CHP ve MHP gibi politik partilerin bir çabası söz konusudur. Anlaşılan devlet, sorunun demokratik çözümüne hazır değil. Devletin inkarcı ve tasfiyesi çizgisinde esasa ilişkin bir değişiklik yapılmak istenmiyor. Devletin kafasındaki strateji tasfiye odaklı olduğu için somut adımlar atmaya yanaşılmıyor. Kandil’e yönelik hava saldırıları süreklileştirerek PKK’yi tahrike çalışılıyor. Böylece bugüne kadar devam ettirdiği tasfiye politikasını sürdürecek gerekçeler aranıyor. Devletin stratejik yöneliminde demokratik bir çözümün olmadığı ve esasen tasfiye eksenli klasik politikaların devam ettirileceği anlaşılıyor. Yoğun bir görüşme trafiği olduğu bugünlerde, Kürtlere yönelik katliamları meşrulaştıran Roboski katliam raporu Meclis Araştırma Komisyonu’nda kabul edildi. Erdoğan, hala ortalıkta “tek millet, tek bayrak” diye nara atıyor. Bu veriler AKP’nin siyasal çözümden yana olmadığı ve esasen Kürtleri maniple ederek süreci kendi lehine kullanacağı anlaşılıyor. Ayrıca AKP’nin en büyük korkusu yeni Habur sürecine benzer bir toplumsal harekete Kürtler için bir ihtiyaçtır. Bu nedenle devlet somut bir proje üretmediği gibi tersine ortaya çıkan alternatifleri de yok sayıyor. Örneğin PKK sürece katkı olması için elindeki esirleri yakında serbest bırakacak ama demokratikleşme sürecinin önemli bir halkası olarak görülen 4. paketin içeriğine dikkat edildiğinde tam bir fiyasko olacağı anlaşılıyor.
Devletin dayattığı üç önemli nokta: tek taraflı ateşkes, gerillanın Güney Kürdistan’a çekilmesi ve silahların bırakılmasıdır. Peki, bunun karşılığında devletin Kürtlere yönelik atacağı hiçbir somut adım var mı? Yok. Doğal olarak, Kandil merkezi de “tek taraflı herhangi bir geri çekilmenin söz konusu olmayacağını” vurguluyor. Ayrıca politik çözüm tek taraflı değil karşılıklı atılacak adamlarla gelişecektir. Bunların hiçbiri söz konusu değilse politik çözümden bahsedilemez. Bu bakımdan tek taraflı atılacak adımlar sorunu çok daha karmaşıklaştıracak ve çözümsüzlüğü derinleştirecektir.
Uluslararası örnekler: Müzakere ve karşılıklı talepler masada netleşir
Uluslararası deneyler bunun çok açık bir örneği olarak karşımızda duruyor. IRA-İngiltere, BASK-İspanya, KORSİKA-Fransa, Moro İslami Kurtuluş Cephesi ile Filipinler, Afrika Ulusal Kongresi-Afrika Beyaz Irkçı Yönetimi arasındaki görüşmelere dikkat edildiğinde, görüşmeler karşılıklı atılan adımlarla ilerlemiş ve barış süreçleri doğmuştur. Bugün, Küba’da FARC ile Kolombiya devleti arasında yürütülen görüşmelere dikkat ettiğimizde sürecin nasıl yürüdüğünü görebiliriz. Her ülkede aynı şekilde olmayabilir, her ülkenin kendisine göre bir kısım özgünlükleri bulunabilir. Ama temel çerçeve aynıdır. Görüşmeler resmi ve heyetler düzeyinde yürütülmüş ve ayrıca uluslararası üçüncü bir gözlemci bulunmuştur. Görüşmeci taraflar birbirinin politik varlıklarını kabul ederek masaya oturmuşlardır. Erdoğan’a ve Türk devletine bakıldığında bu politik mantaliteden oldukça uzak görünüyor. PKK gerçeğini kabul ederek bir süreç başlatmak istemiyor.
Hem Kürtlerin hem de devletin ne istedikleri, politik taleplerin ne olduğu, ayrıca sürece ilişkin somutlaşmış planları olup olmadığı kamuoyuna çok net olarak deklare edilmelidir. Sürecin toplumun bütün kesimleri tarafından anlaşılması ve bilince çıkartılması bakımından önemli bir nokta. Oslo’da bu yapılmadı ve devlet çok açık bir şekilde Kürt tarafını suçlamakla kalmadı, Kürtlere yönelik çok kapsamlı tasfiye planını devreye koydu. Bu bakımdan sürecin sağlıklı yürüyebilmesi için belirli kriterler ve planlar dahilinde sürecin halkla paylaşılmasından yarar var.
Özellikle farklı Kürt gruplarından ve demokratik güçlerden gelen öneriler ve talepler çok açık olarak Öcalan’a iletilmelidir. Böylelikle Kürtlerin genel politik eğilimi çok daha belirgin olarak ön plana çıkacaktır. Eminim ki Öcalan’da toplumun farklı kesimlerinde gelen bu fikirleri dikkate alarak Kürt tarafının önerilerini daha somut bir tarzda devlet temsilcilerine sunacaktır. Devlet de kendi politik planını çok açık olarak deklare etmelidir. Parlamento bu konuda kendi rolünü üstlenmeli, özellikle anayasa üzerinde yürütülen tartışmalar somutlaştırılmalı ve politik ihtiyaçlara yanıt verecek bir tarzda düzenlenmesine ilişkin somut bir planlama yapılmalıdır.
Sürecin doğru okunması için bazı somut belirlemeler yapmakta yarar var:
– Bu süreç MİT ile yürütülemez. İmralı’ya gidecek 3. heyetle birlikte artık MİT devreden çıkmalı ve siyasal aktörler devreye girmelidir. Çünkü bu sorun bir güvenlik meselesi olmayıp politiktir.
– PKK hiçbir şekilde sürecin dışında tutulamaz. Bunun için Öcalan ile PKK arasındaki ilişki aracılarla değil, doğrudan olmalıdır.
– Henüz bir müzakere söz konusu değil, ön görüşmelerin yapıldığı ve sürecin politik olarak olgulaşmasına yönelik bir çaba var. Bu süreç artık tamamlanmalı ve müzakerelere geçilmelidir. Bunun için parlamento içerisinde heyetler oluşturulmalıdır.
– Sürecin toplum tarafından kavranması için politik talepler karşılıklı olarak netleştirilmeli ve kamuoyuna açıklanmalıdır.
– Öcalan’ın önermiş olduğu 3 aşamalı planda belirlediği toplam 24 ilkenin ne olduğu kamuoyuna açıklandığında Kürtlerin talepleri çok somut olarak anlaşılacaktır.
– Sürecin örgütlenmesi için PKK adına Öcalan’ın tam yetkili olduğu açıklandı. Devlet adına kimin yetkili olduğu artık netleşmelidir.
– Öcalan’ın daha önce belirttiği üzere, kendisiyle görüşenlerin karar düzeyinde bir yetkiye sahip olmadıkları, bir bakıma aracı rolünü üstlendikleri anlaşılıyor. Bu durum mutlak olarak değişmeli, Öcalan ile görüşen heyet sürecin örgütlenmesinde tam yetkili olmalıdır.
– Ayrıca süreci denetleyen gözlemci gruplara ihtiyaç var. Bunlar hem ülke içinde hem de bölgesel ve uluslararası düzeyde gözlemcilerden oluşmalıdır.
– Sürecin sağlıklı yürüyebilmesi için taraflar karşılıklı ateşkes yapmalıdır. Tek taraflı ateşkesi hiçbir şekilde başarılı olamaz. Bunun en somut biçimi ise hem ordunun hem gerillanın operasyonlarını durdurduklarını karşılıklı olarak ilan etmeleridir.
– Sınır dışına çekilmek söz konusu olmamalı, eğer süreç pozitif olarak ilerlerse bütün silahlı güçler çatışmazsızlık konumunda kalmalıdırlar. Kürtler arasında fiilen ortadan kalkan sınırlar üzerine bir tartışma yapmak anlamsızdır.
Sonuç: Kürtler 21.yüzyılın yükselen gücü haline geldiler. Uluslararası güçlerin bölgesel politikalarındaki çelişki, çatışma ve rekabet Kürtlerin lehine işliyor. Örgütlü ve bilinçli Kürtler bu dengeleri çok iyi değerlendiriyor. Kürdistan bölgelerinde kendi sistemlerini örgütlüyorlar. Güney Kürdistan’da fiili bir devlet var, Batı Kürdistan’da özerk yapı hızla inşa ediliyor. Bunu artık herkes kabul ediyor. Bunun yansımaları Kuzey bölgesine yansımış durumda. Yani uluslararası güçler PKK’siz bir çözümün olmadığı, olmayacağını fark etmiş durumdalar. AKP ve devlet de bildiği bu gerçeği görüyor. Ancak, buna uygun politik bir adım atmak istemiyor. Atmadığı zamanda başarılı olma şansı olmayacağını da artık anlaması lazım.
Süreç Kürtlerin lehine işliyor. Masada olmak Kürtlere bir şey kaybettirmez, kazandırır. Önemli olan Kürtlerin ne istediğini bilmeleridir. Bu toprakların eşit, adaletli ve demokratik bir barışa ihtiyacı var. Bunun için toplumun bütün çevreleri gerekli sorumluluğu ve duyarlılığı göstermelidir.
Toplumun faklı kesimlerini sürece dahil etmek ve çözüme ilişkin alternatifleri tartışmak için hem ülke içinde hem de uluslararası alanda-farklı ülkelerde konferanslar örgütlenerek ilk adımlar atılabilinir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.