Halkın direnme eğilimlerinin yükseldiği her sokakta, her barikatta, Kürt sorununda, hak mücadelesinde, sınıf savaşımlarında, sosyalistler, çatışmanın uç noktalarında en ileri inisiyatifleri alma görev ve sorumluluğuyla hareket ediyorlar
Halkın direnme eğilimlerinin yükseldiği her sokakta, her barikatta, Kürt sorununda, hak mücadelesinde, şiddetlenen sınıf savaşımlarında, emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı direnişlerde, sosyalistler, çatışmanın uç noktalarında en ileri inisiyatifleri alma görev ve sorumluluğuyla hareket ediyorlar
Bu yılki Newroz[1], Kürt sorununun geleceği açısından yeni bir dönemin başlangıcı olacak. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği bilgilere göre PKK, Newroz ile birlikte silahlı güçlerini sınır ötesine çekmeye başlayacak ve bu çekilme yılsonuna kadar devam edecek, Hükümet bu çekilme için güvenli bir koridor oluşturacak ve Meclis’te -henüz nasıl yapacağı bilinmiyor olsa da- bu sürecinin yasal garantisi anlamına gelecek karar(lar) alınacak. Böylece AKP’ye yaklaşık dokuz aylık bir oyalama zamanı tanınacak, başka bir ifade ile AKP, Kürt sorununun çözümünde atacağı adımlar için yaklaşık dokuz aylık (silahla sıkıştırılmadığı) bir yeni icraatlar dönemi başlatacak.
Tayyip Erdoğan’ın ve dolayısıyla AKP çizgisinin, özellikle Kürt sorunu karşısında nasıl bir stratejiye/taktiğe sahip olduğu bilindiğinden bu takvimin hiçbir biçimde “güven” vermediği aşikar. Sonuç itibariyle 30 yıllık savaşın 11 yılı AKP iktidarında yaşandı. AKP her seçim döneminin başında “akan kanı durdurma” sözü verdi. Daha bir önceki yerel seçimler öncesi sağlanan dört aylık ateşkesin ardından, seçimlerden kısa bir süre sonra KCK operasyonlarını başlatarak daha şiddetli bir dönemin kapılarını açtı. Genel seçimler ise yine savaş içinde gerçekleşti.
AKP, ‘yeni bir dönem’ diyerek başlattığı müzakere sürecinde de benzer taktikleri sürdürdü/sürdürüyor. Bir tarafta pazarlık yaparken diğer tarafta Kandil’i bombalıyor, KCK tutuklamalarına devam ediyor. Gerillanın bulunduğu alanlardan çekilmesini isterken, çekileceği alanlara örneğin Bölge’ye 1000 kişilik yeni korucu kadrosunun yerleştirilmesi kararı çıkartıyor.
Güvenilmezliğinin en açık kanıtı ise sürecin işletiliş biçiminde. Tüm kontrolü ve inisiyatifi kendinde toplayan Tayyip Erdoğan, AKP kadrolarını bile sürece katmazken MHP ve CHP’yi de doğrudan karşısına almış, BDP’yi ise sırf getir-götür pozisyonuna itmeye çalışıyor. Toplumsal temsiliyetin her türden öznesi de seyirci durumuna getirildi. Süreç; bilgi tekelinin elinde tutulduğu, katılım mekanizmalarının kapatıldığı, tek bir merkezin yönlendiriciliği altında bir toplum mühendisliği uygulaması olarak örgütleniyor. Tüm bunlara rağmen ilerleme şablonunun sabit olmadığı da görülüyor.[2]
Sürecin bu şekilde örgütleniyor olması, gerek siyasal mutabakatın gerekse de toplumsal mutabakatın –gönülsüz de olsa- oluşturulamayacağının çok açık kanıtıdır. Ayrıca yine bu durum provokasyonlara çok açık bir durum oluşturmaktadır.[3] 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarında Bursaspor taraflarından bir grup faşistin Kürt kadınlara bıçaklı saldırısı bunun en açık kanıtıdır. Benzer bir biçimde İstanbul Ümraniye’de 150-200 kişilik bir grubun, inşaatta çalışan Kürt işçilere saldırması, İstanbul, Sakarya, Kocaeli ve Erzurum’da faşistlerin Newroz kutlamalarına katılan halka taş, sopa ve bıçaklarla saldırması ve Cebeci’de Newroz kutlamasına sadırıda görüldüğü gibi, özellikle üniversitelerde faşist saldırıların “rutin bahar saldırıları”nın dışında tırmanması… Bunlara başta AKP’nin, bırakın sert bir tutum almasını, hiçbir biçimde tutum almaması, bu sürecin toplumda daha büyük gerginliklerin yaşanmasından kaygı duymadığı anlamına gelir. Erzurum ve Kocaeli’deki polis müdahalesi ve İzmir’de Newroz’a saldırı çağrısı yapan faşistler sosyal medyadan takip edilip evlerinden alınması ise taktik nedenlere yapılıyor. AKP, “Öcalan’ın Newroz çağrısı”nın toplumsal kargaşa ortamında erimesini istemiyor.
Kısacası tüm göstergeler AKP’nin asıl olarak da Tayyip Erdoğan’ın samimiyetsizliğinin ve her an sürecin doğrudan kendisi tarafından provoke edilebileceğinin işaretleri ile dolu.[4] Ancak unutulmamalıdır ki AKP, iç ve dış politikada karşı karşıya kaldığı krizlerin basıncıyla yani Kürt hareketini askeri ve siyasal olarak tasfiye edememiş olması ve Suriye’de (aynı zamanda Irak’ta) Esad’ı devireceğim derken yeni bir Kürt bölgesi oluşturulma sonucu ile karşılaşmış olması nedeniyle bu süreci başlatmak zorunda kalmıştır. O yüzden süreç, Tayyip Erdoğan rakıyı ister sulu içsin ister susuz, tek bir çizgide yürüyemez, onun mutlak kontrolünde ilerlemez, ilerlememelidir de.
Diğer yandan Kürt hareketinin belki de en büyük “açmazı”, bu sorunun çözümü için tek bir aktöre yani AKP’ye “mahkum” olmasıdır. Bu noktada devrede olması gereken güçler yani özellikle sosyal demokratlar ve sosyalistler devre dışındalar.[5] Ancak sosyal demokratların yani CHP’nin, Kürt sorunu karşısındaki pozisyonu, sosyal demokrasinin, tarihsel olarak, “tüm ilerici değerlerini” reddeden ve MHP’den bile ayrımını koyamayacak kadar tutarsızlık içindedir. Oysa sosyal demokrasinin “evrensel kuralları” göz önüne alındığında CHP’den beklenmesi gereken tutum, AKP ile kıyaslanamayacak çok daha ilerici öneriler getirmesidir. Ancak tarihsel bir gericilikle sürekli beslenen CHP politikası, sosyal-şoven kadrolar eliyle de kendi nüfuz alanlarında Kürt düşmanlığını bilemektedir. Gelinen noktada CHP için geriye kalan neredeyse tek “umut”, çok ciddi bir ayrışmanın ve saflaşmanın yaşanmasının gerekliliğidir. Ne var ki seçimler öncesinde CHP içindeki hiçbir kesim, partiyi ciddi bir ayrışma ve saflaşmaya sokabilecek cesarete ve konuma sahip değil. Geriye kalan tek yol ise CHP içindeki ve dışındaki ilerici kadroların etkinliğiyle, CHP içindeki bu “gerici” kadroların ve aynı zamanda CHP’nin “mahalle baskısı” ile baskı altına alınmasıdır.
Genel olarak tekrar etmek gerekirse, Kürt sorununun çözümü, Tayyip Erdoğan’ın amaçladığı bir biçimde yani PKK’nin sınır ötesine çekilmesi ya da silah bırakmasıyla mümkün değildir. Ayrıca Kürt sorununun çözümü, Ortadoğu halklarının geleceğini pazarlık konusu yapılarak da mümkün değildir. Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur ve halkın siyasal katılımı ve toplumsal birlikteliği ile çözülebilir. Tam da bu noktada sosyalistlere önemli görevler düşmektedir. Sosyalistler güçlü bir bağımsız taraf olarak hareket edip özellikle bu süreçte inisiyatifi elinde bulunduran AKP’yi zorlamayı amaçlamalı ve Türkiye halklarının ilerici potansiyelini harekete geçirmelidir.
Diğer yandan “ne yazık ki” bu ülkedeki tek sorun, Kürt sorunu değildir ya da bir başka ifade ile Kürt sorunu çözüldüğünde bu ülkedeki tüm sorunlar da çözülmeyecektir. Gündemin tüm baskılayıcı ağırlığına rağmen bu ülke halkı çok “farklı” sorunlarla uğraşmakta ve önemli mücadeleler verip ciddi kazanımlar da elde etmektedir. Gündemin ilk sıralarına çıkamadıklarından son 10-15 gün içerisinde yaşananları hatırlamak yerinde olacaktır.
Ortak muhalefet gündemi içerisinde hak ettiği yeri bir türlü alamayan üniversiteler ve üniversitelilerin mücadeleleri ile başlamak yerinde olacak. Şovenizmin özel işçilikle örgütlendiği yerde, yani Trabzon’da KTÜ Kadın Kolektifi “üniversite salonlarını almak için” günlerdir inatla direnişlerini sürdürüyor. Yine Trabzon’da dolmuşa yapılan zamlara karşı üniversiteliler sokağa çıkarak “daha fazla zam” isteyerek ulaşım hakkı mücadelesi veriyor. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde özel güvenlik şiddetine karşı iki bin üniversitelinin katıldığı büyük bir eylem gerçekleştirildi. Eylemin ardından dağılan gruba polis-faşist işbirliği ile saldırılmış birçok öğrenci yaralanmıştı. Ancak direniş yayılarak ve şehre genişleyerek devam etti. Ankara Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde “Türk Dünyası ve Araştırma Topluluğu” adı ile faaliyet yürütmeye çalışan faşistlerin etkinliğini engellemeye çalışan üniversitelilere polis saldırdı. Saldırı büyük bir direnişle karşılandı, yüzlerce öğrenci üniversitelerini savunmak için çatıştı. Ankara Üniversitesi Tandoğan Yerleşkesi’nde de kayıt masası açmak isteyen üniversitelilere özel güvenlikler saldırdı. Üniversitelilerin yanına gelen Rektör Yardımcısı Berahitdin Albayrak, “Burada size siyaset yaptırmayacağım” dese de üniversitelilerden yanıtını almakta gecikmedi. İstanbul’daki Fatih Üniversitesi’nde üniversitelilerin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için yapmak istedikleri etkinlik Rektörlük tarafından engellendi. Üniversiteye giriş bir gerekçe gösterilmeden yasaklanırken, okulun önüne çevik kuvvet ekipleri de çağrıldı. Bartın Üniversitesi öğrencisi iki kişi faşistlerin bıçaklı saldırısına uğradı. Faşist saldırıyı protesto etmek isteyen üniversitelilere önce faşistler ardından da polis saldırdı. Uludağ Üniversitesi’nde Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru’nun katıldığı konferansa gelen öğrenciler içeri alınmadı. Özel güvenlikler öğrencilere saldırdı… Ve üniversitelilerin yanıtı; yumurta hala bir yanıt, hala direnişin simgesi ve gericilerin, patronların, faşistlerin üniversitede karşılarına dikilen bir barikat…
4+4+4 siyasetçiler gündeminden çıktı ama halkın gündeminden çıkmıyor ve çıkmayacakmış gibi de mücadelesini büyütüyor. Hala ülkenin birçok ilinde, okulunda 4+4+4 karşıtı eylemler sürüyor. Bunların en yoğun olduğu yer İstanbul. Çapa Gazi İlköğretim okulunda bugünde dek süren kararlı direniş eğitim hakkı mücadelesinde örnek bir deneyim olmaya devam ediyor. Gültepe, Büyükçekmece, Kağıthane, Çekmeköy ve Esenyurt’taki okullardan veliler ve öğretmenler İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde buluşuyor.
Ve diğerlerinden birkaçı. Trabzon’un Çaykara ilçesi Uzungöl Beldesi’nde Trabzonspor ‘un hidroelektrik santral yapmasına karşı çıkan bir grup, Trabzon Valiliği önünde protesto eylemi yaptı. Eylemciler, “TS HES yapıp alma ahımızı, git Fenerden al kupamızı” pankartı açtı. Kütahya’nın Tavşanlı İlçesi’ne bağlı Çobanköy yakınlarına kurulması planlanan “Tehlikeli Atık Bertaraf Tesisi”, düzenlenen yürüyüş ve mitingle protesto edildi. Antalya’da, hükümetin belirlediği rayiç bedelleri yüksek buldukları için haftalardır eylem yapan ve son olarak da Antalya- Isparta karayolunu trafiğe kapatan 2B hak sahiplerine polis saldırdı. İzmir’de köylüler İzmir-İstanbul Karayolu’nu kesti. İstanbul’da “riskli alan” ilan edilerek kentsel dönüşüm kapsamına alınan Küçükarmutlu ve Baltalimanı halkı sokağa çıktı. İstanbul Nükleer Karşıtı Platform, Japonya’daki Fukuşima Nükleer Santrali’nde yaşanan felaketin 2’nci yıldönümünde hayatını kaybedenleri anmak ve Mersin’de yapılması planlanan nükleer santrali protesto etmek için Galata Köprüsü’nde insan zinciri gerçekleştirdi.
Dikmen Vadisi’nin direngen yoksul halkı, Melih Gökçek’in silahlı rantçı taşeron çetelerini 14 Mart’ta bir kez daha püskürttü. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yıkım ihalesini verdiği “taşeron çetelerin” silahlı saldırısına uğrayan Dikmen Vadisi halkı, yıkımcı çeteleri mahelleden kovdu. Yerel vurucu gücünü Melih Gökçek’in temsil ettiği gerici sermaye iktidarının Dikmen Vadisi halkına saldırıları yıllardır duraksamadan sürüyor. İdeolojik-medyatik kara propaganda aygıtlarıyla, resmi-sivil polis kuvvetleriyle, kontrgerillacı sivil faşist çetelerle yürütülen kapsamlı saldırılar her seferinde yenilgiye uğradı. Son olarak 14 Mart’ta, yıkımcı taşeron çeteleri devreye sokan Melih Gökçek, taşeron marifetiyle Vadi halkının direncini kırmayı planladı. Rantçı çetelere karşı direnişi meşru bir hak ve militan bir görev kabul eden Vadi halkı, onyıllardır binbir emekle inşa ettiği barınaklarını ve mahallelerini cesaretle ve kararlılıkla savunmaya devam ediyor. Barınma ve yaşam hakkını, açgözlü sermaye odaklarının ve Melih Gökçek’in gerici faşist çetelerinin gasp etmesine izin vermediler, vermeyecekler.
Bahar saldırı ve direnişlerle geldi. AKP iktidarı, çaresizce gerici faşist saldırganlığı yaygınlaştırarak derinleşen krizini ve yükselen halk direnişlerini bastırmaya çalışıyor. Halkın direnme eğilimlerinin yükseldiği her sokakta, her barikatta, Kürt sorununda, hak mücadelesinde, şiddetlenen sınıf savaşımlarında, emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı direnişlerde, sosyalistler, çatışmanın uç noktalarında en ileri inisiyatifleri alma görev ve sorumluluğuyla hareket ediyorlar.
[1] Bu yazı, Abdullah Öcalan’ın Newroz açıklamasından önce yazılmıştır.
[2] Bir hafta önce “Akil Adamlar zinhar olmaz” diyen Tayyip Erdoğan, bugün yirmi kişilik heyet planlaması yapıyor.
[3] Bu tür durumlarda provokasyonları engellemenin mutlak bir yolu olmasa da bunların etkilerini en aza indirmenin yolu çok geniş bir “siyasal ve toplumsal koalisyon” oluşturmaktır.
[4] Bu konuda CHP milletvekili Levent Gök’ün ileri sürdüğü iddia ciddidir. Uludere katliamının nedeni, “o kaçakçı grubun içinde Bahoz Erdal’ın olduğu istihbaratıdır” diyor. Onun söylemediği ama “rivayet edilen” odur ki bu istihbarat üzerine emri doğrudan Tayyip Erdoğan’ın verdiğidir.
[5] Bu konuda Kürt Hareketinin özeleştiriye ihtiyacı olduğu açık. CHP’yi gerek bölgede gerek bölge dışında kendisine rakip olarak görmeyi ve sürekli dışlamayı tarihsel bir süreklilik olarak örgütledi. Sosyalistlerle kurduğu ilişki ise büyük ölçüde “yedekleme” olarak değerlendirildi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.