Emekçi kadınların önemli bir günü olarak 8 Mart, mücadele geleneğimiz içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. 8 Mart anlamı ve önemi açısından düşünüldüğünde, devrimci kadınlar dendiğinde ilk akla gelen Clara Zetkin’in anısının yâd edilmesi, 8 Mart’ın anlamının bilince çıkarılması açısından da bir o kadar önemlidir. Kadın hakları mücadelesi uluslararası platformlarda, özellikle işçi sınıfı mücadelesinin geliştiği Avrupa’da […]
Emekçi kadınların önemli bir günü olarak 8 Mart, mücadele geleneğimiz içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. 8 Mart anlamı ve önemi açısından düşünüldüğünde, devrimci kadınlar dendiğinde ilk akla gelen Clara Zetkin’in anısının yâd edilmesi, 8 Mart’ın anlamının bilince çıkarılması açısından da bir o kadar önemlidir.
Kadın hakları mücadelesi uluslararası platformlarda, özellikle işçi sınıfı mücadelesinin geliştiği Avrupa’da 19. yüzyılın son çeyreği itibariyle, daha çok işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak gelişti. Kadının tarihsel süreç içindeki ezilmişliğini, çifte sömürülüşünü, ataerkil iktidar ilişkiler içine hapsedilmişliğini görünür kılıp açığa çıkarmak, bu duruma dair tepkilere statükoları parçalayıcı perspektif kazandırmak da yine işçi sınıfı önderlerine düşmüştür. 8 Mart’ı dünya genelinde ezilen ve eşitlik arayan bütün kadınlar açısından aynı bilinç ve inanç ekseninde birleştirme mücadelesinde öncülük etmek ise devrimci sosyalist kadın önder Clara Zetkin’e düşmüştür.
Tekelci güçlerin, halkın öteden beri taşıdığı mücadele gelenekleriyle ortaya çıkardığı kavramların üzerini puslandırma, yozlaştırma, reklam ve tüketim nesnesine indirgeme çabaları, küreselleşme denen kapitalist pazarın yeniden yapılanması süreci olan son yirmi-otuz yıl içinde daha çok hız kazanmıştır. Aynı amaçlı politikalar ülkemizde de hüküm sürmüş/sürmektedir. Bu yolda 12 Eylül’ün ilk elden icraacı iktidarı olan ANAP’ın bünyesinde, o dönem “papatyalar” namıyla bilinen partili kadınlar aracılığıyla, Nişantaşı’nın lüks mekânlarında kokteyl ve ziyafet eşliğinde 8 Mart kutlamaları düzenlenmiş, bu “kutlamalar” basına servis edilmiştir. Böylesi bir yozlaşmaya karşı 1989 yılında ANAP’lı kadınlara tepki göstererek, “Evde, İşte, Sokakta Kurtuluş İçin 8 Mart’ta Mücadeledeyiz” pankartlarıyla Sultanahmet Meydanı’nda yürüyüş yapan devrimci kadınları ise medya görmezden gelmiştir.
Bu ve bundan sonraki yıllarda “papatya” grubunun kutlama biçiminden esinlenerek gerek iktidar partileri, gerekse iktidarın gözdesi kimi sivil toplum örgütleri 8 Mart’ın gerçek anlamından uzakta, kendi anlayış ve ilişkilerine uygun bir tarzda kutlamalar yaptılar. Bu kutlamalarda, Birleşmiş Milletler’in 1977’de 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü ilan etmesini de dayanak haline getirdiler. İktidar odaklı bu kutlamalar diğer kesimlere hem bir mesaj hem de bir kutlama modeli işlevi gördü. Semra Özalların başlattığı kutlama geleneğini Tansu Çiller de partisinde sürdürdü. CHP’li (o zaman SHP) kadınlar radikal(!) bir çıkış yaparak Taksim’de kadınlara karanfil dağıttılar. Gidişat emekçi/ezilen kadınların mücadele günü algısını adeta puslandırıyordu. Beyoğlu Belediye Başkanı olduğu dönemde Kadir Topbaş bile Tünel’den Taksim’e yürüye yürüye kadınlara karanfil dağıttı.
Neyse ki her şeye rağmen gerici iktidar güçleri emekçi ve sosyalist kadınların, feministlerin, demokratik kitle örgütü ve sendikaların 8 Mart’ı içeriğine uygun bir biçimde sahiplenmesinin hepten önüne geçemedi. Bugün 8 Mart’ın erkek egemen sömürü düzenine karşı çok geniş yelpaze içindeki her sınıftan ve katmandan kadınlar tarafından benimsenmiş olması da elbette ayrı bir olumlu gelişmedir. Ancak özellikle sosyalist ve emekçi kadınların 8 Mart’ın özünü, tıpkı 1910 yılındaki kadın konferansına hakim olan havanın bilincini ve coşkusunu göz ardı etmeden yola devam etmesi gerekir. Aksi halde papatyavari yaklaşımların değerlerimizin üzerini kaplayıvermesi kaçınılmaz olur. Her devrimci değerde olduğu gibi dünyanın bütün ezilen kadınlarını, aynı göğün altında aynı zaman diliminde buluşturan bu kavgada, dayanışma, el-ele, omuz-omuza verme gücüne eriştiren önemli bir süreç yaşanmış, bedeller ödenmiştir. Bu bedel aynı zamanda Clara Zetkin’in işçi sınıfının kurtuluş davasının kadını oluşunda, bu davayı ömrünün sonuna kadar götürebilmek için bütün konforlardan vazgeçme özverisinde bulunmasında da saklıdır.
Kadın hareketinde birliğe giden uzun yolun başlangıcı
Her şey II. Enternasyonal’in 1910 yılında yapılan kadın konferansında bir öneriyle başladı, kuşkusuz hemen orada bitmedi. Clara Zetkin’in doğup yaşadığı yıllarda (Doğum T: 1857, Wiederau) kızların ilkokuldan sonra eğitim görmesi ve bir meslek sahibi olması hoş karşılanmaz, hatta zararlı bulunurdu. Ekonomik açıdan yoksul köylü ve işçileri, toplumun diğer kesimlerinden (aristokratlar, burjuvalar, az da olsa düzenli geliri olan devlet memurları vs.) ayıran kalın bir duvar vardı. Clara Zetkin’nin babası Gottfried Eissner, Wiederau köyünde öğretmendi. Kızının kişilik karakteri üzerinde etkili olan anne Josephine Vitale ise kendi babası aracılığıyla Fransız Devriminin eşitlik ve özgürlük bilincini taşıyan bir kadındı.
Clara iki kardeşiyle birlikte temel eğitimini köyde babasından aldı. Aile, çocuklarının meslek edinebileceği bir eğitim görmesi için Leipzig’e taşındı. Burada Alman Kadın Derneği’nin kurucularından olan Luise Otto Peters ve Auguste Schmidt’le tanışan anne Josephine, A.Schmidt’in yöneticilik yaptığı kız öğretmen okulunda Clara’nın eğitime devam etmesini sağladı. Clara okulda bir yandan İtalyanca, Fransızca ve İngilizce öğrenirken diğer yandan klasik aydınlanma ve Fransız Devrimi sonrası realist dönem yazarlarının eslerlerini okuyarak kendini geliştirdi. Yine A.Schmidt’in kadınlar için eşitlik anlayışı öğrencileri üzerinde çok etkili oldu, Clara da bu hareketi gönülden destekliyordu…
Clara’nın böyle bir çevrede büyümesinin ve eğitim görmesinin kadın sorunu konusundaki özel duyarlılığını etkilerek şekillendirdiği düşünülmektedir. Yalnız Auguste Schmidt’in içinde yer aldığı Alman Kadın Derneği çevresinde mücadele eden kadınların amacı, kadınların mevcut düzen içinde erkekler gibi iyi bir eğitim ve meslek sahibi olmasına dönüktü. Haliyle böylesi bir amaç, gelişmekte olan burjuva sınıfındaki kadınlara hizmet etmekten öteye geçemiyordu. Clara erkek kardeşi Arthur’un arkadaşının evlerine getirdiği sosyal demokrat bir gazete aracılığıyla ezilenlerin mücadelesinin sınıfsal boyutunu daha farklı bir pencereden kavrayıp tartışır hale geldiğinde, okul yöneticisi A. Schmidt’le ters düşmeye başlamıştı. A. Schmidt, “korkunç insanlar”, “halk bozguncuları” dediği sosyalistlerden ayrı durması için Clara’nın annesinin de desteğini alarak Clara’yı bu yönde ikna etmeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştı. Clara, A. Schmitd için daha sonra “ateşli, esprili, mantıklıydı, fakat sosyalist düşüncelerini dile getirirken bazen oldukça rahatsız vericiydi” diye belirmiştir. Clara ayrıca Leipzig’de eğitim gören Rus öğrenci gruplarından biriyle de temas halindeydi. Gruptaki Varvara onun yakın arkadaşıydı. Ailesinin servetinden, varlığından feragat ederek kendini Rus işçi ve köylülerinin kurtuluş davasına adayan Ossip Zetkin de bu yıllarda Leipzig’de bulunuyor ve Rus öğrenci gruplarını devrimci düşünceleriyle etkilemeye çalışıyordu. Ossip, Clara’yı burada fark etmiş, onu İşçi Eğitim Derneği seminerlerine katılması yönünde teşvik etmişti.
Clara’nın okulu bitirdiği ve öğretmenlik liyakatinin tanındığı yıl olan 1878 Almanya’sında sosyalistler üzerinde ağır baskı, takip ve soruşturmalar vardı. İşçilerin aileleriyle birlikte yaşadığı sefalet içler acısıydı. Örgütlenme, yokluktan kurtulma arayışları, aynı boyutta kendini dayatıyordu. Clara ise özellikle kadınların çocuklarıyla birlikte yaşadığı hasta, aç ve sefil yaşamın ilk elden tanığıydı. Sosyalistlerin örgütlenmesinin önüne geçilmesi için anti-sosyalist yasalar diye bilinen yasaklar devreye girmişti. Yoksullukla birlikte hızla gelişmekte olan proletaryanın devrimci rolü karşısında Clara kendisini artık mücadelenin bir unsuru olarak görmekteydi.
Anti-sosyalist yasa uygulamaları çerçevesinde Ossip Zetkin, 1880 yılında Leipzig’den sürüldüğünde Paris’e gitmişti. Çok geçmeden Clara da Ossip’in yanına geçer ve orada evlenirler. O dönemde eğitim görmüş yabancı göçmenlerin gelir kaynağı ise genellikle çeviri ve yazılarından aldıkları telif ücretidir. Clara ve Ossip’in biri 1883, diğeri 1885 yıllarında olmak üzere iki oğlu olur. Yetersiz beslenme, iki çocuğun doğumu derken Clara, 1886 yılında vereme yakalanır ve kardeşinin ısrarı üzerine çocuklarıyla birlikte tedavi olmak için Almanya’ya döner. Ossip, Paris’teyken o çocuklarıyla sanatoryumda kaldı. Sanatoryumdan çıktıktan sonra bir süre Leipzig’de yaşamaya devam ederek, işçilerin illegal toplantılarında konuşmalar yaptı. Paris’e dönüş yolculuğunda işçiler onu çiçeklerle, “Yaşasın Uluslararası Sosyal Demokrasi” sloganlarıyla uğurladı.
Döndükten bir süre sonra Ossip omuriliğinden hastalanarak felç olur. Clara’nın maddi ve manevi yükü çok ağırlaşmıştır. Davasına eş değerde bir tutkuyla sevip bağlandığı, sosyalist aydınlanma uğraşında Leipzig’deki işçi toplantılarında, illegal ortamlarda mücadele yeteneğini yakından takip ettiği öğretmeni, çocuklarının babası acı çekmektedir. Eşine, çocuklarına bakmak, göçmenlik şartlarında evinin geçimini sağlamanın ağırlığı tüm şiddetiyle üstündedir. Ossip iki yıl felçli yaşadıktan sonra 1889 yılı ocak ayında vefat eder. Ossip’in ölümü, Clara Zetkin için dünyanın başına yıkıldığı bir andır. Büyük bir şok geçirmiş ancak ağlayamamış, çocuklarının feryatlarını duymamış, olanları sessizce izlemiş ve hastalanıp yatağa düşmüştür.
1889 yılı 14 Temmuz’unda Fransız Devrimi’nin 100. yıldönümü kutlamalarında uluslararası proletarya yeni bir enternasyonal oluşturmak için Paris’teydi. Clara bu kutlamalarda acısını belli ölçülerde yenmiş olarak gülümseyebiliyordu. Orada Berlinli işçi kadınları temsil etmek için onay almıştı. Kongrenin hazırlık aşamasında sıkı bir çalışma yürüttü. Çevirmenlik de yaptığı, yedi gün süren kongrenin altıncı gününde Berlinli kadın işçileri temsilen yaptığı bir konuşmasında şu önemli noktalara da değindi:
Kadın emeği konusunda gerici unsurların gerici görüşlere sahip olmaları, şaşılacak bir durum değildir. Ancak son derece şaşırtıcı olan, sosyalist cephede de kadın emeğine karşı çıkmak gibi yanıltıcı bir görüşe rastlanmasıdır… Sosyalistler şunu bilmelidir ki, mevcut ekonomik gelişmelerde kadının çalışması bir zorunluluktur… Sosyalistlerin her şeyden önce bilmeleri gereken şu ki, sosyal kölelik veya özgürlük, ekonomik bağımlılığa veya bağımsızlığa bağlıdır. (…) Bir işçi nasıl ki bir kapitalist tarafından boyunduruk altına alınıyorsa, kadına da aynısını kocası yapmaktadır. Kadın ekonomik özgürlüğünü almadığı sürece de boyunduruktan kurtulamayacaktır. Ekonomik bağımsızlığı için kaçınılmaz olan koşul da çalışmasıdır. Eğer kadınların özgür insanlar olması, toplumun diğerleriyle aynı haklara sahip birer birey haline getirilmesi isteniyorsa, ne kadın emeğini ortadan kaldırmaya, ne de kısıtlamaya gerek vardır. Ancak belirli durumlarda, bazı özel istisnai durumlarda… (…) Erkeklerin yardımı olmaksızın, hatta çoğu zaman erkeklerin itirazlarına rağmen, kadınlar, sosyalizm bayrağı altına girmiştir, hatta şunu da itiraf etmek gerekir ki, bazı durumlarda kendi iradelerinin dışında, salt ekonomik koşulların açıklıkla kavranmasıyla o yöne doğru istemsizce sürüklenmişlerdir. Fakat artık bu bayrağın altındalar ve orada kalacaklar da! Bu bayrağın altında eşit haklara sahip insanlar olarak kabul edilmek için savaşacaklar!”
II.Enternasyonalin kuruluş etkinliğinde, dünya işçi sınıfı temsilcilerinin bulunduğu bir yerde kadınların ezilmişliğine ilişkin böylesi bir konuşmanın tarihi değeri çok önemlidir.
Clara 1890’da anti-sosyalist yasanın yürürlükten kaldırılmasından sonra Stuttgart’a döndü. Yine ülkesinde işçi sınıfı mücadelesinin bir başka okulunda, onlarla birlikteydi. Clara emekçi kadın hareketini işçi sınıfının sosyalist mücadele bayrağı altında toplama sorumluluğunu derinden hissediyordu. Partisinde (Alman Sosyal Demokrat Parti) eline böyle bir fırsat geçmemişti ama yayıncı olan Dietz, Die Arbeiterin (İşçi Kadın) gazetesinde kendisine bu yolda bir sorumluluk tanımıştı. Kadınların daha çoğunun harekete katılmasında ve uluslararası birliğe doğru sistematik şekilde adım atabilmesinde İşçi Kadın gazetesinin Clara Zetkin için önemi büyük olmuştur.
Anti-sosyalist yasaların kaldırılması ve sosyalist hareketin serpilerek büyümesi kadın çalışmalarını da olumlu yönde etkilemişti. Alman Sosyal Demokrat Parti, kadın hareketi paralelinde 1891 yılında oluşturduğu programa kadınların politik, ekonomik ve hukuksal açıdan tam eşitliği talebini de koymuştu. Sosyalistlerin o günkü bakış açısında bu önemli bir karardı. Böyle bir kararda kadınların mücadelesi de önemli bir paya sahipti. Parti, kadın hareketinin gelişimini etkilemek ve yönlendirmek için, söz konusu programı doğrultusunda Gleichheit (Eşitlik) adlı bir kadın dergisi çıkarma kararı aldı. Birinci elden sorumluluk ve redaktörlük görevi Clara Zetkin’in olacaktı. İşçi Kadın gazetesinden sonra bu görev Clara için kadın hareketine doğru bir bilinç ve yön verilmesinde önemli bir araç olacaktı. 1891 yılı sonunda derginin ilk sayısı çıktı. Eşitlik dergisinin yayın politikası, kadınların sendikal hareket ve Parti’nin seçim propagandası çalışmalarında etkisini hemen gösterdi. Kadınlar sınıf mücadelesinde, toplumsal hayatta dinamik bir güç olmaya başlamıştı.
Clara’nın rehberliğinde kadınların yolu açılıyor, her yerde eşitlik talebi çoğalıyor
1893 yılında II Enternasyonalin Zürih’te yapılacak olan ikinci toplantısı için sosyalist kadınlar delege olarak Clara Zetkin’i görevlendirdi. Aynı süreçte Düsseldrof’ta sosyal demokrat yedi kadın yasak bir dernek (Düsseldrof Kadın Ajitasyon Komisyonu) kurmak suçlamasıyla mahkemeye çıkarılmışlardı. Kadınlar ilginç bir savunma yaparak, başkanı olmayan bu oluşumun yasak bir dernek sayılamayacağını belirtiler. Yargıca göre, bu durumda olmayan dernek feshedilmezdi ancak yine de yargıç kadınların cezalandırılması ve birliğin yasaklanması görüşü taşıyordu. Kadınlar yılmayıp kararı temyiz ettiler. Aynı süreçte sosyal demokrat kadınların temel haklar konusunda başlattığı tartışma ve mücadele, ülke gündemini etkiledi ve Parti Reichstag’da ilk kez kadınlar için seçme hakkı istedi. Clara Zetkin de kadınları bu talebe sahip çıkmaya çağırdı. Devlet ise bu mücadeleye Kadın Ajitasyon Komisyonu’nu ve Berlin’de kadınlar için kurulmuş eğitim derneğini yasaklayarak karşı çıktı. Bunun üzerine kadınların demokratik haklarına ilişkin çalışmalar hız kesmeden illegal olarak yürütülmeye başlandı. Polis takibine karşı kadınlar mücadele içinde önemli deneyim kazandılar. Önde gelen kadınlara karşı yürütülen yıldırma davaları hükümsüz kaldı. Clara Zetkin’in önderliğinde yürütülen çalışmalarla kadınlara dayatılan gericilik, süreç içinde ters tepti. Sosyal Demokrat Parti’nin ilk kadın konferansı 1900 yılında gerçekleştirilebildi. 1908 yılında ise kadınların aleyhine olan dernek tüzükleri feshedildi, kadınlar partilere üye olma toplantılara katılmaya hak kazandı.
Kadınların harekete geçmesinde seslerinin daha çok çıkmasında en önemli rol Gleichheit’teydi. Gleichheit kavganın başında, ustası Clara’nın ellerinin içindeydi. Hem işçi kadınların talepleri, hem kadınların genel hakları konusunda yol göstericiydi. Örneğin işçi kadınların o süreçteki öncelikli talepleri gazetede şöyle geçiyordu:
İş süresinin kısaltılması, anneler ve çocuklar için koruma kanunlarının çıkartılması, fabrikalara kadın denetimcilerin yerleştirilmesi; üretimi evinde yapan kadın işçilerin koşullarının iyileştirilmesi; uşaklık düzeninin kaldırılması; çocuk sömürüsünün bertaraf edilmesi.”
Derginin 1908 yılındaki abone sayısı 84 bindi. Tüm bunların yanında Eşitlik tek yanlı bakış açısına sahip bir kadın dergisi değildi. Siyasal süreç ve kadınla ilgili makaleler dışında kadınlar, gençler ve çocukların eğitim ve gelişimini yakından ilgilendiren, kültürden sanata kadar her konuda bilgilendirici, tanıtıcı, eğlendirici yazılar da içeriyordu.
Dergiye has işler dışında Clara, kadınların eğitimi, ev ve çocuk işleri konusundaki zorlukların aşılması noktasında emekçi kadınlarla yapılan toplantılara sıkça katılmış olup, bilgi ve tecrübesiyle emekçi kadınlara yön vermiştir. Elbette ki, bu mücadelede tek başına değildi. Emma İhrer, Ottilie Baader, Margarete Wengels, Agnes Wabnitz, Auguste Eichhorn de Clara’yla mücadeleyi birlikte omuzlayan yoldaşları arasındaydı.
Her Yerdeki Kadınlar Şimdi Bir Yerde
C. Zetkin, Parti’nin kadın yayın organı işleriyle ne kadar meşgul olursa olsun onu asıl ilgilendiren konu, öncesinde de olduğu gibi sosyalist kadınların birliği idi. Eline geçen her fırsatı, bu zemin içinde kullanmak ve kaydırmak arayışı ve inancını taşıyordu. 1896 yılında Londra’da yapılan uluslararası işçi ve sendika kongresinde bunun çabasını göstermiş ama sonuca ulaşamamıştı. Bu yöndeki önemli bir olanağı ise 18 Ağustos 1907’de Stuttgart’ta yapılan uluslararası kongrede yakaladı. Clara Zetkin ve yoldaşları kongreden bir gün önce İtalya, Rusya, Hollanda, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere ve Hindistan dâhil olmak üzere 15 ülkenin kadın delegeleriyle ortak bir toplantı yaptı. Bu önemli toplantı tarihe I. Uluslararası Kadın Konferansı olarak geçti. Toplantıya katılan delegeler, kadın çalışmaları ve sorunları hakkında bilgi verdikten sonra, üzerinde hem fikir oldukları ayrı bir nokta vardı ki; o da kadınların uluslararası birliği ve hareketi için gerekli şartların mevcudiyetiydi. Ve bir adım daha atıldı. Toplantı sonrasında Clara’nın sekreterliğinde enternasyonalin bir parçası olarak uluslararası bir kadın bürosu kuruldu. İlerleyen zamanlarda Gleichheit, aynı zamanda kadınların uluslararası yayın organı olacaktı. Bu çalışmalarla yolun nereye varacağını bilen bir Clara’nın yanı başında Enternasyonal’in 1893 yılı kongresinde tanıştığı Rosa Lüxemburg ve diğer kadın yoldaşları vardı.
I. Uluslararası Kadın Konferansı etkisini kadınların gelmiş olduğu ülkelerde de göstermişti. Konferanstan sonra ülkesine çekilen kadınlar, işçi sınıfının davasına ve kadınların hak mücadelesine ait sorumluluklarına dört elle sarıldılar. 1908 yılında kadınlar üye oldukları partilerin propaganda ve ajitasyon çalışmalarının yanında kadınlara seçme hakkı tanınması mücadelesinde çok daha etkili olmaya başlamışlardı.
1910 yılına gelindiğinde, Avrupa’da, özelde ise Almanya’da yoğun kitle eylemleri vardı. Alman emperyalizminin “ulusal çıkar”yutturmacası temelinde başlattığı savaş kışkırtıcılığı, partide reformist eğilimleri ortaya çıkarmıştı. Rosa ve Clara partiyi içten kemiren bu sapmalara karşı da mücadele ettiler. Gerek Rosa ve gerekse de Clara’nın sesini kesmek, kadınlar üzerindeki etkisini zayıflatmak istediler. Kadın konferansının bu nedenle Clara önderliğinde yapılmasını dahi istemiyorlardı.
Aynı yıl yani 1910 yılında Kopenhag’da II. Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı yapılacaktı. Her türlü zorluğa rağmen Clara konferansa Eşitlik dergisinin ikinci redaktörü Kate Duncker ile gitti. Amaçları, kadınların savaşa karşı tavır almalarının ve halklar arasında barışçıl bir ortamın sağlanmasının savunulmasını istemekti.
Konferansa 17 ayrı ülkeden gelen kadınlar, uzun uğraşlarının sonucunda bir arada olmayı başarmanın, kadınların önüne yeni ufuklar koymuş olmanın gurur ve mutluluğu içindeydiler. Kendilerine uluslararası boyutta önderlik eden C. Zetkin’le bir arada olmak, onları ayrıca kendine güvenli kılıyordu. Şimdi sıra kadın için bir başka acil önem taşıyan sorunun çözümü doğrultusunda harekete geçmekti. Kongrede kadınların emperyalistlerin savaş çığırtkanlığı yapmalarına karşı tavır alması, Çarlığa karşı Finlandiya’nın yürüttüğü bağımsızlık mücadelesini desteklenmesi kararı alındı. Ama asıl önemlisi, kadınların temel sorunlarına ilişkin olanıydı: Kadın işçilerin ve çocukların güvenli sağlıklı yaşamını, kadının oy kullanma hakkını her yerde elde etmek.
II. Enternasyonal’in Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nı kadınlar açısından tarihi kılan yan ise dünya genelinde ortak bir mücadele ve dayanışma günü tayin etme kararıdır. Clara Zetkin konferansa gelirken bunun tam zamanı olduğu düşüncesindeydi. Amerikalı sosyalist kadınlar 1910 Şubat’ında kendi ülkelerinde böyle bir kadınlar günü gerçekleştirmişti. Bu bilinci dünya geneline taşımanın zamanıydı. New York’ta ağır çalışma koşullarının hafifletilmesi ve eşit işe eşit ücret talebiyle direnişe geçip, 1857 yılı 8 Mart’ında yakılarak öldürülen tekstil işçisi kadınların anısının dikkate alınmasına dair ABD’li delegelerin görüşü Clara Zetkin’in de düşüncesiydi. Bu çerçevede Kate Duncker ve Clara “Eşitlik ve barış için uluslararası kadınlar günü” önerisini kongreye sundular ve bu öneri kongrede kabul edildi.
Öneri kongrede kabul edilse de, kararın tarihi değerinin o anda anlaşılması zordu. İlk sosyalist kadınlar günü 1911 yılı Şubat ve Mart ayında 5 ülkede kutlanmaya başladı. 19 Mart’ta (1848 devrim şehitleri anısına işçi gösterilerinin yapıldığı gündü) Almanya, Avusturya, Danimarka, ABD, İsviçre, Avustralya ve daha birçok ülkede gerçekleşti. Clara, Eşitlik dergisindeki bir yazısında kadınlar günü etkinliğine o yıl bir milyon dolayında kadının katıldığı değerlendirmesinde bulundu. O günkü dünya nüfusu ile günümüz nüfusu kıyaslandığında kadınlar açısından bu rakam büyük bir rakamdır.
8 Mart’ın dünyanın her yerinde kadınlar için ortak mücadele günü olarak kutlanması ise süreç içinde gerçekleşti. 1. Dünya Savaşı koşulları emekçi halklar üzerinde önemli yıkımlara neden oldu. 8 Mart’ın düzenli kutlanmasının ise 8 Mart 1921 yılındaki Moskova kutlamasıyla birlikte gelenekselleştiği bilinmektedir.
Öteden beri devam eden mücadele bir yerden bir yere gelmiş ve buradan yoluna devam edecektir… Clara gözlerini dünyaya açtığı yıl kadın işçiler, hızla tekelleşmeye doğru yol alan kapitalizmin ağır sömürüsü altında, pamuk balyaları adasında doğum yapıp, yoğun çalışma ve açlıktan hasta olup ölüyordu. New Yorklu tekstil işçilerinin çığlığı bu nedenleydi ve bu çığlığın ağır bedeli kadınların yakılmasıydı. New Yorklu kadınların diri diri yakıldığı 8 Mart’ın hak arayan tüm emekçi kadınların sömürüye karşı direniş ve eşitlik mücadelesinde aynı zamanda bir anma içeriğine bürünmesi, bugünün üstünün kolay kolay örtülemeyeceği anlamını da taşıyor.
New Yorklu kadınların sesini 1910 yılındaki konferansa ulaştıran ABD’li kadın emekçileri ve bu çığlığı dünyanın kadınlarına ileten Clara Zetkin’i duyuyoruz; çünkü eşit işe eşit ücret, uzun çalışma sürelerinin kısaltılması temel talebimiz yanında, kadına yönelik şiddete, kadının eve hapsedilmesine, bedeninin tahakküm altına alınmasına ve daha çokça sorunlarımıza karşı hep birlikte, sesimizi diğer kadınların sesiyle meydanlarda birleştirmeye devam ediyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.