Filistin, hala bölge barışının anahtarıdır. Siyonist devlet Filistin’i işgal etmeyi sürdürdükçe bütün bölge huzursuz olacak
Lübnanlı gazeteci Ahmad Dirki ile Beyrut’ta konuştuk.
Ahmad Dirki: Lübnan’da herhangi bir hizmet yoktur. Lübnan konfederasyonist bir devlet. Anayasaya göre, seçim sistemine göre bütün yapılar konfederasyonist. Her mezhebin kendi özerk yapısı var ve o yüzden Lübnan’da bütün hizmetler özeldir. En kötü özel hizmet de taşımacılık, resmen işlemez halde. Sağlık hizmetleri de öyle, her mezhebin kendi hastanesi, kliniği vb var. Aynı zamanda kamu hastaneleri de var ama ülkedeki en kötü hastaneler bunlar. Her gün grev var, doktorlar ücretlerini alamıyor. Geçen bir arkadaşın yakını yoğun bakımdaydı, ziyarete gittik etrafta hamam böcekleri dolaşıyordu, düşünün yoğun bakımda. Eğitimde de böyle, en kötü kurumlar kamu kurumları.
-Bu birçok yerde, böyle, Türkiye’de de.
Ama burada bu bir denetim aracı. Üniversiteye kadar böyle gidiyor ve böylece insanlar mezheplerine bağlanıyor.
-Öyleyse burada ateist olmak mümkün değil.
Ya da bir mezhebin dışında olmak. İnanabilirsin ama mezhebinle yaşamak istemeyebilirsin.
-Bu, ülkeyi sermaye yatırımına çok açık hale getirir çünkü başka ülkelerde devletin yaptığı işler de sermayenin alanında.
Mezhepleri kim kontrol eder? Tabii ki parası olan. Bu eğitim kurumları, bu sağlık kurumları parası olanlar tarafından denetlenir.
-Konfederasyonizmin sonuçları neler?
Lübnan’da sık sık savaşlar olur. Ve şöyle bir his yaratılır; her mezhep diğerlerini denetimi altına almak istiyor. Bu doğru değildir aslında, sadece bir duygudur. İnsanlar başka mezheplerden korkar ve bir yandan bu duygu empoze edilirken daha üst düzeyde mezhepler koalisyon halindedir. Bunun en bariz örneği Avrupalı ülkelerin Lübnan’ı sözde ekonomik krizden kurtardığı ama aslında özelleştirdiği anlaşma. Okuduğunuzda bütün siyasetçilerin burada olup biten her şey konusunda anlaştığını görürsünüz.
-Lübnan’da Sünnilerin azınlık olduğu doğru mu?
Mesele azınlık çoğunluk olma meselesi değil. Lübnan’da son nüfus sayımı 1931 ya da 1932’de yapıldı. O zamandan beri nüfus sayımı yapmak yasak. O sırada Fransız mandası bitiyordu ve Marunilere çoğunluğu ve iktidarı verdiler çünkü Fransa bölgede etkisinin sürmesini istiyordu. O zamandan beri nüfus sayımı yapılmıyor. Bu tarz son çalışma nüfus sayımı olarak değil örnekleme üzerinden yapılmıştı ve hedef Lübnanlıların sayısını saptamaktı. 3.570.000 kişi çıktı. Ama bu bile çok kesin değil çünkü bazen Lübnanlılar bazen de Lübnan’da yaşayan insanlar diyorlar. O yüzden Sünniler ya da Şiiler çoğunluk ya da azınlık demek sadece tahmin. Ama büyük hata payı taşıyan bir araştırmaydı bu çünkü normalde hata payı eksi/artı yüzde 2 olmalıdır burada bu sayı 5’ti. Ama bu araştırma Müslümanların çoğunlukta olduğunu gösteriyor. Demografik değişimler ve göçlerle bu sonuç ortaya çıkmış olabilir. Ama Müslümanların arasında birçok mezhep var ve şu anda Müslümanlar arasında Şiiler çoğunlukta. İşte burada çoğunluğun azınlıktan kurtulmak istediği fikri yayılıyor ve böylece silahsız bile olsa bitmek bilmeyen bir savaş sürüyor. Ve seni seninle kontrol ediyorlar. Okulların adlarına bakın, Saint X, Saint Y, Saint Joseph vb. diğer tarafta Fatima El Zahra vb…Bunun anlamı benim eğitim sistemine girer girmez biçimlendirilmeye başlamamdır. Düşünün, üç yaşındayım ve okula gidiyorum ve adı Saint Joseph. Daha isimden kimlik başlıyor. Üniversitede de Amerikan üniversitesine, İslam üniversitesine vb gidiyorsunuz. Okulu bitirdikten sonra emek pazarına giriyorum, beni kim işe alıyor? Mezhep aidiyetim olan insanlar ve kurumlar; eğer doktorsam bu hastane olabilir, öğretmensem okul ya da elektrik idaresi. Çünkü elektrik idaresi kamusal ama devlet güçleri arasında paylaştırılmış durumda. Başbakan Sünni ve şirketin yüzde 10’u Sünnilerde olmalı, Şiiler yüzde 5, onlarında o kadar payı olmalı, bu mezhepler arasında bir denge olmalı. En tehlikelisi de şu ki güvenlik güçleri, yani ordu, iç güvenlik ve istihbarat aynı şekilde bölünmüş durumda. Örneğin ordunun komutanı Maruni olmalı… O yüzden bir yanardağın üzerinde oturuyoruz ve her an patlayabilir. O yüzden iç savaşlar birbirini takip etti ve şu anda da adı konmamış bir iç savaş var. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra emperyalist güçler burada çıkarlarını destekleyecek bir yapı kurdular. Lübnan’da Fransızlar, Suriye’de İngilizler, Filistin’e dünyanın her yerinden Yahudilerin nasıl getirildiğini biliyorsunuz. Bu yapı iç ve dış politika anlamında son derece kırılgandır. Dışsal anlamda sermayenin ihtiyaçlarına cevap verir. Lübnan’ın iktisadi tarihini okuduğunuzda ipek sanayi Fransızların elindeyken Lübnan dev bir ipekböceği çiftliğiydi. Endüstriyel ipek ortadan kalktığında Lübnan ekonomisi de değişti. Artık tarihte kaldı bu. Söylemek istediğim bu. Bütün siyasal yapı yabancı ya da dış politikaların etkisi altında, bunlar da iç işlere dış güçlerin yararına olacak şekilde müdahale ediyor. İçerdeki kırılgan nokta şu, İmparatorluğun yıkılmasıyla ulus-devletler ortaya çıktı. Örneğin Suriye milleti Suriye devleti, Lübnan milleti Lübnan devleti var mı? Bunu manda sağladı. Ben Lübnanlı mıyım yoksa Arap mı? Müslüman mıyım yoksa Lübnanlı mı? Bu yapı halkla politik sistem arasında bir kırılma yarattı. Aynı zamanda, politik sistem otoritesini sağlamak için bu kırılmalardan yararlandı. Bunun yolu toplumu mezheplere bölmektir. Toplumu mezheplere böldüğünüzde ulus devletlerde olduğu gibi bir ulus yaratamazsınız. Bunun anlamı birçok devlet anlamına gelir çünkü her bölüm devlet içinde kendi devletini kurar…
-Ve her biri zaman zaman dışarıdan yardım ister…
Bu şekilde kapitalist sistem kendi politik sistemini kurar ve o da halkı denetler.
-Lübnan’da Baas ya da Nasır gibi bir Arap milliyetçi siyaset oldu mu?
Böyle birçok parti vardı. Osmanlı İmparatorluğu son zamanlarında Hasta Adam adını almıştı. Çünkü Fransızlar, İngilizler içeride kendi kolonilerini kurmaya başlamıştı. Fransızlar Marunîleri destekliyordu, İngilizler Dürzüleri. İmparatorluğun yıkılmasını bekliyordu. Ve Fransa Lübnan’a bölgede Hıristiyanların devleti olma rolünü biçti. Bu Arap olmadığımız ideolojisinin yayılmasını gerektiriyordu. Eğitim sistemiyle, entelektüeller ve kurumlar aracılığıyla bu yaratıldı. O yüzden Lübnan Batı’nın Doğu’ya açılan kapısıdır. Yani Doğu’nun değil Batı’nın parçasıdır. Bu ideoloji şimdiye kadar kendini öyle bir biçimde geliştirdi ki Lübnan’da tek bir tarih ders kitabı yoktur. Her mezhep kendi tarih kitabını okutur. Bunun anlamı bir kimliğimizin olmaması. Bunun bir sebebi de Hıristiyanların burada yönetimde olması. Lübnan kendisini bölgede demokrasisinin simgesi sayar. Demokrasi kamu taşımacılığı olmaması, elektriğin özel olması, hatta suyun bile merkezi sistemden sağlanmaması demek mi?
-Su merkezi sistemden sağlanmıyor mu? Nasıl yani?
İnsanlar tankerlerle gelen suyu depolarda biriktirir ve kullanır. Bütün bu hizmetlerin verilmemesiyle ben bir tür mezhep zincirinin parçası olayım ki yaşayabileyim diye düşünürüm. Hastanenin kapısında ölebilirim çünkü birçok hastane özel ve paran yoksa ölürsün. Kamu hastanelerinde zaten ölürsün. Bizim hiç sosyal devletimiz olmadı. Sosyal devlet hizmetlerimi mezhepten alıyorum. Bir yanda bu var, diğer yanda Siyonistler.
-Lübnan’da yaşayan Yahudi var mı?
Eğer yanılmıyorsam hayır. Belki çok az, 0.01 gibi.
-İslami hareketlerin Lübnan’da nasıl bir etkisi oldu?
Öncelikle iki şeyi birbirinden ayırmak gerek; bir inanç olarak İslam ve politik İslam. Bölgeyi okumak için politik İslam’ı okumak şart. Arap dünyasının nüfusunun çoğunluğu Müslümandır. Batı bu bölgedeki siyasal sistemi kurarken bunu İslami kurumlara dayandırdı. Örneğin Suriye’de devlet başkanı Sünni olmalı vb. Aynı zamanda bir vatandaşlık kurmaktan kaçındılar. Bunun anlamı politik İslam’ın iktidar için bir güç kaynağı olması. Yani ya buna dayanacaksın ya da karşısında olarak varlığına bir gerekçe bulacaksın. Müslüman Kardeşler’in Mısır’da ya da Suriye’deki tarihini okursanız esas olarak politik iktidardan pay istediklerini göreceksiniz, yani amaçları politik sistemi değiştirmek değil ondan pay almak. Siyasal iktidar bazen bu payı verir bazen de vermez; örneğin Enver Sedat ve Nasır zamanında Mısır’da olduğu gibi. Suriye’de de aynı hikaye, Lübnan’da da öyleydi ama burada o kadar güçlü değillerdi çünkü burada 1970’lerin, 1980’lerin enternasyonalist ortamında bunlar güç kazanamadı. Ama batı siyasal İslam’ı destekledi, onlar da güçlendi; özellikle SSCB’nin yıkılmasından sonra. İran’daki devrimi düşünün, Humeyni devrimden önce Fransa’daydı, orada uzun yıllar yaşamıştı. Devrimi İran Komünist Partisi yani TUDEH gerçekleştirdi. Dönemin batı medyasına bakın, ‘İran’ın üzerinde kızıl bayrak dalgalanıyor’ deniyordu. Yani Batı Humeyni’yi destekledi. Ve siyasal İslam’ın batı desteğinde güçlendi çünkü artık yurtdışından mali destek de alıyorlardı. Ve politik yapı bu gelişmeyi kolaylaştırdı, bir yandan da sol batıda geriliyordu.
-Ama bir yandan da İran bugün ABD’ye karşı, İsrail’le sorunları var ama ÖSO ABD’yle iyi ilişkiler içinde. Yani politik olarak aynı yerde değiller.
Tabii zaten isim değişiyor ama sistem aynı. Yani bir politik sisteme ister laik ister İslam adını verirsiniz. Çünkü bu politik sistemi Batı destekliyor. Bu politik sistem ya politik İslam’a dayanıyor ya da varlığına onun aracılığıyla meşruiyet kazandırıyor. Ve durum değiştikçe taraflar değişiyor çünkü batının ihtiyacı olan sürekli bir istikrarsızlık.
-Ama İran bir sosyal devlet.
İran’la ilgili çok derin bilgim yok ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Bence de bir politik sistemi belirleyen vatandaşlarına nasıl davrandığıdır. Suriye’nin hatası da bu oldu, orası da bir sosyal devletti ama iktisadi reformlarla kapıyı dış sermayeye ve yatırımlara açtı ve bunlar sosyal hizmetlerin ortadan kalkmasını talep etti. Suriye’de önce kırlardan şehirlere göç oldu. Esad rejimi diktatörlük deniyor ama bütün devletler diktatörlüktür aslında. Wall Street’te yaptıklarına bakın. Türkiye’de diktatörlük var, Lübnan’da diktatörlük var. Önemli olan oyunu içerde nasıl oynadıkları ve dışarda olanların içeriyi nasıl etkilediğidir. Mesele Baas’ın diktatör olması değil, hepsi diktatör. Bazen demokrasi kullanılır ama eğer sistemi tehdit ederseniz olacaklar benzer. ABD’de idam yok ama size 200 yıl ceza verebilirler. Başka bir yerde ise yargılamadan kafanızı kesebilirler. O yüzden Suriye’de durum çok açıktı; politik sistem, gereğinde kullanmak üzere bu yapıyı kurdu. Ama uluslararası dengeler değişince siyasal İslam’a güç verdiler. Bu Obama’nın Kahire Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada çok açıktı: ‘İslami hareketlere açık olmalıyız’ dedi ve Türkiye’yi ılımlı İslam’ın denetimindeki ideal bir ülke olarak gösterdi. Ama bu Arap dünyasında olan bitenin ABD tarafından yaratıldığı anlamına gelmiyor. Arap dünyasındaki siyasal yapı yüzünden bir patlama oldu ve bu herkes için bir sürprizdi. Ve ne oldu? Uluslararası güçler politik sistemi kendi çıkarlarına uygun şekilde yeniden yapılandırmak için müdahalelerde bulunmaya başladı. Ama insanlar daha bilinçli bir hale gelmişti, özgürlük ve toplumsal adalet isteyen kitleler yeniden devrim yapmaya başladı. Bu arada oralarda ‘terörist’ gruplar vardı, bunlar ABD’den Katar’a uzanan uluslararası sistemin desteğine sahip. Bu ülkeler bu yeni devrimi bastırmaya çalıştı.
-‘Terörist’ terimini sorunlu bulmuyor musunuz?
Evet, özellikle 11 Eylül’den sonra. Terörizm nedir? Evini savunan bir Filistinliyi öldüren Siyonist devlet terörist sayılmıyor. Ama özgürlüğüm için savaşırsam teröristim.
-Ama sadece 11 Eylül’den sonra da değil, Kızıl Ordu Fraksiyonu, Kızıl Tugaylar gibi gruplarda geleneksel komünist partilerden farklı yöntemlerle de olsa komünizm için savaşıyorlardı ve terörist olarak tanımlandılar. FHKC de uzun zaman terörist sayıldı, hala da bazı ülkeler tarafından o listede.
Evet, o yüzden sözünü ettiğim grupların aldığı milyarlarca dolarlık dış desteği vurguladım. İkinci olarak bunlar öteki’nden kurtulmaya çalışıyor, o öteki, kadın, siyah, her şey olabilir. Bana ait olmayan kim varsa. Aynı zamanda bunlar Batı’ya destek olacak ılımlı İslam denen bir siyasal sistem kurmayı hedefliyor. Örneğin Mursi, Camp David’den IMF ile olanlara kadar Mübarek döneminin bütün anlaşmalarını kabul etti.
-11 Eylül sonrasında aslında ABD’nin desteğiyle oluşturulmuş bazı İslamcı gruplar ABD ve Büyük Britanya ile karşı karşıya geldi. Bu durum şimdi nasıl tersine döndü?
Dediğiniz gibi bunlar Britanya tarafından kurulmuş daha sonra ABD tarafından desteklenmişti. Bunlar komünistlerle mücadele amacıyla ABD ve Batı tarafından ayakta tutuluyordu. SSCB’nin yıkılışından sonra ABD’de merkezileşmiş olan kapitalist sistemin bir düşmana ihtiyacı oldu. Çünkü bu sistem bir düşman olmadan ayakta kalamaz. Önce Somali’de insan haklarını denedik, olmadı, sonra İslam yaratıldı. Ama İslam nedir? Soyut bir terim. Bu sefer El-Kaide denen bir düşman yaratıldı, İslam’la nasıl bir bağlantısı olduğunu bilemiyorum. Ama bu düşman büyüyünce bölgede payını istemeye başladı. Bence bu durumda kendilerinin yarattığı radikal İslam’la aralarında bir çelişki oldu. Radikal İslam’la karşısına çıkacak bir düşman yani ılımlı İslam yani bu durumda Mursi arasında bir çelişki yaratmaya çalışıyorlar. Böylece bütün bölge etnik, mezhepsel olarak bölünüyor. Irak’ta olduğu gibi… Bu şekilde bir düşman yaratıyorlar ardından aynı isimde bir karşı-düşman yaratıyorlar.
-Öyleyse bir ülkenin iç barışını koruması dış müdahaleleri engellemek için önemli.
Ama işte iç yapı bu türden çatışmalar açısından son derece verimli. Çünkü bu ayrımların tohumu atılmış bir kere. Bütün d baskı ve gaddarlık sayesinde toplumlar bir patladığında tohumlar hazır.
-Filistinliler bölge solu için hep önemli. Nusra Filistinlilere saldırmadan önce onu devrimci bir güç olarak değerlendirenler vardı. Ne dersiniz?
Ben ikisini ayırıyorum. Devrim var ama gerçekten değişiklik isteyen grupları maalesef iki taraf da öldürüyor; Suriye’de, Mısır’da, Libya’da, Lübnan’da, her yerde.
-Suriye’de bazı komünist partiler Esad hükümetine katıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim kişisel görüşüme göre bu ölümcül bir hata. Tunus’ta devrim başlamadan önce Lübnan Komünist Partisi bir Arap sol cephesi kurarak bu politik sistemin vahşetine ve aynı zamanda bölgemizde ABD’de cisimleşen, kapitalist dünyanın müdahalesine karşı durmak istedi. Daha olanlara bir yıl vardı ama biz, iç çatışma ve bu siyasal sistem yüzünden bölgenin patlayacağını söyledik. Bir araya gelelim ve elimizden ne gelir ona bakalım dedik. Olmadı. Suriye’ye gelirsek, orada olanları nasıl okumalı? Başta her şey barışçıldı, reform isteniyordu. Tunus’ta olanlar, Libya’da ABD müdahalesi, Mısır ve şimdi Suriye Rusya’nın bölgedeki son askeri üssü. Siyasal sistem bütün diğer Arap siyasal sistemleri yıkılmadan önce ne yaptıysa aynısını yaptı. Örneğin Mübarek ‘Bunlar çoluk çocuk, bırakın oynasınlar’ demişti. Kaddafi ‘Bunlar fare’ dedi. Beşir Esad ‘Biz devrimcileriz ve İran’dan sonra Arap dünyasındaki ilk devrimcileriz’ dedi. Suriye’de işler başta barışçıldı ama politik sistem bu barışçıl hareketi ezmek için öyle bir vahşet kullandı ki, daha önce dediğim gibi emperyalist müdahaleye açık siyasal sistem yüzünden siyasal zemin bu türden çarpışmalara çok açık. Suriye’de birçok komünist parti var, bunlar ‘Barış içinde reform istiyoruz’ diyen insanların yanında olmadı, siyasal sistemi desteklediler. Suriye’de bundan sonra ne olursa olsun, Suriyeli bu komünistler oyunun dışındalar çünkü siyasal sistemin parçası oldular.
-Ulusal Koalisyon birinci amacın iç savaşı ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor.
Lübnan’da elli yıl iç savaş oldu ve sonunda aynı insanlar iktidarda kaldı. Ama bir iç savaşın nasıl sona ereceği de belirleyici. Bugün Suriye’de iki tarafa karşı da mücadele eden komünist gruplar var. Resmi komünist partilerinden söz etmiyorum.
-Diğer partiler kendilerini korumaya çalışıyor olabilir mi?
Ama komünistler kendilerini halkın çıkarları pahasına korumaz. Diyelim ki Nusra iktidara geçti, Suriye Komünist Partisi’ne ne olacak?
-Yok edilecek.
Esad güçlenirse…
-Onları yok eder.
Yapılması gereken dikkate alınsın alınmasın talepleri sıralamak ve sonra halkla birlikte sokakta mücadele etmektir. Beğen beğenme, başar başarma. Öteki türlü her iki ihtimalde yok edilecekler. İkinci ölümcül hataları da baştan sokağa çıkmamak oldu. Bir komünist için en büyük hata siyasal sistemin parçası olmaktır. Yasallıktan söz etmiyorum, her zaman yasadışı olmak gerekmez. Ama sistemin parçası olduğunuzda otorite virüsü içinize girer. Mücadele etmek sokakta adam öldürmek değil, binlerce mücadele yöntemi var.
-Marie Nassif’e sorduğum bir soruyu size de sormak istiyorum. Bölgedeki komünist partilerin Çin Komünist Partisi’yle ittifakını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu noktada yine bir gazeteci olarak konuşuyorum. Kapitalizme karşı olduğumu söylemek Rusya ya da Çin ya da Fransa ile Almanya’ya karşı işbirliği içinde olmak anlamına gelmez. Ben bir sisteme karşıyım, bütününe. Ben SSCB hayaliyle yaşamıyorum. Komünist olmak Allah, cennet gibi bazı metafizik imgeleri bırakıp onların yerine fiziksel yaratıklar, maddi temellere dayanan ütopyalar koymak değildir. Ben komünistim, kapitalizme karşı mücadele ediyorum, bu mücadele içinde olan herkesle birlikteyim, ama ABD’de yaşıyor olsun, ama Fransa’da, ama Çin’de. Yani Çin’le ütopya düzeyinde birlikte değilim, bunu eleştiririm. Ama Çin Komünist Partisi Çin’in yönetiminde ve dünyanın ikinci büyük gücü. Dünya ekonomisinin yarısını denetliyor ve on yıl içinde en büyük güç olacağı söyleniyor. Aynı zamanda Çin’in nasıl Çin olduğunu biliyorum. O yüzden Çin Komünist Partisi ile sosyalist açık pazar teorisinde birlikte değilim. Sadece şu anda Çin’in benim yaşadığım bölgeye yönelik dış politikasının bir bölümünü destekliyorum. Ama bu bölgenin hakimi Siyonist devlet, Filistin sorununu çözmeden bu bölgede bir şey yapamayız. Ben Çin’deyken büyük bir tartışma yürüttük, ‘Siz komünistten ziyade kapitalist oldunuz’ dedik.
-Filistin meselesinin bölgede komünistlerin, solcuların önceliği olduğunu düşünüyor musunuz?
Bölgedeki diğer komünist partiler adına da konuşamam, Lübnan Komünist Partisi adına da. Ben ancak bir gazeteci olarak konuşabilirim. Bence Filistin Lübnan Komünist Partisi için hala bölge barışının anahtarıdır. Siyonist devlet Filistin’i işgal etmeyi sürdürdükçe bütün bölge huzursuz olacak. Tarihsel Filistin’de -ki bu Gazze ve Batı Şeria’dan ibaret değildir- barış sağlamak için laik, demokratik bir Filistin devleti kurmak gerekiyor.
-Tek devletli çözüm yani…
Mültecilerin geri dönüş hakkını da tanıyan laik, demokratik bir devlet. Ama bunun anlamı Yahudileri toplayıp denize dökmek değildir. Kesinlikle hayır. Siyonist devlet bölgedeki emperyalist güçlerinin ordusunun başıdır. Bu güçler bölgede istikrarsızlık ister. Arap siyasal sistemleri A’dan Z’ye varlıklarını Siyonist devletin varlığıyla meşrulaştırır. Ama halklarına Siyonist devlet adına baskı yapar. Ama hiçbiri 30 yıldır Filistin’in en ufak bir parçasını, tek bir santimetrekaresini kurtarmadı.
-Hatta tam tersi, işgal her geçen gün genişliyor.
Ama her biri bir biçimde Siyonist devleti destekledi. Mısır Camp David, Ürdün Wadi Araba anlaşmasıyla… Körfez ülkelerinde, özellikle de Katar’da İsrail bayrağı dalgalanır. Büyükelçilik yoktur ama ticaret ofisleri vardır. Bunların dışında kalan bir tek Suriye’dir. O yüzden farklı muamele görür. Suriye’deki politik sistem Siyonist devletle anlaşma yapmadı ama aynı zamanda Siyonist devletin düşmanı da olmadı. O yüzden ‘A’dan Z’ye hepsi bir biçimde destekler’ diyorum. Bunun çeşitli sebepleri var. O yüzden Suriye devriminin başladığını, kısa bir süre önce Esad itiraf etti. Bunu ABD’ye, ‘Konumumu korumam için beni destekleyin’ anlamında söyledi. Lübnan’da eğer yanılmıyorsam 1960’larda LKP Siyonist devlete karşı mücadele etti, 1982’deki işgale kadar. Ama Komünist Parti siyasal sistemin parçası değil. Bu devlet içi mezhep devletlerin bir kısmı Siyonist devletin müttefiki oldu, bir kısmı onu düşman saydı. Bu politik bölünme tabana da yansıyordu. Kimileri Mısır gibi Siyonist devletle barış yapalım derken bazıları da buna katılmıyordu. Ben Siyonist devletle barış yapmamaktan bölgedeki payımı istememeyi anlamıyorum. O yüzden Siyonist devlet bölgedeki istikrarsızlığın sebebidir. Tunus’tan Suriye’ye olanlara bakın. O yüzden gerçek devrimci insanları ayırıyorum. Tunus’ta Siyonist devletin elçisinin ülke dışına atılmasını istediler. Suriye’de olanlara bakın. Filistin hala bölgenin kilididir. Ama diğerleri Siyonist devletin adını bile anmıyor.
-Yani bu önemli bir kriter.
Tek değil ama önemli bir kriter.
* Anasayfada kullanılan resim: Ahmad Dirki (solda), LKP Dış İlişkiler Bürosu’ndan Samir Diyab ile birlikte…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.