Güney Kürdistan’ın uzun yıllardır uyguladığı denge politikalarının önemli bir kısmı fiilen işlevsizleşti
Güney Kürdistan’ın uzun yıllardır uyguladığı denge politikalarının önemli bir kısmı fiilen işlevsizleşti. Irak, Suriye ve Türkiye’deki gelişmeler artık kaçınılmaz olarak yeni politik stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Özellikle Kürdistan coğrafyasının bütünlüklü olarak Ortadoğu’nun bir merkezi olmaya başlaması, yeni politikaların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Güney Kürdistan yönetimi kararsız ve çekingen bir şekilde olsa da, yeni sürece ilişkin politik adımlar atmış görünüyor. Özellikle son bir yıldır bölgede meydana gelen gelişmelere uygun yeni taktik planlar ve stratejiler uygulamaya koyması kaçınılmazdır.
Çatışma ve rekabetin merkezinde Kerkük
Kerkük sorunu, sadece Hewler ile Bağdat ardasındaki politik ilişkileri belirlemekle kalmayıp, esasen bölgenin politik denkleminde önemli bir rol oynayacaktır. Kerkük’ün bir Kürt kenti olduğu ve Kürdistan’ın sınırları içerisinde olması gerektiği aslında bilinen bir durum. Tarihsel olarak bakıldığında bunu anlamak mümkün. Ancak bugünkü durum açısında ele alındığında Kerkük’ü önemli kılan sadece Kürdistan’ın bir parçası olması değil, esasen enerji yatakları bakımından çok stratejik bir konuma gelmesidir. Kürdistan’a ait olan Kerkük ve Musul bölgesinin önemli bir kesimini tartışmalı ve çatışmalı bir duruma getiren nokta, enerji yatakları bakımından muazzam bir değere sahip olmasıdır. Bu bakımdan Bağdat ile Hewler arasındaki silahlı çatışma noktasına gelen rekabetin bir yönü de bölgedeki enerji kaynaklarını kimin nasıl kullanacağı ve bu kaynaklardan kimin nasıl yararlanacağı sorunudur. Kürtler’in kendi tarihsel sınırları arasında gördükleri Kerkük ve Musul’un önemli bir kısmı üzerinde hak iddia etmeleri haklı ve anlaşılır bir durumdur. Kürt yöneticilerinin Kerküksüz bir Kürdistan düşünmedikleri çok açık. Bağdat merkezli Maliki yönetimi de aynı şekilde, Kerkük ve Musul bölgesini kendi denetimine almak için özellikle bu iki bölgeye ait “Dicle Operasyon Gücü” adı atlında yeni bir askeri birlik oluşturdu. Kerkük bölgesinde Peşmerge güçleriyle Bağdat güçlerinin karşı karşıya gelmiş olması, politik denklemin ne kadar çok karmaşıklaştığını gösteriyor. Aynı şekilde, uluslararası petrol tekellerinin yatırımlarının önemli bir kısmı Kerkük ve Musul hattı üzerinde bulunuyor. Bu bakımdan, bu iki bölgenin kontrolü kimde olursa, uluslararası sermayenin çıkarları da ona doğru kayacaktır. Bu bakımdan, küresel enerji şirketleri, Bağdat-Hewler gerilimini tahmin edilenden çok daha fazla izlemektedirler.
Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin 2012 yılının son aylarında, yabancı diplomatlarla yapmış olduğu toplantıda, özellikle Kerkük’ün Kürdistan bölgesine dahil olduğuna vurgu yapması, bölge yönetiminin stratejisi bakımından bir fikir vermektedir. Mesut Barzani, Erbil de bulunan 26 ülkenin temsilciliklerine yönelik yaptığı değerlendirmede, Kerkük sorununa şu sözlerle dikkat çekti:
Bu krizlerin ana nedeni Irak Anayasası olmayan taahhüttür. Irak’ta gerginliğin sürekli tırmanması görmek için talihsiz bir durumdur. Deneyim Irak, sadece ortaklık ve güç paylaşımı orijinal aracılığıyla idare edilebilir olduğunu göstermiştir. Biz Anayasa’ya bağımlıyız ve sorunun diyalog yoluyla çözülmesinden yanayız. Ciddi sorunları çözmek için tek yol olduğuna inanıyoruz”
“Müzakereler her iki tarafın askeri komiteleri arasında devam etmektedir. Biz Anayasa’nın 140. maddenin uygulanması dışında Kerkük üzerinde herhangi bir çözümün empoze edilmesine karşıyız.”
Birlikte Güney Kürdistan’a gittiğimiz BBC’den deneyimli gazeteci Mahmut Hamsici, Hewler’de Kürdistan yöneticilerinin nabzını tutu ve Erbil-Bağdat hattındaki sorunun arka planını araştırdı. KDP Dış İlişkiler Sorumlusu, Bağdat ile tartışmalı bölgelerin varlığına dikkat çekerek ve gerilimi çıkaran tarafın Bağdat olduğunu, sorunu diyalog yoluyla çözmek istediklerini ancak Kürdistan topraklarından vazgeçmeyeceklerini ve peşmerge kuvvetlerinin Kürt bölgesini savunacağını özellikle vurguladı.
Ancak, Economist’e göre, Irak’ın bölünmesinin İran’ı güçlendireceğini hesaplayan Batılı hükümetler ise bu gerilimde Maliki’den yana davranıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye Kürtlere verdiği desteği azaltması konusunda baskıda bulunduğunu belirtmesi de ayrıca dikkatle izlenmesi gereken bir durum. Economist, Kerkük’te gergin bir bekleyiş içinde olan Irak ordusu ile peşmergelerin karşılıklı konumlandığını anlatırken bir Kürt subayın “Tek bir peşmerge ölürse, bu bizim için savaştır” cümlesini aktarıyor. Yani Kerkük, dengelerin merkezini değiştirecek durumda.
Bir başka çelişkili ve ilginç nokta da şu: Güney Kürdistan Bölge Yönetimi sorunu diyalogla çözmek istemesine rağmen, gerektiğinde Kerkük için savaşmayı göze alacaklarını ve bu konuda kararlılığını özellikle vurguluyor. Ancak tersine, Kürt sorununu barışçıl demokratik ilkeler içerisinde çözmeye yanaşmayan ve özellikle askeri tasfiyeyi esas alan Türkiye karşında, PKK’nin silah bırakmasını tavsiye ediyor.
Hewler’in Batı Kürdistan politikasında kaygı ve kararsızlık hâkim
Rojawa/Batı Kürdistan’daki gelişmeler hem uluslararası alanda hem de bölge ülkeleri tarafından dikkatle izleniyor. Sadece Türkiye’nin izlediği politika çok açık: Batı Kürdistan’da elde edilen ve bütün zorluklara rağmen geliştirilen kazanımları tasfiye etmek. Bölgedeki gelişmelerin, uluslararası kamuoyu tarafından bilinmemesi için Türkiye özellikle izolasyon politikasını çok yönlü uyguluyor. Türkiye, İslamcı çete gruplarını kullanarak Kürdistan bölgesindeki istikrarı bozmak ve bölgede etkinlik alanı yaratmak için her türlü kirli oyunu devreye sokmuş durumda. Özellikle Serekaniye’nin hedef alınması, İslamcı grupların bu bölgeye saldırtılması oldukça bilinçlidir. Hewler’de görüştüğüm ve bölgeyi çok iyi bilen PYD temsilcilerinin verdiği bilgiye göre, Serekaniye’nin nüfusunun yaklaşık olarak % 80’i Kürt, %15’i Arap, %5’i ise Hıristiyan, Çeçen ve Türkmen. Serekaniye, bulunduğu konum nedeniyle de stratejik bir role sahip. Serekaniye’nin denetlenmesi, hem Qamışlo hem de Kobane bölgesinin bağlantısının kesilmesi ve iki tarafa birden saldırı için önemli bir mevziinin ele geçirilmesi anlamına geliyor. Batı Kürdistan’da halk, farklı politik kurumlar ve örgütler, bütünlüklü olarak direniyor. Her alanda kuşatılmışlıklarına ve her türlü ekonomik zorluğa rağmen kendi özgürlüklerini korumak için direnen bir Rojawa halkı var.
Suriye genelinde bir iç savaş var, bütün şehirler yerle bir olmuş, on binlerle ifade edilen ölü ve yaralı var. Kürt bölgesinde ise tersine istikrar hâkim. Çatışma söz konusu değil. Kendilerine özgü bir tarzda kurmaya başladıkları sistemle, istikrarlı bir konuma gelmiş bulunuyorlar.
Batı Kürdistan’ın geldiği bugünkü konum, diğer Kürt bölgeleri için stratejik öneme sahiptir. Özellikle Güney Kürdistan Bölge Yönetimi bakımından önemi çok daha fazladır. Bu bakımdan Kürdistan Bölge Yönetimi’nin izlediği ve izleyeceği politika tahmin edilenden çok daha önemlidir.
Gerek Batı Kürdistanlı politikacılarından gerekse Kürdistan Bölge Yönetimi sorumlularından edindiğim izlenim, Kürdistan Yönetimi’nin uzun bir süre kararsız ve çekingen bir tutum içinde olduğu ve özellikle Türkiye’nin politik baskısı altında kalarak kendi rolünü oynamadığı, hatta Türkiye’nin politikalarına uygun bir hat izlediğiydi.
Güney’de halkın da tepkisini çeken ve protestolara yol açan bu kararsızlık politikası nispeten kırılmış bulunuyor. Kürdistan Bölge Yönetimi ile Batı Kürdistan Yüksek Konseyi arasında yapılan görüşmeler giderek somutlaşmaktadır. Bu aynı zamanda Kürdistan Bölge Yönetimi’nin politikalarında bir değişiklik olmaya başladığı anlamına geliyor.
En öncelikli sorun gümrük kapısının açılmasıydı. Bu konuda somut bir adım atıldı ve Batı Kürdistan halkının acil ihtiyacı olan gıda, giyim ve ilaç gibi malların girişi başlamış bulunuyor. Ayrıca 30 Aralık 2012 tarihinde, Dehok’da Yüksek Konseyi ile Güney Kürdistan Bölge Yönetimi temsilcilerinin birlikte yapmış oldukları toplantıda, özellikle belirli esaslar çerçevesinde ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi kararı alınmış. Karşılıklı ithalatın ve ihracatın geliştirilmesinin ve Dicle nehri üzerinde bulunan köprünün onarılmasının da kararlaştırılmış olması önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu toplantıda, Savunma Gücünün Yüksek Konseye bağlı olarak çalıştığı, aynı şekilde adalette, içişlerinde, diplomaside ve ekonomide kurumsal yapıların çok hızlı bir şekilde işlevli kılınarak Yüksek Konsey’e bağlanması için karar alındığı belirtildi.
Ayrıca Kürdistan Bölge Yönetimi’nin sınıra tel örgü çektiği biçimindeki haberleri her iki tarafa sorduk. Hem Kürdistan Bölge Yöneticileri, hem de Batı Kürdistan Yüksek Konseyi üyeleri, bunun doğru olmadığını çok açık olarak ifade ettiler. Sadece Musul bölgesinde hem Bağdat askerlerinin hem de Peşmergenin kontrol ettiği noktalarda, Bağdat hükümetinin belirli bir bölgeye tel örgüleri çektiğini, ancak doğrudan peşmergenin kontrolünde olan Batı Kürdistan ile olan sınır bölgesinde böylesi bir durumun söz konusu olmadığını belirttiler.
Kürdistan Bölge Yönetimi, Rojawa ile ilişkilerini ekonomik olarak geliştirmeye yönelirken, politik yönünü ön plana çıkararak sahiplenme konusunda belirgin bir kararsızlık ve hatta isteksizlik içindedir. Türkiye, İran, hatta Avrupa ve Amerikan’ın bu konuda baskı uygulayabileceklerine dair bir kısım görüşler belirtmektedirler. Bu nedenle, yazının giriş bölümünde belirttiğim gibi, bölgeye gitmek ve oradaki gelişmeleri uluslararası alana taşımak isteyen gazetecilere dahi izin verilmiyor. Bu korku psikolojisinin mutlak bir şekilde aşılması gerekir. Hâlbuki Batı Kürdistan’da oluşan fiili durumun sahiplenilmesi ve politik olarak desteklenmesi, uluslararası alanda meşru bir yapıya kavuşturulması, Güney Kürdistan Yönetiminin uluslararası alandaki konumunu güçlendireceği gibi, Güney Kürdistan yönetimi özellikle bölge dengelerinde çok daha inisiyatifli bir konuma gelecektir.
Mesut Barzani’nin girişimiyle kurulan Kürdistan Yüksek Konseyi/Suriye, Rojawa’daki bütün Kürtleri temsil eden ve gelişmeleri doğrudan yönlendiren en üst bir kurum olarak rolünü oynamaktadır. Bunun için Güney Kürdistan Bölge Yönetimi, Yüksek Kürt Konseyi’ni esasen politik olarak desteklemeli ve politik rolünü çok daha fazla ön plana çıkartmalıdır. Suriye’de Kürtlerin üçüncü bir güç olarak rolünü oynaması için desteğini her platformda dile getirmelidir.
Barzani yönetimi, Ortadoğu’nun dengelerinin tamamen değiştiğinin bilincindedir ve bölgede yeni bir güç olmak istiyor. Bunun en önemli halkası, Batı Kürdistan’daki oluşumu çok aktif olarak desteklemek ve uluslararası alanda politik olarak savunmaktır. Suriye’nin mevcut dengeleri bütünlüklü olarak değişeceğine göre, Kürtlerin kendi sistemlerini kurarak örgütlenmeleri, belki de en çok Güney Kürdistan Yönetimi’ni güçlendirecektir.
Bu bakımdan Kürdistan Bölge Yönetimi çok daha kararlı bir şekilde politik inisiyatifi ele almalıdır. Türkiye’nin politik baskısını aşmalı, tersine, Türkiye’nin izole politikasına karşı açık tutum alarak Batı Kürdistan’daki fiili durumu, uluslararası alandaki meşruiyetini savunmalı ve desteklemelidir. Ekonomik destek, politik destekle bütünleştiğinde Rojawa bölgesi çok daha istikrarlı ve güvenli bir konuma gelecektir.
Hewler, İmralı’nın başlatmak istediği çözüm sürecine ev sahipliği yapmak istiyor!
Ahmet Türk ve Leyla Akat’ın İmralı’ya gidip Öcalan ile yaptıkları görüşme sonrasında, Kürt sorunun müzakereler yoluyla çözümü konusunda yapılan tartışmaların yoğunluğu artarak devam ediyor. AKP eksenli geliştirilen Türk devletinin yönelimi çok açık olarak tasfiyenin bir başka biçimde devam ettirilmesi olarak yansırken, hem bölgede hem de uluslararası alanda ‘çözüm’ giderek çok daha güncelleşmektedir. Türkiye’nin çözüme ilişkin henüz somut bir planı yok. Söylemler, esasen tasfiye politikasının ağırlıkla yürütüleceğini gösteriyor. Bunun başarısız bir yönelim olacağı, 30 yıllık deneyimde görüldü. Özellikle son birkaç yılın verileri dikkate alındığında, devletin izlediği stratejinin çok açık olarak başarısızlığa mahkûm olduğunu ve olacağını artık uluslararası ve bölgesel güçler de görüyor ve kabul ediyor. Bu bakımdan özellikle küresel güçler, bölgesel stratejileri gereğince, politik istikrarsızlığın merkezinde duran Kürt sorununun bir biçimiyle çözülmesi gerektiğini, artık kaçınılmaz olarak PKK ile masaya oturma zamanının geldiğini, AKP devletine ve Erdoğan’a hatırlattılar. Bu sorunun AB parlamentosunun gündemine gelerek özel bir oturumda ele alınması, yönelim bakımından bize bir fikir vermektedir.
Bu aynı zamanda, sorunun çözümünün giderek uluslararası ve bölgesel bir boyut kazandığını çok açık olarak ortaya koyuyor. Erdoğan’ın “çözüm için ister bölgesel ister uluslararası güçler soruna dahil olabilir” biçimindeki açıklamaları, meselenin sadece kendi inisiyatifinde olmadığını kabul etmesidir.
PKK ile müzakerenin boyutları çok yönlü tartışılırken, özellikle Kürdistan Bölge Yönetimi’nin tutumu giderek ön plana çıktı. Başbakan Nechirvan Barzani’nin Time dergisine verdiği röportajda PKK ile Kürt sorunun çözümüne ilişkin soruya şu yanıtı veriyor:
Türkiye’de bir şeyi anlamak zorundadır: Bu siyasi bir sorudur. Bu sorun askeri yöntemlerle çözülemez. Bu sorunu çözmek için siyasi bir karar olmalıdır. Biz bu konuları Türkiye ile tartıştık. Bunu her zaman yapmaya devam edeceğiz. Bu sorunun çözümü siyasi olacak. Çözüm için bir rol oynamaya çalışıyorsunuz.”
Son gelişmelere paralel olarak Mahmut Hamsici, kamuoyunda ‘İmralı Süreci’ olarak tanımlanan yeni çözüm arayışları konusunda Hewler’in politik nabzını tuttu. BBC adına Mahmut Hamsici’nin Kürdistan Özerk Yönetimin başbakanlık binasında görüştüğü hükümet sözcüsü Sefin Dizayee şunları belirtti:
30 yıldır devam eden çatışmayı sona erdirmek için barış sürecinin başlaması çok önemlidir. Devlet milyarlarca dolar harcadı ve 40 bine yakın insan yaşamını yitirdi ama sorun çözülmedi. Gelişmelere bakıldığında sorunun diyalog yoluyla çözülmesi için bir fırsat ortaya çıkmış görünüyor…”
Dizayee ayrıca, Türkiye’de yıllardır süren çatışmaların sona ermesi açısından son barış sürecini sonuna kadar desteklediklerini, AKP hükümetinin kurulmasından sonra Türkiye’yle ilişkilerinin olumlu yönde geliştiğini, “her konuda” Türkiye’yle diyaloglarının sürdüğünü belirtti. “Türkiye’de 20 milyon Kürt yaşıyor. Ancak bu sorunun Türkiye’nin çözmesi gereken bir iç sorundur, başka ülkelerin içişlerine müdahale etme politikamız yok” diyen Dizayee, Türkiye’deki Kürtlerle akraba olduklarını, bu yüzden Kürt sorununun barış ve diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini belirtiyor.
“Eğer bu sorunun çözümüne katkıda bulunmak için herhangi bir destek veya bir rol oynamamız gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız…” diye konuşan Diyazee, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki siyasi liderliğin, hükümetin, devlet başkanlığının, parlamentonun ve tüm siyasi partilerin bu süreçte pozitif rol oynayabileceğinin altını çiziyor.
Mahmut Hamsici’nin sorularını yanıtlayan KDP Dış İlişkiler Sorumlusu Hemin Hawrami, sorunun çözümü konusunda şunları belirtiyor: “Kolaylaştırma, teşvik etme ve fikir verme konusunda kırmızı çizgilerimiz yok. İki taraftan hangisi olduğu önemli değil, bizden nerede olmamızı isterlerse biz orada oluruz…” Hawrami, Kürt sorununun çözümünde barış ve diyalogdan başka çare olmadığını, son sürecin devam etmesi için taraflardan ikisini de cesaretlendirdiklerini özellikle vurguluyor.
Dizayee ve Hawrami yapmış oldukları açıklamalarla, önümüzdeki süreçte Hewler’in bu konuda önemli bir rol oynayabileceğini belirtiyor. Aynı şekilde bu açıklamalar, Erbil’in son görüşme sürecinde önemli rol oynayabileceğine işaret ediyor.
Barış ve Demokrasi Partisi’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi temsilcisi Cemal Coşkun’un açıklaması da bu yönde:
Tabii ki Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümünde Erbil hükümetinin büyük rolü vardır. Bu rol gerçekten çözüme katkıda bulunabilecek bir roldür. Sorunun çözümünde Erbil hükümeti ağırlığını koyarsa çözüm daha da kolaylaşır.”
Bütün bu açıklamalar, esasen Kürdistan Bölge Yönetimi’nin PKK ile Türk devleti arasındaki müzakerede rol almak istediklerini ortaya koyuyor. Bölge ilişkilere bakımından bu mümkündür. Ancak buna dair henüz somut bir gelişme söz konusu değildir. Hewler’de hem hükümet yöneticilerinin ve politikacılarının ve hem de PKK’ye yakın kaynakların belirttiklerine göre, somut atılmış herhangi bir adım söz konusu değildir. Bu bakımdan, Türk medyasında sıklıklı vurgulanan PKK-MİT görüşmesi veya Hewler-MİT görüşmesi gibi ilişkiler söz konusu değil. Hamsici’nin konudaki sorularını yanıtlayan Dizayee şunları söylüyor: “Türk medyasına yansıdığına göre, bir kısım toplantılar yapılmış. Ancak Erbil’de bugüne kadar yapılan bir toplantı yok. Bu görüşmeler gerçekleşmedi ve bizim farkında olduğumuz kadarıyla şu anda planlanan gündemde yok. Ama eğer gelecekte Erbil bu görüşmeler için bir buluşma yeri olursa bunu hoş karşılarız.”
Aynı şekilde BDP temsilcisi Cemal Coşkun da şunları söylüyor:
Bize bugüne kadar BDP Erbil temsilciliği olarak yansıyan bir şey yok. Yine Genel Merkezimiz tarafından bize aksedilen bir şey yok. Bu gelişmelerin Erbil’de yürütülmesine yönelik bir gelişme olsaydı Genel Merkezimiz bunu bizimle paylaşırdı, bizler de Erbil temsilciliği olarak bu sorunun barışçıl, demokratik çözüm noktasında oynamamız gereken rol neyse biz de burada o rolü oynamaya çalışırdık.”
Dizayee ayrıca, Fransa’da katledilen üç Kürt kadının Diyarbakır’da yapılan cenaze töreninde, BDP’nin barış için olumlu mesajlar verdiğini, bunun istikrar ve barış için iyi değerlendirilmesi ve devletin doğru adımlar atması gerektiğini belirtti. Dizayee, diplomatik bir üslupla, sürecin sağlıklı ve verimli yürüyebilmesinin sorumluluğunun Türk devletinde olduğunu vurguluyor.
Türkiye’nin henüz netleşmiş bir politikası yok. Tamamen psikolojik savaş yöntemi kullanılıyor. Türk medyasına bakıldığında, “MİT ile PKK arasında Erbil’de toplantılar başlamış, PKK ile silahların teslimi ve bırakılması konuşuluyor ve hatta bir planlama yapılmış.” KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan’ın birçok kez yaptığı açıklamalarla bu haberleri yalanlamasına rağmen, söz konusu politika ısrarla devam ettiriliyor. Mahmut Hamsici’nin yapmış olduğu haberden anlaşılan çok net: Birincisi Kürdistan Bölge Yönetimi, böylesi bir çözüm sürecinde rol almak istediklerini, ikincisi ise böylesi somut bir adımın henüz atılmadığını belirtiyorlar.
Burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta bulunuyor; Resmi düzeyde müzakerelerin Erbil’de sürdürülmesinin birçok pozitif yanı var. Özellikle Kandil ile yakın ilişki bakımından önemli bir faktör olabilir. Kürdistan Bölge Yöneticileri, PKK’yi çok daha iyi anlayabilir ve algılayabilirler. Ancak görüşmelerin Kürdistan Bölge Yönetimi-MİT-Kandil eksenli sürdürülmesinin önemli bazı sakıncaları vardır. Birinci nokta, Türk devleti adına görüşmeleri MİT değil, devleti temsil eden bir heyetin sürdürmesi gerekir. Çünkü sorun bir güvenlik konusu değildir, politiktir. Çözümün muhatabı da politik temsilciler olmalıdır. Bu noktada çok dikkatli ve hassas olmak gerek. İkincisi, Hewler’de başlasa dahi mutlaka uluslararası bir görüşmecinin sürecin içinde olması gerekir. Dördüncüsü, Kolombiya’da olduğu gibi heyetlerin resmileştirilerek görüşmelerin kamuoyunun bilgisi dâhilinde yürütülmesi gerekir.
Aksi takdirde Türkiye, Oslo’da olduğu gibi, işine gelmediği zaman Kürdistan Yönetimi’ni çok rahatlıkla elinin tersiyle iter. Bu gerçeği görmek gerekir. Kürdistan Yönetimi’nin böylesi bir talepleri olması ve rol üstlenmek istemeleri son derece olumlu bir gelişme, ancak Hewler olsun biçimindeki bir istemin üzerine alelacele atlamadan, çok yönlü düşünerek karar vermenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Güney Kürdistan izlenimleri (1): Güney Kürdistan nereye doğru gidiyor -Dr. Mustafa Peköz
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.