Hrant Dink Vakfı’nın sözlü tarih çalışması ile Diyarbakırlı Ermeniler konuştu, anlattıkları Sessizliğin Sesi ismiyle kitaplaştırıldı. Hayat hikayeleri hem resmi tarihimizin ‘sır’larını anlattı, hem de bu sırların insanların hayatındaki yükünü Hrant Dink Vakfı’nın sözlü tarih çalışmalarının ikinci ayağı, “Sessizliğin Sesi II: Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor” adı ile kitaplaştırıldı. Diyarbakırlı Ermenilerin izini süren çalışmada, halihazırda Diyarbakır’da yaşayanların yanı […]
Hrant Dink Vakfı’nın sözlü tarih çalışması ile Diyarbakırlı Ermeniler konuştu, anlattıkları Sessizliğin Sesi ismiyle kitaplaştırıldı. Hayat hikayeleri hem resmi tarihimizin ‘sır’larını anlattı, hem de bu sırların insanların hayatındaki yükünü
Hrant Dink Vakfı’nın sözlü tarih çalışmalarının ikinci ayağı, “Sessizliğin Sesi II: Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor” adı ile kitaplaştırıldı. Diyarbakırlı Ermenilerin izini süren çalışmada, halihazırda Diyarbakır’da yaşayanların yanı sıra İstanbul, Lübnan, ABD, Kanada ve Ermenistan’a savrulmuş Diyarbakırlı Ermenilerin de sesine kulak verilmiş.
Neden “sessizliğin sesi”? Kitaptan ödünç aldığımız deyişle, “Hepsi sessiz çünkü hepsi susturulmuş.” Nasıl susturuldukları sır değil. Diyarbakır’ın kadim halkı, 1800’ler sonunda nüfusun büyük kısmını oluşturan Ermeniler artık yok. Onlardan kalan izlerin de silinmesi bir yana geçmişlerini, çocukluklarını, hayat hikayelerini dillendirebilmeleri bile onlar açısından hayli zor. Kim bilir belki bu yüzden kitapta yer alan fotoğraflarda yüzler bir biçimde gizlenmiş.
Diyarbakır Ermeniliği
Görüşülen insanların her birinin hayat hikayesi, kaçınılmaz olarak kıyım, ardından da sürgün ve göç hikayesi. “Demirciye ihtiyaç olduğu için” öldürülmeyen dedelerden, üç aylıkken verildiği aileden “kılıç artığı”, “gavur artığı” laflarını işite işite Ermeniliği her gün hatırlatılan ninelerden gelmiş torunlar… Babasının Ermeni olduğunu ölüm kağıdını çıkarmaya gittiğinde öğrenen çocuklar… Böyle bir aile albümü. “Ninemin fotoğrafını görseniz yüzünden anlarsınız neler yaşadığını. Hayattan bıkmış, suyun akışına bırakmış kendini.”
“Diyarbakır Ermeniliği” olarak adlandırdıkları durumsa, bölgenin gelenekleri, özgün mutfak kültürü ve en önemlisi konuşulan Diyarbakır Ermeni lehçesi, “Kürtçe, Türkçe, Süryanice kelimeler vardır içinde, o kadar müzikal bir lehçedir…” Kendilerini Batılı Ermeniler’den daha farklı görüyorlar ama bu tek başına folklorik bir durum olmanın ötesinde. “İstanbul’da ‘Ben Diyarbakırlıyım’ demeye utanırdık. Kürtler gibi bizi de hor görürlerdi. Altı aylık bebekken İstanbul’a geldiğimi öncesini bilmediğimi söylerdim.” Bu topraklarda tek başına Ermeni ya da Kürt olmaktan daha ağırı bu olsa gerek, Kürt coğrafyasında Ermeni olmak. “Bu hayata iki tokat yemiş olarak geldik” tespiti durumu açıklar nitelikte.
Bir uzak düş şimdi Diyarbakır
Diyarbakır’dan ayrılanlar için Diyarbakır ve orada geçirdikleri günler bir uzak düş şimdi. Orada doğmuş, yaşamış olanlar memleketlerini unutamamış hiç: “Ben hep Diyarbakır özlemiyle yaşadım. Oradan hiç kopmadım. Güvercinleri, suyu, havası, karı, her şeyiyle çok seviyorum Diyarbakır’ı. Resim yapmaya çocukluğumu görme isteğiyle başladım. O yaşanmışlıkları görmek istedim. Yıkıntı haline gelen evimi, çocukluğuma dair görmek istediğim her şeyi resimlere yansıttım.” İnsanın çocukluğunun güzel günlerinin geçtiği yeri tekrar görebilmek için resim yapmaya başlaması oldukça can yakıcı elbette. “45 senelik hayatım boyunca yaptığım en akıllıca şeydi Diyarbakır’a gitmek” diyen bir insanın vaftiz olduğu kiliseyi yıllar sonra toz toprak içinde görmesi de öyle. Bu hikayenin tesellisi ise söz konusu kilisenin, Surp Giragos Kilisesi’nin bugün onarılmış olması.
“Ermeni olduğum kadar Kürt’üm”
Bilindiği gibi bugün Diyarbakır’da Kürt nüfus çoğunlukta. “Orada Kürtler her zaman vardı. Hikayenin incitici tarafı bugün orada başka birilerin olması değil Ermenilerin olmaması.” Kürtlerle iç içe yaşamış olan Ermeniler için bu mesele bugün biraz karmaşık. Kendilerine sahip çıkan, “üzerlerine sinek dahi kondurmayan” Kürt komşularını minnetle anan da var, öldürülmelerinde Kürtleri işbirlikçi gören, buna öfkelenen de, bundan utanıp özür dileyen Kürt’ü samimiyetle affeden de… “Ninnilerimiz hem Ermeniceydi hem Kürtçe. ‘Gelin’ diyorlar ama geçti artık. Keşke o zaman böyle yapmasalardı. Kardeş gibi geçinir giderdik Kürtlerle, ne var ki?” Kürt olduğunu zannederken Ermeni olduğunu öğrenip, kendisini “Ermeni olduğum kadar Kürt, Kürt olduğum kadar Ermeni’yim” diye tanımlayan da var. Kilisenin açılış töreninde “Diyarbakır’a hoş geldiniz burası sizin eviniz” diye karşılanan Ermenilerin de Kürtlerin de söylediği aynı: “Ermenilerin göçmesi Diyarbakır’ın ruhunu almış.”
Umut sokaktan gelir
Diyarbakır’ın kadim halkı Ermeniler, dünyanın başka köşelerine savrulmuş da olsalar kendilerini Diyarbakır’dan ayrı düşünemiyorlar, Diyarbakır’ı da kendileri olmaksızın açıklayamıyor, anlamlandıramıyorlar.
Bu yüzden Paris’te doğan bir Diyarbakırlı Ermeni, Paris’te Diyarbakır’ı yaşayarak büyüyor, bütün dünyanın da Diyarbakırlı olduğunu sanıyor. Bu yüzden onun kişiliğini sadece Ermeni kimliği değil, “Diyarbakır’ın taşı toprağı üzerinden gelişen kimlik duygusu” oluşturuyor. Bu yüzden onun ABD’de doğup büyüyen oğlu “kendini görebilmek ve bulabilmek için” Diyarbakır’a gidiyor, dedesinin de çaldığını bilmeksizin çocuk yaşta ut çalmaya merak salıyor ve bugün pek çok dilde söylenen şarkıları için “Onlar benim şarkılarım değil. O şarkılar o toprağa ve o insanlara ait” diyor. Son sözü yine ona verelim… Bu topraklarda yaşayan, bir umut olduğuna inanan herkesin can kulağıyla dinlemesi gereken sözüne: “Eğer bir umut varsa o umut siyasi liderlerimizden gelmiyor. Tepeden geleceğine inanmıyorum. Umut sokaktan gelir.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.