Eskiden, 1968’li yıllarda tartışırdık “Türkiye kapitalist mi, değil mi?” diye. O tartışma bitti. Artık, herkes katılıyor: Türkiye arkadan gelen, ama öne çıkmaya çalışan kapitalist bir ülkedir. Hatta, Erdoğan’a bakılırsa yakında dünyanın 10. en büyük ekonomisi (kapitalist, tabi ki) olacaktır! Bu tespit, bizi Türkiye’nin giderek Batılı kapitalist ülkelere benzediği sonucuna vardırmıyor. Kozmetik olarak, yüksek binaları, AVM’leri, […]
Eskiden, 1968’li yıllarda tartışırdık “Türkiye kapitalist mi, değil mi?” diye. O tartışma bitti. Artık, herkes katılıyor: Türkiye arkadan gelen, ama öne çıkmaya çalışan kapitalist bir ülkedir. Hatta, Erdoğan’a bakılırsa yakında dünyanın 10. en büyük ekonomisi (kapitalist, tabi ki) olacaktır!
Bu tespit, bizi Türkiye’nin giderek Batılı kapitalist ülkelere benzediği sonucuna vardırmıyor. Kozmetik olarak, yüksek binaları, AVM’leri, cep telefonu kullanımı vs. ile benzediğimiz aşikar. Benzemediğimiz yanları saymaya bile gerek yok. En başta demokratik ve sivil haklar alanındaki geriliğimiz geliyor. Yıllardır Kürt sorununu bırakın çözmeyi, varlığını bile reddeden tutumuyla, ikide bir yaptığı askeri darbeleriyle TC’nin ahvali ortada.
Geriden gelmekle beraber TC’nin nerdeyse rezonansa geçerek, Batı ile beraber aynı anda gerçekleştirdiği bir “başarısı” var ki ne kadar vurgulansa azdır: neoliberalizmin tesisi. Malum, 1979’da İngiltere’de Margaret Thatcher başbakan, 1981’de ABD’nde Ronald Reagan başkan seçilir. Bizde de 24 Ocak 1980 kararlarıyla iktidara gelen ve de ardından darbe sonrasında sultanlaşan Turgut Özal. Hepsi Hayekçi, hepsi neoliberalizmi tesise memur. Hepsi de başarılı!
Gerisi de malumumuz. Dünya ekonomisinin başını çeken ABD’nin, İngitere’nin, AB’nin hali ortada. 2007 Depresyonu’nun kalıcılığını sahibinin sesleri olanlar bile teslim ediyor. Krizin derinliği ekonomiyi yönetenler nezdinde tam bir telaş ve panik yaratmış durumda.
Bu global krizin nedenlerini değişik yazılarda dile getirdik. Fakat, benzer nedenlerin Türkiye ekonomisinde nasıl tezahür ettiğine, yeni yeni ortaya çıkan ve geleceği belirleyecek bazı karakteristik eğilimleri de dikkate alarak, değinmemiştik.
Kısaca belirtelim. Artık gizlenemeyecek biçimde ortaya çıkan eğilimlerin başında istihdamın temposu ve kompozisyonu geliyor. Diğer eğilim ise kredi yükünün aşırı şişmesi. Her iki eğilimin de yaşadığımız global krizi doğuran yapısal nedenlerle ilişkili olduğunu ve ABD’nde 2007 öncesinde son derece barizleştiğini hatırlatmak isterim.
2012 Ekim’i itibariyle TÜİK’in yayınladığı istihdam verilerine göre daha bir yıl öncesinde Hizmetler toplam istihdamın %48’ine tekabül ederken, şimdi %49,3 seviyesine erişmiş. Bu durum Hizmetler sektörünün bütün sektörleri geride bırakarak %6,9’luk bir tempoyla büyümesi ile sağlanmış. Aynı dönem içinde Sanayi sektörünün toplam istihdam içindeki payının azaldığını ve istihdam miktarının artışının sadece %1,6 seviyesinde olduğunu da belirtelim. Medyada, akademik çevrelerde özellikle sanayi sektöründeki gelişmelere bakarak istihdamsız büyüme şeklinde adlandırılan bu olgu 2007 öncesi ABD ekonomisinde yaşananın tekrarıdır. Neoliberalizmin bu yanını arkadan yakalayabilmişiz!
Yapısal ve kırılgan, adeta krizi orta dönemde kaçınılmazlaştıran bir eğilimle karşı karşıyayız: Hizmetler sektörünün geneli olmasa bile ticaret, devlet, finans vb. alt sektörleri üretimle iştigal etmeyen ekonomik faaliyetleri kapsar. Dolayısıyla bu sektörlerin maddi varoluşları, büyüme potansiyelleri fiilen üretim faaliyetinde bulunan (sanayi, tarım, inşaat vb. gibi) diğer sektörlerin gelişimine, o sektörlerden aktırılacak artık değere bağımlıdır. Dolayısıyla, sanayi ve inşaat canlı emek kullanımı bakımından tökezlerken, hem tarım hem de sanayii toplam istihdam payları itibariyle azalırken Hizmetler sektörünün ilelebet büyüyeceğini, istihdam yaratarak işsizlik sorununa derman olacağını ummak ya nayifliktir ya da cehalet.
İkinci eğilimden de kısaca bahsedelim. 2008’le karşılaştırıldığında, TCMB verilerine göre Ferdi Kredi ve Kredi Kartı Borçları’nı ödeyemeyen kişi sayısının 3 misli arttığını, 1 milyona yaklaştığını biliyoruz. Özel sektörün kredi borcu ise 134 milyar dolara erişmiş. Bu düzeydeki kredi yükünün, biriken ve hiçbir zaman ödenemeyecek borçlanmanın yarattığı kırılganlığın nelere gebe olabileceğini diğer kapitalist ülkelerden biliyoruz. Bu olgu da 2007 öncesi ABD ekonomisinde yaşananın tekrarıdır. Yani, neoliberalizmin bu yanını da arkadan da olsa yakalayabilmişiz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.