Erkenden kalktım. Annem “çingeneler gidiyor, hadi bakalım” dedi. Bizim köyde de at arabaları vardı ama bunlarınki çok güzel görünüyordu. Bir ev gibi süslemişler. Kapılarında dantelli çıngıraklar, atlarının üzerinde bizim evde bile olmayan kumaş giysiler. Kocaman bir yay şeklinde arabalarının üzerine geçirdikleri çadırlar. Kırbaçlarında çınar yaprakları. Kafalarında Kastamonu şapkaları. Karmakarışık saçları ve kirli yüzlerinin hemen altına […]
Erkenden kalktım. Annem “çingeneler gidiyor, hadi bakalım” dedi.
Bizim köyde de at arabaları vardı ama bunlarınki çok güzel görünüyordu. Bir ev gibi süslemişler. Kapılarında dantelli çıngıraklar, atlarının üzerinde bizim evde bile olmayan kumaş giysiler. Kocaman bir yay şeklinde arabalarının üzerine geçirdikleri çadırlar. Kırbaçlarında çınar yaprakları. Kafalarında Kastamonu şapkaları. Karmakarışık saçları ve kirli yüzlerinin hemen altına taktıkları yoğurt çiçekleri. Ne güzel çocuklardı onlar.
Çingeneler geliyor köye. Bütün köylü sevinçle onların geçişini izliyor. Resmi geçit gibi. Hiçbir çingenenin gözünde korku yok. Gülümseyerek bakıyorlar önlerine.
Bizim gözlerimiz süslü arabaların üzerindeki kızlarda. Ne kadar da güzeller. Kimi öpücük gönderiyor, kimi makas alıyor uzaktan.
Arabacı şapkasını çıkarıp sallayarak selamlıyor el sallayan bizleri.
Koro halinde bir ses yükseldi “Irazın hacının kahfesi”nin önünden. “Çingene çit çit, arkası bit bit. Bir sokum ekmek, kapı kapı gezmek.”
Hacemmi yola yürüdü. Paltosunu çıkarıp omzuna attı ve çocuklara “Ulan bitsiz biriniz var mı, dağılın” dedi.
Ben de arabaların arkasından koşarak oraya gelmiştim.
Hiçbir çingenenin gözünde kırılma, gücenme, darılma yoktu. Aşağı yukarı 20 arabadan oluşan kafilenin en ardındaki en süslü arabadan her tarafa yoğurt çiçeği atmaya başladılar etrafa.
Vakit öğlene dönüştü. Bu anı kaçırmak istemeyen imam namazı iptal etti. Pazartesi öğle namazı kılmak şart değilmiş.
“Bu çiçekler sizin toprağınızda yetişti” diye bağırıyordu en arka arabanın en arkasındaki Kastamonu şapkalı, kırmızı gömlekli, sarı kravatlı delikanlı. Şaklabanlık yapıyordu, “Kızmadık, bekliyoruz, sizi seviyoruz” dercesine.
Belediye yer gösterdi onlara. Kasabanın en güzel düzlüğüne çadırlarını kurdular. Kalay körüklerini, elek tezgahlarını ve fal bakma kulübelerini kurdular.
Akşam oldu. Kasabalı onlara yemek götürdü. Gençler süslü arabaların üzerinde el sallayan çingene kızlarını görmek için oraya hücum ettiler.
Babam belediye başkanıydı. Anneme “misafirler için mantı yapmak gerek, yapabilir misin” dedi.
“5 yumurta gönder Servetle, ben hazırlarım” dedi annem.
Servet abim dudağında yoğurt çiçekleri olan kızı görmek için çingene obasına gitmiş. Babam elime bir kesekağıt verdi, “Dikkat et içinde yumurta var kırılmasın, annene götür” diye.
Akşam çingene beylerine yemek verdiler.
Ertesi gün hepimiz oradaydık. Kabımızla kacağımızla. En çok da dudağında yoğurt çiçeği olan o kara kuru kız.
O gün ne çok çingene olmak istemiştim.
Şimdi Demirelci babama faşist denilebilir mi?
Bu halk ırkçı, gerici olabilir mi?
Şimdi bu yörük köyüne ne diyeceğiz?
Ne derseniz deyin .
Çingenelerimizi çok özledim.
Bir de o saçları karmakarışık kirli yüzlü kızın arabanın arkasından bakışlarını.
Bu bakışları bulursam anneme göstereceğim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.