Kürt sorunu Türkiye halklarının ortak sorunudur ve bu halkların sosyalist, demokrat, ilerici kesimleri AKP’yi zorlayan tarafta olmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır AKP karşısındaki tek muhatap Kürtler olamaz, olmamalıdır. Çünkü bu, Türkiye halklarının ortak sorunudur ve sosyalist, demokrat, ilerici kesimler AKP’yi zorlayan tarafta olmak gibi bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadır. “PKK’ye silah bıraktırma hedefiyle başlayan …” AKP, […]
Kürt sorunu Türkiye halklarının ortak sorunudur ve bu halkların sosyalist, demokrat, ilerici kesimleri AKP’yi zorlayan tarafta olmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır
AKP karşısındaki tek muhatap Kürtler olamaz, olmamalıdır. Çünkü bu, Türkiye halklarının ortak sorunudur ve sosyalist, demokrat, ilerici kesimler AKP’yi zorlayan tarafta olmak gibi bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadır.
“PKK’ye silah bıraktırma hedefiyle başlayan …” AKP, yaklaşık beş aydır Abdullah Öcalan’la sürdürdüğü görüşmeleri on gün önce bu cümleyle başlayan açıklamalarla basına servis etti. Ve Kürt sorununda “yeni”(1) bir evreye girildi.
Sonda söyleneceği ilk başta söylemek gerek: Tayyip Erdoğan, dolayısıyla AKP, bu süreci Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlamak üzere başlatmamıştır ve bu sürecin sonunda da Kürtlerin demokratik taleplerini karşılamayı amaçlamamaktadır. Ancak bu sürecin ilerleyişi içerisinde AKP’nin Kürt siyasi hareketinin talepleri karşısında zorlanacağı ve bu talepler doğrultusunda “kaçınılmaz” geri adımlar atacağı da görülmelidir.
Tayyip Erdoğan’ın bu süreçteki bakış açısını anlamak için birkaç örnek yeterli olacaktır. Diyor ki “siyasetçilerin eli ayağı olan devletteki ajanları temsilciler vardır, bunu yaparlar. Adayla da görüşür, adanın kanaatlerini alır, adanın düşüncelerini alır sorgular. Anlaşmalar yapılıyor diye konuşuluyor, Ada’daki bırakılacakmış… Ada ile görüşmede biz asla bir görüşme yapmayız ama görüşme yaptırırız.” Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği “ada”, bir şahıs mı, bir nesne mi belli değil! Abdullah Öcalan’ın ismini telaffuz etmemek bile “çözüme” ilişkin bir bakış açısının yansıması.
Bir diğer örnek, görüşmeleri sürdüren şahsın kimliği ile ilgili; İstihbarat Teşkilatı’nın Başkanı. Çözümü nerede görüyorsanız, muhatabı da (sürecin en başından itibaren) buna uygun belirlersiniz. Yeni Anayasada eşit vatandaşlığın yer alıp almamasında, ana dilde eğitimin olup olmamasında muhatap MİT midir?(2) Tayyip Erdoğan, bu sorunu hala bir siyasi sorun olarak görmüyor. Ama hakkını yememek lazım, terör sorunu olarak görmekten de bir adım ileri gitmiş! Diyor ki “İstihbarat teşkilatı sadece terörle mücadelede kullanılmaz, asayişte de kullanılır.”
Kısacası Tayyip Erdoğan’ın bu sürece nasıl baktığı bellidir, üstelik Kürt sorununun çözümüne ilişkin sicili de “kirli”dir. 30 yıldır süren bu savaşın 10 yılı AKP iktidarında yaşanmıştır. Bir örnek de “sicil”den vermek yararlı olur. Hatırlanacağı gibi Mart 2009 yerel seçimlerinden önce AKP yine bir “umut” beklentisi yaratmış ve PKK de seçimden dört ay önce Aralık 2008’de ateşkes ilan etmişti. Ancak çok değil seçimden onbeş gün sonra 12 Nisan’daki Habur karşılamasını(3) gerekçe gösteren iktidar, 14 Nisan’da KCK operasyonlarını başlattı. Hala devam eden bu operasyonlarda 8 binin üzerinde (13 bin iddiası da mevcut) Kürt siyasetçi cezaevlerine konmuş durumda.
Abdullah Öcalan’la görüşmelerin beş aydır sürdüğü belirtiliyor. Bu durumu sağlayan asıl etken Kürt siyasi hareketinin, Oslo sonrası süreç de dahil olmak üzere gösterdiği dirençtir. Özellikle Kürtçe savunma hakkı diretmesi ve cezaevinde başlatılan açlık grevleri bu direncin kritik halklarıdır. Ancak AKP’nin zamanlama açısından bu süreçten “özel” beklentileri olduğu da göz ardı edilmemeli. Ayrıca ABD’nin görüşmelerin yapıldığının duyurulmasından hemen sonra “PKK ile mücadelede başka çözüm yöntemlerini de desteklediğini”(4) açıklaması da dikkate alınmalı.
AKP için “zamanlamanın” kritik önemi var. Zamanlama, ülkenin iç gündeminde ve dış politikada olmak üzere iki ayrı düzeyde değerli. Dışarıda Suriye ve Irak. Suriye’de PYD, içinde bulundukları ittifakın muhaliflerin safına katılmasıyla dolaylı olarak da olsa Esad yönetiminin karşısında yer almaya başladı. PKK ile ilişkili Kürtlerin bu esnek tutumu, ister Esad’lı isterse Esad’sız bir Suriye geleceğinde (Irak’taki gibi) Türk sınırına bitişik bir Kürt federal bölgesinin ortaya çıkmasında önemli bir siyasi aktör olmayı sağlayacak. Suriye’ye müdahale planları yapan (doğrudan müdahale etmese bile Suriye’nin geleceğinde önemli bir aktör olmak isteyen) AKP’nin bir de oradaki Kürtlerle “arayı bozması” hiç işine gelmese gerek!
Irak’ta ise işler daha karışacak gibi. Irak’ın merkezi bütünlüğünün parçalanmaması için Talabani zorla hayatta tutularak uzatmalar oynanıyor. Talabani, Almanya’da bir hastanede makineler sayesinde her öldüğünde yeniden diriltiliyor. Çünkü öldüğünün açıklanması Irak’ta bir kaos yaratacak. Ve ilk “merkezkaç” adım Barzani’den gelecek. Bu arada ilginç bir gelişme daha yaşandı; Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) Türkiye üzerinden doğrudan dünya pazarlarına ham petrol ihracatına başlatıldığı duyuruldu. Şimdilik küçük ölçekte de olsa bu ihracatın büyümesi için güvenliğinin garanti altına alınması gerek.(5)
İçerde de AKP için kritik günler yaklaşıyor. İlk aşamada yeni Anayasa var. Haziran ayını son tarih olarak verdiler. Kürtleri (bir şekilde de olsa) memnun etmeyecek bir Anayasa’nın tüm ülkeye yayılacak bir “huzursuzluğun” yanında AKP’nin “o bölgeden” tamamen silinmesi anlamına da geleceği açık. İkinci aşamada ise “seçimler” sürecine girilmiş olması var. Yerel seçimlere yaklaşık bir yıl kaldı. Daha önceki deneyimlerden biliniyor ki yerel seçimler öncesi ortamı yumuşatmak, genel seçimler öncesi ise ortamı germek AKP’nin işine daha çok geliyor. Ayrıca cumhurbaşkanlığı seçiminde olası bir CHP-MHP ortak adayı karşısında Kürtler için tercih edilebilir olmak da Erdoğan için önemli olsa gerek! Ancak bu sürecin 1-1,5 yıl “sorunsuz” yönetilebilmesi ise AKP açısından en büyük zorluk olacaktır.
Daha fazla uzatmadan, bu “yeni” süreç de uzun sürecektir ve mutlaka düz bir çizgide ilerlemeyecektir. Ve AKP, Kürt sorunu için bir şeyler yapacaksa bunu istediği için değil, zorunda kaldığı için yapacaktır. Ve bu sürecin AKP karşısındaki tek muhatabı da Kürtler olamaz, olmamalıdır. Çünkü bu sorun Türkiye halklarının ortak sorunudur ve bu halkların sosyalist, demokrat, ilerici kesimleri AKP’yi zorlayan tarafta olmak gibi bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadır.
* * *
Diğer yandan ülkenin “olağan” gündemlerinde bir değişiklik yok. Resmi açıklamalara “iş kazası” olarak geçen seri ve toplu işçi cinayetleri tüm hızıyla devam ediyor. Yeni YÖK yasası AKP’nin elinde pimi çekilmiş bomba olarak Meclis gündeminde uygun fırsat bekliyor. Eğitimde yürürlülüğe konulan 4+4+4 yasası, başta kız öğrencilerin eve kapatılması olmak üzere, eğitim sürecinin her aşamasını dinamitliyor.
En son Zonguldak Kozlu’da 8 maden işçisi öldürüldü. En son denetimde tutulan raporu inceleyen ve Kozlu’yu denetleyen Sayıştay Müfettişleri TBMM KİT Komisyonu’na gönderdikleri raporda şu yorumu yapmış:
“Kömür havzasının ve özellikle taş kömürü havzalarının, kömürleşme sürecinin bir sonucu olarak yüksek oranlarda metan gazı içerdiği, ocakların derinleşmesi ile gaz içeriklerinin arttığı bu şartlarda faaliyet göstermenin tek koşulunun ise iş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin kurallar ve hükümlere titizlikle uyulmasının olduğu aşikardır. Gerek Müessese yetkilileri ve yapı denetim elemanları, gerekse Kurum İş Güvenliği ve Eğitim Daire Başkanlığı Denetim Şube Müdürlüğü elemanları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı Müfettişlerince Firma İşyerlerinde yapılan denetimler sonucu düzenledikleri Rapor ve Tutanaklardan firmanın iş güvenliğine yönelik alınması gereken önlemler konusunda da hassasiyet göstermediği, bu arada vahim bir olayla karşılaşılmamasının tamamen tesadüf olduğu görülmektedir…”
Katili uzakta aramaya gerek yok. Katil taşeron sisteminin kendisi ve katil aynı zamanda bu sistemin içerisinde. Katil bu taşeron sistemini yerleştiren AKP iktidarı. Katil bu taşeron sisteminin bekçiliğini yapan başta Çalışma Bakanları olmak üzere AKP kadroları. Son üç yılda 300’den fazla maden işçisi öldürüldü. Ne diyordu Başbakan? “Madenciliğin kaderinde bu var.” Yani madenciysen kaderinde ecelinle ölmek yok, göçükte ölmek var. Ekliyordu o zamanki Çalışma Bakanı, şimdiki Milli Eğitim Bakanı, “onlar güzel öldüler”. Başbakanlığın, bakanlığın kaderinde ne var? Onlar da “güzel” ölmek istemezler mi?
Ancak bu düzen böyle devam etmez! Taşeron sisteminin kendisi, kendisini yok edecek sınıf hareketini de doğuracaktır. Son döneme yayılan taşeron direnişleri bunun ilk habercileri olarak kabul edilmeli. Bu sürece iradi müdahalenin getirdiği başarılı sonuçlar ortada. İlkin 2010’da “cılız” bir inisiyatifle gerçekleştirilen “asgari ücret” mücadelesi, 2011 ve 2012’nin aralık ayınlarında tüm ülkenin gündemi haline getirildi.
Ülke gündemine sokulan bir başka direniş ise ODTÜ’den başlayan ve tüm üniversitelere yayılan Tayyip karşıtı, AKP karşıtı eylemler oldu. Tayyip Erdoğan ve yalakaları istedikleri kadar köpürsünler, üniversiteler onlara dar edilecek. Üniversite içinde onlara rahat yok. Örnek mi? ODTÜ Yerleşkesi içerisinde yer alan Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu her yıl üniversite içinde gerçekleştirdiği toplantının yerini değiştirdi. Toplantı 15 Ocak günü saat 14.00’da Vilayetler Evi’ne alınmış. Gerekçe mi? ODTÜ’nün “bilim yuvası özelliğini kaybetmesi”…
Ancak “ODTÜ’de yanan ateşle içimizi ısıtmak güzel fakat; o ateşi yaymak gerek”. Nereye mi? Elbette toplumun her kesimine ve elbette ki yeni saldırı hamlelerinin karşısına. AKP’nin yeni saldırı hamlesi ise yeni YÖK yasa tasarısı. Kuytuda yatmış bekliyorlar, gündemin durulmasını, puslu havanın çökmesini.
Eğitimde yaptıkları, yapacaklarının kanıtı zaten. 4+4+4 kesintili eğitim sistemi ile birlikte uygulamaya konulan açıktan eğitimin, kız çocuklarının okullardan alınarak evlere kapatılmasına yol açacağına yönelik tepkiler çok değil daha ilk dönem bitmeden haklı çıktı. Kaynak doğrudan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer. 136 bin 115 öğrenci örgün eğitimden ayrılıp açık liseye geçti. Bunların neredeyse tamamının kız öğrenciler olduğunu eklemeye gerek var mı? Örgün eğitimde kalan kız öğrenciler arasında ise tam zamanlı türban takma “modası”(6) her geçen gün genişliyor.
130 kişiye kadar ulaşan kalabalık sınıflar (Urfa), 5,5 yaşındaki çocukların ciddi yaralanmaları, ücretli öğretmenlerin ekonomik ve sosyal aşağılanmaları artık sıradan vukuatlar haline geldi. Ancak bunları araştırmak, belgelemek ise yasak. AKP’yi ve uygulamalarını kötü gösterecek kanıt aramak bile yasak. Ömer Dinçer o kadar korkmuş olacak ki Halkevleri’nin ve Eğitim-Sen’in ayrı ayrı yaptığı anket çalışmalarını yasakladı. (Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, il milli eğitim müdürlüklerinden okul yönetimlerine ve öğretmenlere gönderilen yazıda, “Anket, röportaj ve bilgilendirme gibi faaliyetlerin yapılmasına hiçbir şekilde müsaade edilmemesi ve gerekli önlemlerin alınması” istendi.) Neden? Toplumsal denetim (halkın müdahalesi) en korktukları şey. Ucubelerini ancak yasaklarla gizleyebiliyorlar.
Ama artık, AKP’nin halkın müdahalesinden kaçışı yok!
Dipnotlar:
1) Bu aşamada yeni olan (şimdilik) tek şey Öcalan’ın ilk kez, AKP tarafından resmi muhatap olarak kabul edilmesi.
2) Dünyadaki örneklere bakmak yararlı olacak. İngiltere Hükümeti ile IRA arasındaki görüşmeleri (10 yıl) sürdüren kişi Başbakan Blair’in sağ kolu Jonathan Powell. Bir süre gazetecilik yaptı. 16 yıl bir diplomat olarak Hong Kong’un Çin’e iadesi ve Avrupa’nın silahsızlandırılması konularında çalıştı. Babası ve diplomat ağabeyi IRA tarafından yaralanmıştı. İspanya Hükümeti ve ETA arasındaki görüşmeleri sürdüren kişi ise insan hakları avukatı Brian Currin. Güney Afrikalı ve ülkesinin Apartheid rejiminden demokrasiye geçişine tanıklık etti. Mandela’nın isteğiyle hapishanelerdeki ihlalleri denetleyen komitenin başkanlığını yaptı. Desmond Tutu’ya ‘Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’ (Zulüm görmüş kişilerin hikâyelerinin dinlendiği komisyon) kuruluşunda eşlik etti. Sri Lanka krizinde de, Rwanda’daki soykırımda da, Kuzey İrlanda barış müzakerelerinde de oradaydı. İspanya Hükümeti heyeti ile ETA heyetinin 2006 yılında Ankara’da yaptığı görüşmede de vardı.
3) “Habur meselesi”nde, esas olarak, süreci olumlu yönde yönetmeyen ve hatta bunu “fırsat”a dönüştüren AKP sorumludur. (Kürtlerin “yanılgı ve yetersizlikleri” ikinci planda kalmaktadır.)
4) Burada asıl vurgu “PKK ile mücadelede” yoksa “Kürt sorununun”da farklı çözüm yöntemlerinde değil.
5) “Türkiye bölgesel ve ulusal güç olma isteğini her defasında ifade ediyor. Ama bir gerçek var ki içeride sorun varken. küresel güç olamazsınız. Bu nedenle sorunu öteleme şansına sahip değilsiniz. Bakın Irak ile ticaret hacmimiz 10 milyarı buldu. Bunun 9 milyar dolarını Kuzey Irak ile gerçekleştiriyoruz. Beş yılda 25 milyar dolara çıkabilir. Kuzey Irak’a giderseniz Türkiye görürsünüz. Suriye’deki Kürtlerin çoğu Türkiye’dekilerin akrabası. Suriye’deki Kürtlerin de yüzü Türkiye’ye dönük ve Araplar ile sorunlu. Araplar için de Kürtlerden ayrılmak en doğru tercih olabilir. Türkiye böyle bir sürecin sonucunda bölgesel ve küresel güç olur. Hem ekonomik hem de siyasal anlamda.” Galip Ensarioğlu, AKP Diyarbakır milletvekili.
6) Türbanı bir “kılık kıyafet tercihi” olarak görmenin yanlışlığı bu tür uygulamalarda giderek belirginleşiyor.