Büyük Ortadoğu Projesi, sadece kapitalist güçlerin Ortadoğu’nun enerji yataklarına el koymak için oluşturulmadı, esasen dünya küresel kapitalist sisteminin 21. yüzyılın ekonomik, politik ve ideolojik yapılanmasına uygun ‘yeni’ toplumsal sistemler oluşturma stratejisidir. Bu nedenle ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ya da ‘Yeni Ortadoğu’ ismi ile adlandırılan politikalar, küresel kapitalist güçlerin, dünyayı yeniden dizayn etmesine yönelik stratejik projelerinden biridir. […]
Büyük Ortadoğu Projesi, sadece kapitalist güçlerin Ortadoğu’nun enerji yataklarına el koymak için oluşturulmadı, esasen dünya küresel kapitalist sisteminin 21. yüzyılın ekonomik, politik ve ideolojik yapılanmasına uygun ‘yeni’ toplumsal sistemler oluşturma stratejisidir. Bu nedenle ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ya da ‘Yeni Ortadoğu’ ismi ile adlandırılan politikalar, küresel kapitalist güçlerin, dünyayı yeniden dizayn etmesine yönelik stratejik projelerinden biridir.
ABD’nin önderliğinde gerçekleştirilen ve dünyanın bir bütün olarak sömürgeleştirme stratejisi ekseninde Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmesi ile bölge coğrafyası, uluslararası güçler arasında pazar paylaşım rekabetinin odağı haline geldi. Askeri güç kullanılarak devam ettirilen bu proje, tersten Ortadoğu’da büyük patlamalara yol açmış bulunuyor. Bu bakımdan kesintisizce devam eden küresel işgal projesinin ortaya çıkaracağı politik sonuçları, şimdiden kestirmek son derece zor görünüyor. Çünkü uygulanmak istenen her plan; hem kendi içinde karşıtını doğurur hem de söz konusu planda hesapta olmayan yeni politik süreçler yaratır. Bu durum kaçınılmaz olarak, bölgesel ilişkilerde ortaya çıkan veya çıkacak olan yeni süreçler, toplumsal değişimde çok daha farklı bir etkide bulunur.
‘Ortadoğu’nun küreselleştirilmesi’ politikası, dünya kapitalist sisteminin en önemli stratejilerinden birini oluşturmaktadır. Ortadoğu’nun merkeze dâhil edilmesi yani küresel sisteme çekilmesi için askeri güç dâhil bütün araçlar kullanılmaktadır. D. Harvey, Ortadoğu’nun küresel işgalinin petrolle olan ilişkisini açıklarken söz konusu ettiğimiz noktaya özel bir vurgu yapmaktadır: “…Ortadoğu’da askeri müdahaleye zorlayan etmen de, bu bölgedeki petrol kaynakları üzerinde daha sıkı bir denetim kura¬bilme arzusudur. Bu tür bir denetim kurma ihtiyacı, Carter dokt¬rininden bu yana derece derece arttı. Söz konusu doktrin, Orta¬doğu petrollerinin küresel ekonomiye kesintisiz bir biçimde ak¬masını sağlamak için ABD’nin gerektiğinde askeri müdahaleye hazırlıklı olması gerektiğini”(1) söylüyordu. Bölgenin savaş alanına çevrilmesi, aynı zamanda küresel güçlerin stratejik çıkarlarıyla uyumlu görünüyor. 1900’lerden sonra özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın çıkarlarına uygun olarak belirlenen politik denklem, artık tarihsel işlevini doldurmuş bulunuyor. Küresel güçlerin ihtiyaçlarına yanıt veren bir kısım stratejilerin devreye konulması için, bugüne kadar uygulanan politikaların terk edilmesi anlamına geliyor. Bu durum, bölgede çok kapsamlı politik bir istikrarsızlığa yol açmakta ve tek tek ülkelerde yaşanan savaşlar, aynı zamanda bölgesel savaşa nesnel bir zemin oluşturmaktadır. Libya’dan sonra Suriye’ye yönelik izlenen askeri savaş politikası bunun somut bir örneği olarak karşımızda duruyor. Böylelikle küresel sistem güçleri, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi için bölgenin uzun bir süre çok ciddi bir politik kaos ve savaş süreci içine girmesini göze almış bulunuyorlar.
E. Edelman da kendisi ile yapılan bir söyleşide, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Bush veya her hangi bir başka yönetimin projesi olmadığını, önümüzdeki 20 yıl içerisinde kim başkan olursa olsun, ABD’nin uluslar arası politikaları bakımından zorunlu olarak uygulayacağı bir strateji olduğunu özellikle belirtmektedir.(2) Bu nedenle Ortadoğu’nun kürselleştirilmesi stratejisi çok yönlü yürütülmektir. Bu strateji izlenirken, bölgesel çapta bir kısım temel değişikliklerin gündeme gelmesi de bir bakıma zorunludur. Sorun Suriye ile kalmayıp, yakın gelecekte, İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail’i kapsayacak bir şekilde bölgede ‘yeni’ politik depremlerin yaşanması kaçınılmaz hale gelecektir. Hatta Cezayir’den Pakistan’a kadar geniş bir bölgede, yeni haritaların ortaya çıkması da artık kaçınılmaz bir durumdur.
Küresel güçlerin belirlediği politikaların hedefinde bölgenin demokratikleştirilmesi bulunmuyor. Bölgenin demokratikleştirilmesi yönündeki açıklamaların çok ciddi bir değeri de yok. Anthony Lake, “Bizim hedeflerimizin en önemlilerinden olan serbest pazarın oluşumu, kitle imha silahlanmanın yayılmasına belli sınırlar getiril¬mesi gibi konularda bizimle tamamen aynı düşünen ılımlı Orta Doğu devletleri kurmaktır.”(3) Savunulan politikanın özü, kapitalist küresel ekonominin bölgenin bir bütününe egemen olması için ‘Ilımlı İslamcı Devletlerin’ kurulmasına dayanmaktadır. ‘Demokratik alanın gelişmesi’ gibi özel bir çabaları da kesinlikle söz konusu değildir. ABD eski dışişleri yetkilisi N. Jersey’in “”Bizler, İslâmi bir yönetimle birlikte yaşamaya hazırız ama bizim hayatî çıkarlarımı¬za yönelik tehlike olmamaları ve bize düşmanlık yapma¬maları koşuluyla. Ortadoğu’daki insan hakları sorununa gelince, onunla ciddi bir kaygımız yoktur” biçimindeki değerlendirmesi de göstermektedir ki, ABD’nin Ortadoğu’nun ‘dönüştürülmesi’ için sıkça başvurduğu ‘insan hakları ve demokrasi’ gibi bir amacı kesinlikle söz konusu değildir. Bugüne kadar sürdürülen ‘İslami devletlerle birlikte yaşama ve destekleme’ politikası da kesintisizce devam edecektir.
Z. Brzezinski, 8 Mart 2004 tarihinde yazdığı bir makalede, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarılı olması için, ABD’nin ayın zamanda bölge devletlerinin de bu sürece katılması gerektiğine özel bir vurgu yapmaktadır. Orta Doğu’nun küreselleştirilmesinin sadece dıştan yapılacak müdahalelerle olamayacağının farkında olan Brzezenski, iç değişimin önemine dikkat çekerken şunları belirtiyor: “Bush yönetiminin bu girişiminin başarılı olması için, bölgesel gerçekliklere daha fazla uyum göstermesi gereklidir. Bu bakım¬dan Amerikan yönetimi şu adımları atmalıdır: Birincisi, program Arap ülkeleriyle hazırlanmalı; sadece onlara, ne yapmaları gerektiğini söylemek yetmez. Mısırlılar ve Suudiler, dinsel ve kültürel geleneklerinin küçümsendiğini hissederlerse, demokrasiye ku¬cak açmaz. Yanı sıra Avrupalılar, işin içine tam anlamıyla katılmalı; planlanan işlerin tarifi ve neyi hedefleyeceği konusunda bölge ülkeleriyle kendi diyaloglarını sürdürmeli…”(4) Ortadoğu’nun ‘demokratikleştirilmesine’ yapılan özel vurguların ciddi bir anlam ifade etmediği küresel barbarların ve onların eksen-uşak ülkelerindeki pratik yönelimlerinde ve bölge devletlerinin siyasal yapısı dikkate alındığında daha net olarak gözlemlenebilir. Ortadoğu’nun merkezi, yani küresel sisteme dâhil edilmesi için söz konusu edilen değişiklikler tamamen propagandaya yönelik olduğu, Afganistan ve Irak işgalleriyle kanıtlandı.
Thomas P.M. Barnett, “…Ortadoğu’yla dünyanın geri kalanını bir¬birine bağlamak yöneticileri değiştirmekle değil, bir şekilde Or¬tadoğu’yu sisteme(küresel sisteme bn.) daha çok dâhil etmekle mümkün olur. Birçok Müslüman’ın, Amerika sistemle bir bağlantı sunsa dahi çeşitli kültürel ve dini nedenlerle sistem dışı kalmayı tercih etmeye de¬vam edeceklerini kabul etmemiz gerekmektedir. Amerika, toplumların dış dünyadan kopuk olmasını tercih eden elit tabakanın koruyucusu değil, sistemle olan bağlantının sağlayıcısı olarak bir imaj edinmelidir.
Birçok Arap’ın Amerika’dan nefret etmesinin gerçek nedeninin petrol ticareti değil, bölgeyle siyasi ve askeri ilişkilerimizin sadece petrol ticaretine dayandığını düşünmeleri olduğuna yürekten inanıyorum. Amerika’nın çok daha fazlasını temsil etmesi gerekmektedir ve belki de savaş sonrası Irak’ta bu kapasiteyi gösterebiliriz. İçimdeki gerçekçi taraf bizi Ortadoğu’ya getirenin petrol olduğunu söylüyor, ancak iyimser tarafsa var olan za¬yıf bağlantıyı gü