Her yıl aralık ayı içinde toplantılar ile alevlenen ardından rutine dönen, asgari ücret gündemi esasında hükümet ve işveren ortaklığı ile işçilerin aylık ne kadar bir ücretle geçinmesi gerektiği -geçinebileceğini değil- belirleniyor. Dikkate alınan sanıldığı gibi, geçinebileceği ücret olsa, herhalde işçilerle dalga geçer gibi yüzde üçlük-dörtlük zam artışından söz edilmez elbette. Ciddi bir çeki düzen verilir. […]
Her yıl aralık ayı içinde toplantılar ile alevlenen ardından rutine dönen, asgari ücret gündemi esasında hükümet ve işveren ortaklığı ile işçilerin aylık ne kadar bir ücretle geçinmesi gerektiği -geçinebileceğini değil- belirleniyor. Dikkate alınan sanıldığı gibi, geçinebileceği ücret olsa, herhalde işçilerle dalga geçer gibi yüzde üçlük-dörtlük zam artışından söz edilmez elbette. Ciddi bir çeki düzen verilir.
Bu nedenle; asgari ücret denilince, çalışanın asgari ihtiyaçları olan gıda, sağlık, barınma, ulaşım gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği beklentisine düşmemek gerekir. Asgari ücret devletin işverenle kafa kafaya verip işçileri yaşamaya mahkum ettiği ücret olarak algılamak sanırım daha doğru olacak.
Asgari ücret komisyonu toplantılarının en içler acısı yönü ise çalışanlar adına Türk-İş’in o toplantılarda bulunması. Bir sürü hesabın, pazarlığın yapıldığı toplantılarda, Türk-İş çarpmanın etkisiz elamanı olan 1 (bir) sayısı gibi sadece sandalye işgal ediyor. İşçi temsilcisinin etkisiz eleman işlevi gördüğü görüşmelerde, eğer devlete karşı “baba devlet” algısı içinde de değilsek her yıl altı aylık dilimler halinde belirlenen bu ücrete bir toplumsal uzlaşma ile varıldığını söylemek de mümkün değil.
Asgari ücretin maksimumu
Diğer taraftan uluslararası sözleşmeler, anlaşmalar “çalışanların kendisinin ve ailesinin insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak adil ücret hakkı vardır” diye yazadursun, insan haklarını, evrensel ilkeleri takan yok. Ülkemizdeki asgari ücret uygulaması ile tüm çalışanlar açlık sınırının altında bir ücretle eşitlenmiş durumda.
İşçiler için asgari olan bu ücretin, işveren cephesinde algısı ve pratiği “maksimum ücret” olarak karşımıza çıkıyor. Pek çok sektörde özellikle tekstilde, asgari ücretin üzerinde çalışan işçi sayısı çok az. Bir sektörde 10 – 15 yıldır aynı fabrikada aynı işi yapan işçinin hala asgari ücretle çalıştırıldığını görmek mümkün. İşverenler için savunma da hazır; “neden daha fazlasını vereyim, devletin bana ‘ver’ dediğini veriyorum, yasalara uygun davranıyorum”.
Her çalışana yaşam ücreti
Asgari ücret çalışanların temel ihtiyaçlarını karşılamadan uzak. Bu nedenle, uluslararası sendikalar ve sivil toplum örgütleri evrensel metinlerdeki tanımı da karşılayan yaşam ücretinden (living wage) söz ediyorlar. İşçilerin ücretlerinin yaşam ücreti düzeyine çıkarılması için çalışmalar yürütüyorlar. IndustriALL Küresel Sendikası yaşam ücretini, insana yaraşır olmasını işin merkezinde olan ve Asya’dan Afrika’ya kadar uzanan bir küresel konu olarak tanımlamaktadır.
Özellikle kadın emeğinin çok yoğun olarak kullanıldığı ve dolayısıyla ücretlerin çok düşük olduğu, sömürünün had safhalara ulaştığı tekstil sektörü living wage kampanyalarının yürütüldüğü sektör olarak öne çıkıyor. En son ve hala güncel olan kampanyalardan biri de dünyanın en büyük giysi tekellerinden biri haline gelen H&M’e karşı yürütülüyor.
Dünyanın en zengin sıralamasında H&M’in sahibi Stefan Persson 26 milyar dolarlık servetiyle 8. sırada yer alıyor. Bu yıl Kamboçya’daki fabrikalarında iki yıl içinde 250’ye yakın işçinin bayıldığı ortaya çıkartıldı. Bu olay H&M’in anavatanı olan İsveç’te bir TV kanalında haber yapıldı. İsveçli sivil toplum örgütü olan Fair Trade Center bu bayılmaların, işçilerin yetersiz beslenme ve yoğun çalışma temposuna dayanamadıklarından gerçekleştiğini, markaların davranış kurallarına uymaları gerektiğini ve ücretlerin 72 dolardan 131 dolara çıkartılması gerektiğini belirtiyor.
Sendikalar ve sivil toplum örgütleri yürüttükleri kampanyalarla işçilere yaşam ücreti verilmesi için uluslararası markaların üretim yaptırdıkları ülkelerde sorumluluk almaları gerektiği vurgusu yapılıyor. İşçilerin ücretlerini sürekli baskılayan düşük maliyet politikalarından vazgeçilmesi için çaba harcanıyor. Yani kısaca; markalar, tatlı kârlarından bir parça fedakarlık etmeye zorlanıyorlar.
Kamboçya’da işçilerin insan onuruna yaraşır bir hayat sürmeleri için gerekli olan miktar sadece 59 dolar. Peki ortalıkta bu kadar çok araştırma ve rakamlar dolanıyorken sizce Türkiye’de insan onuruna yakışır bir ücret ne kadar? Ülkemizde, yoğun çalışma temposuna dayanamayıp bayılan işçiler yok mu, bunu araştıran var mı ya da hemen hemen herkesi ilgilendiren sefalet altı bu ücret için yakınma yerine çalışma/kampanya yürütmeyi önüne koyan bir sendikanın ya da sendikal anlayışın, çalışanlar nezdinde güvenilirliği ve meşruluğu artmaz mı? Yoksa sendikalar, toplam çalışanların yüzde 3 ya da 4’üne denk gelen işçiler için yaptıkları toplu sözleşmelerle görevlerini yerine getirmiş olmanın rahatlığı içindeler mi?