“Cumhuriyetçi Muhalefet” ile “Kürt Muhalefeti” arasındaki pratik uçurum aşılabilir mi? Bu soru, kelimenin geniş anlamıyla “sol”da kafaları giderek daha fazla meşgul etmeye başladı. Ergin Yıldızoğlu ve Merdan Yanardağ, her iki muhalefet odağının “aynı hakikat rejimine ait” veya “aynı değerlere bağlı” olmalarının bu uçurumun aşılmasına temel oluşturabileceğini yazdılar. Bu önemli bir gerçek. Ancak bu gerçekliğin iki […]
“Cumhuriyetçi Muhalefet” ile “Kürt Muhalefeti” arasındaki pratik uçurum aşılabilir mi? Bu soru, kelimenin geniş anlamıyla “sol”da kafaları giderek daha fazla meşgul etmeye başladı.
Ergin Yıldızoğlu ve Merdan Yanardağ, her iki muhalefet odağının “aynı hakikat rejimine ait” veya “aynı değerlere bağlı” olmalarının bu uçurumun aşılmasına temel oluşturabileceğini yazdılar.
Bu önemli bir gerçek. Ancak bu gerçekliğin iki muhalefet odağının pratik ittifakını üretmek için yeterli olmadığı da biliniyor, hissediliyor. Çünkü her iki muhalefet odağı da bir diğerinin ifade ettiği stratejik-politik bağlamın kendi “somut politik amacıyla” çatıştığı kanısını taşıyor.
Her iki taraftan diğerine doğru bakıldığında tablo şöyle görünüyor:
Kürt ulusal özgürlük hareketinden baktığımızda; Cumhuriyetçi Muhalefet’in modernizmi, sekülarizmi, bağımsızlıkçılığı, “Kemalist Cumhuriyet”in kurtarılması amacında somutlaşıyor. “Kemalist Cumhuriyet”, Kürt hareketi için, Kürtleri bir hak öznesi olarak tanımayan, dışlayan ve Türklüğe asimile etmeyi amaçlayan ırkçı bir devlet. Cumhuriyetçi muhalefetin ana izleği de bu algıyı haklı çıkaracak çok sayıda kanıt sunuyor. Dolayısıyla bu cepheden bakıldığında, “modern, seküler ve bağımsız” bir devlette yaşamak için Cumhuriyetçi Muhalefet’le aynı politik zemini paylaşmanın Kürtlere maliyeti, kollektif bir siyasi özne olarak varlıklarının reddini sineye çekmek olarak görülüyor.
Cumhuriyetçi muhalefetin ortalama algısıyla baktığımızda; Kürt ulusal özgürlük hareketinin modernizmi, sekülarizmi, bağımsızlıkçılığı “Kürt halkının kendi siyasi iradesini özgürce oluşturma ve kullanma” amacında somutlaşıyor. Cumhuriyetçiler, “Kürtlerin siyasi özerkliğini”, ancak bir “merkezi-üniter devlet” olarak varolabilecek Kemalist Cumhuriyet’in reddi olarak görüyorlar. Dolayısıyla Cumhuriyetçiler için modern, seküler ve bağımsız bir devlet olarak “Cumhuriyet”i kurtarmak için Kürt hareketiyle aynı zemini paylaşmanın maliyeti, üniter devletten vazgeçmek. Bu onlar için “ulusal egemenliğin” (yani siyasi bağımsızlığın ve modern-yurttaş toplumunun) üzerinde sürdürülemeyeceği bir “kumdan zemin” anlamına geliyor.
Ortadoğu’nun siyasi sahnesini oluşturan yeni aktörleri içerisinde şimdiden edindikleri yer ve konum, Kürtler için kendi siyasi iradelerini tanımayan ve içermeyen bir Cumhuriyeti artık tahammül edilemez hale getiriyor. Cumhuriyetçiler ise AKP iktidarını tasavvur ettikleri “Kemalist Cumhuriyet” kavramından vazgeçerek yıkma fikrine hiç mi hiç hazır değiller.
Bununla birlikte, Kürt ulusal özgürlük hareketi Cumhuriyetçi muhalefetin somut politik amacıyla arasındaki bu çelişkiyi çözmek için “teorik hazırlığını” aslında uzun bir zaman önce yaptı. Cumhuriyetçilerin “Kemalist Cumhuriyete” yükledikleri “ideallerin” bugünün Ortadoğu gerçekliği içinde yaşatılabilmesi için Türklerin ve Kürtlerin yeni bir “kurucu ortaklık” oluşturmaları gerektiği yıllar önce bizzat hareketin lideri Abdullah Öcalan tarafından ortaya konuldu. Öcalan’ın yayınlanan birçok yazısında ve görüşme notlarında, Kürtlerin kendi kaderlerine egemen olabilmelerinin en mantıklı ve güvenilir yolunun Türk, Kürt ve Arap demokrasilerinin belirleyici olduğu demokratik bir Ortadoğu sisteminin inşaası olduğuna işaret eden çok sayıda açık ve örtük ifade yer alıyordu.
Çok uzun bir süre Genel Kurmay tarafından yönlendirilen (önemli ölçüde güdümlenen) “Cumhuriyetçi muhalefet güçleri” ise, TSK’nın Kemalist Cumhuriyeti “koruyup kollayacağına” (ve de kendilerini iktidara taşıyacağına) o kadar emindiler ki, bırakalım Kemalist olanını, salt Cumhuriyeti “kurtarmak” için dahi Kürtlere muhtaç olacakları bugünkü durumu akıllarının ucundan bile geçirmediler.
Ancak TSK’nın bir “NATO Ordusu” olduğu ve ABD emperyalizminin Türkiye’nin sömürge tipi faşizmini Ortadoğu’ya ilişkin yeniden sömürgeleştirme ve paylaşım stratejisine bağlı olarak şekillendirmesinde “kurucu” bir unsur olarak AKP iktidarıyla müttefik hale gelmek zorunda olduğu gerçeğiyle acı bir biçimde yüzyüze geldiler. İşte bu noktadan sonra Cumhuriyetçi aydınlar arasında AKP iktidarına karşı siyasi mücadeleyi “Cumhuriyeti yeniden kurma” sorunu olarak ele alan “sol” yaklaşım duyulur hale gelmeye başladı. Merdan Yanardağ’ın Yurt’ta yayınlanan “Cumhuriyetçi muhalefet ve Kürt sorunu” başlıklı yazısında kullandığı bu kavramın üstüne mim koymalıyız. Cumhuriyetçi muhalefetin Kürt muhalefeti ile arasında olumlu bir ilişkinin kurulabilmesi açısından “Cumhuriyeti yeniden kurma” kavramı etkili başlangıç noktalarından biri olabilir
.
Ancak bu noktada “yeniden kurma” ile “güncelleme”nin aynı anlama gelmediğinin altını çizmekte yarar var. Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü burjuva devrimi sürecinin ve 1.Dünya Savaşı sonrasının konjonktürünün damgasını taşıyan Kemalist Cumhuriyet’in “21.yüzyılın Ortadoğu ortamına güncellenmesi” ne olanaklı, ne de Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunlar için “çözücü” bir yaklaşımdır. Sykes-Pikot anlaşmasıyla başlayıp Sevres’le nihai biçimini kazanan ve Osmanlı Kürdistanı’nı önce ikiye daha sonra üçe bölen Emperyalist paylaşıma Lozan’da boyun eğilerek şekillendirilen Türkiye Cumhuriyeti, bugünün “Cumhuriyetçiliği” için bir “stereotip” olarak kabul edilemez. Bugün, Türkiye’yi “yeniden kurma”yı önüne koyan “Cumhuriyetçi” bir siyasi programın, Ortadoğu’nun bütününe ilişkin bir bağımsızlık ve demokrasi programı çerçevesine oturtulması zorunludur. Bu ise Ortadoğu demokrasisinin en önemli iki dinamiğini oluşturan Kürt ve Filistin ulusal hareketlerinin ilerici demokratik özneleriyle ortak bir hareket zeminini üretmeyi, Ortadoğudaki ABD-İsrail-Gerici Arap Ülkeleri üçgeninin karşısına konulacak “ilerici-demokratik bir Ortadoğu Bloku”nu hedeflemeyi zorunlu kılar.