kadınlara yönelik şiddet, sapıkların, sapkınların, ruh hastalarının işi değil, bir egemenliğin sürdürülmesinin, yani bir sistemin aracı siz de fark etmişsinizdir, son yıllarda türkiye’de kadına yönelik şiddet ve binli rakamlar, artış oranlarını ifade etmek için kullanılıyor. belki bu konudaki umursamazlık da ondan. “geçen yıl üç bin kadını aynı yastığa baş koydukları adamlar öldürdü” deseniz mesela, daha […]
kadınlara yönelik şiddet, sapıkların, sapkınların, ruh hastalarının işi değil, bir egemenliğin sürdürülmesinin, yani bir sistemin aracı
siz de fark etmişsinizdir, son yıllarda türkiye’de kadına yönelik şiddet ve binli rakamlar, artış oranlarını ifade etmek için kullanılıyor. belki bu konudaki umursamazlık da ondan. “geçen yıl üç bin kadını aynı yastığa baş koydukları adamlar öldürdü” deseniz mesela, daha ağır sanki, “geçen 7 yılda kadınların öldüğü cinayetler yüzde 1400 arttı” demekten. bir istatistik, bir oran konudan kaçmak için gerekli mesafeyi sağlıyor herkese. hem sonra “kadına yönelik şiddet” faili meçhul bir suçu kastediyor.
suçu ülkemizde bulmayalım, türkiye bu konularda yapılan istatistiklerde başlara güreşse bile birçok araştırma dünya üzerindeki her üç kadından birinin şiddet gördüğünü ortaya koyuyor. o faili meçhul şiddeti yaşadığını… nazileri falan bir kenara bırakırsanız bu rakamlara ulaşabilen çok az siyasal diktatörlük var dünyada.
yine de bu ülkede, kadınlara yönelik erkek şiddetinin politik bir konu olarak görülmesi için on yıl gerekti. özel hayat denen alanda işlenen suçları, kamusal alanda işlenen suçları engelleyen mekanizmaların engellemesi gerektiğinin anlaşılması ise daha uzun zaman aldı. bir an için hangi hukuku tanıyacağımız tartışmasını bir kenara bırakalım, o hukuk her neyse, toplumun eğitimsiz, mesleksiz, çaresiz bir halde teslim ettiği aile içinde kadınların gördüğü eziyete engel olmak, orada kadınların can güvenliğini korumak zorunda. nasıl ki, açlık ve çaresizlikle her işi yapmaya mecbur kalan işçinin can güvenliğinin korunması, uygulanmasa bile hukukta yer alıyor.
ama hukuki eşitlik hiçbir anlama gelmiyor. koca dayağını şikayet etmek için başvurduğu karakolda “barışma” önerisiyle karşılaşan kadınlar, başka bir sebeple devletin eline düştüklerinde erkek vatandaşlardan farklı muamele görüyor. bir barda eğlenirken gözaltına alınan rus kadın karakolda komiserin tecavüzüne uğruyor, “ölü ele geçirilen” kadın gerillalar soyulup fotoğrafları çekiliyor, hırsızlık yaparken yakalanan kadınlar işkence görüyor…
sadece kadınlar da değil. devletin erkek saymadığı, sayamadığı kimse erkek vatandaşlarla eşit değil. avcılar’da transseksüellerin evleri mahkeme emri olmadan mühürleniyor, bir eşcinseli ya da transseksüeli öldüren ceza almadan evinin yolunu tutuyor.
olympe de gouges fransız ihtilali sırasında, “kadınların giyotine çıkma hakkı varsa, mecliste yer alma hakkı da olmalı” derken asırlar sonrasına da ışık tutuyordu. namlunun hedefinde, işkence tezgahında temsil edildiğimiz kadar mecliste temsil edilmiyoruz.
25 kasım’ın hikayesini bilmiyorsanız bile bugünlerde öğrenme imkanınız olur. nasıl ki, halkların direnişi baskıyı arttırır ama kurtuluşun da yolunu açarsa, kadınlara yönelik şiddet de öyle. türkiye’de kadınlar boşanmakta kararlı oldukça, “hayır” dedikçe şiddete maruz kalıyor. doğu asya’da erkeklerin kendilerini reddeden genç kadınlara kezzap atması 2000’lerde, kadınlar istemediği erkeği reddedecek güce yaklaşınca yaygınlaştı. rus mafyası, kendisinden kaçmış bir kadını yakaladığında bedenine kızgın ütü basıyor. sadece türkiye’de değil, dünyanın başka yerlerinde de, ebt bireylerin görünürlüğü ve mücadelesi arttıkça onlara yönelik cinayetler de tırmanıyor. hindistan’da erkekler drahoma aldıktan sonra evlendikleri kadından kurtulmak için onları mutfakta yakıp buna “ev kazası” süsü veriyor. ve dünyanın her yerinde devlet, onlara arka çıkarak, zaman zaman eksik bıraktıklarını tamamlayarak tarafını ortaya koyuyor.
bu örneklerin de gösterdiği gibi kadınlara yönelik şiddet, sapıkların, sapkınların, ruh hastalarının işi değil, bir egemenliğin sürdürülmesinin, yani bir sistemin aracı. o yüzden hayatında hiç tecavüze uğramamış bir kadın, tecavüze uğramış bir erkekten daha fazla korkuyor, tecavüze uğramaktan.
sokakta gaz yediğinizde yanı başınızda arkadaşlarınız olur, en unutulmuş işkencehanede bile sesini duymasanız da başkalarıyla birlikte olduğunuzu bilirsiniz. ama bir kadın pekala işkencehanesi sayılabilecek evinde yaşadığı dehşetle baş başa ve toplum bundan onun sorumlu olduğunu söylüyor.
lambda’nın o şahane sloganı kadınlar için de geçerli, başımıza ne gelirse gelsin, ne yanlış ne de yalnızız. ve devran dönünce günü gelecekler arasında biz de varız! 25 kasım bunu hatırladığımız ve hatırlattığımız gün olsun.