Haberlerde alışık olduğumuz bir cümle var; yoğun hava muhalefeti nedeniyle hayat durdu. Artık yeni bir deyişimiz olacak herhalde; yoğun milli bayram muhalefeti nedeniyle, halk muhalefetimiz durdu diye. Türkiye solunun on yılına mal olan ulusalcılık denen akım yine hortlatıldı. Üstelik bu sefer, askersel değil sivil ulusalcılık. Ordu içinden ve dışından askerlerin “sivil” toplum örgütleri eliyle düzenleyip […]
Haberlerde alışık olduğumuz bir cümle var; yoğun hava muhalefeti nedeniyle hayat durdu. Artık yeni bir deyişimiz olacak herhalde; yoğun milli bayram muhalefeti nedeniyle, halk muhalefetimiz durdu diye. Türkiye solunun on yılına mal olan ulusalcılık denen akım yine hortlatıldı. Üstelik bu sefer, askersel değil sivil ulusalcılık.
Ordu içinden ve dışından askerlerin “sivil” toplum örgütleri eliyle düzenleyip milyonların mobilize edildiği Cumhuriyet mitingleri muhalefeti Ergenekon, Balyoz vs. operasyonları ile kesintiye uğramıştı. Yüzlerce subay, astsubay, İşçi Partili, bir kısım yazar Silivri’ye atıldı. Bu askerlerle uyum içindeki CHP Genel Başkanı gitti, yerine hem Alevi hem Kürt yeni bir genel başkan geldi. Ulusalcılık akımının “askersel” dönemi de kapanmış oldu.
Sahneye Kürtleri de eklemek gerek. AKP, Ergenekon operasyonları sürerken Kürt açılımı vb. numaralarla Kürt hareketini hareketsiz bırakmıştı. Hem sorun çözen bir görüntü vermiş hem de iktidar savaşında rakiplerinin elindeki Kürt savaşı kozunu almıştı. Kürt açılımı binlerce Kürt siyasetçi ülkenin muhtelif cezaevlerine doldurulmasıyla sonuçlandı. Kürtler aldatıldıklarını anladılar.
Sonuçta, artık Türk Silahlı Kuvvetleri, emir komuta zinciri içinde AKP iktidarıyla uyum içinde çalışır hale getirildi. AKP, rakiplerini yenilgiye uğrattı ve yüzde elli oy ile iktidarını taçlandırdı.
Sivil ulusalcılık
Geldik bugüne. Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkanlık yaşamına “merdiven altında çalışan başörtülü kadınların haklarını savunacağım” mealinde sözlerle başlamıştı. Herkeste bir umut; nihayet emek-yoksulluk eksenli siyaset yapacak bir CHP oluşuyor diye… Hatta CHP-BDP ittifaklarını tartışanlar, yerel seçimlerde CHP ile genel işbirliği yapabileceğini söyleyen sosyalistlere falan tanık olduk
Ulusalcı söylemlerle kitleleri mobilize ederek, sokakta durabilmenin tadına yeni CHP’de varmış oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri, artık AKP’nin yanında. Sokaklara dökülmüş ulusalcılık nedeniyle kimsenin CHP’yi darbecilik yapmak için suçlama şansı yok. Ulusalcılığımız artık sivildir. Ancak, daha önce tuş olunan bu minderde şimdi yenmek mümkün mü? Ordunun ve devlet bürokrasisinin bir kısmının da desteklediği Ulusalcı muhalefet, şimdi sivil ulusalcılık olarak yapılırsa daha mı başarılı olur? Ya da tersten soralım Tayyip Erdoğan’nın en sevdiği muhalefet türü ulusalcılık mıdır?
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı muhalefetini gelip geçici ya da CHP içindeki ulusalcıların atağı falan sanmasın kimse. “Sosyal” siyaset yapamazsanız geriye, mili bayram muhalefeti kolaycılığından başka ne kalıyor. Birileri 29 Ekim atağı yapıyor, CHP kuyruğuna takılıyor. Takılmaması için başka türden bir politikasının olması gerekli. Ancak, CHP türündeki bir partinin sosyal politika yapabilmesi için, neoliberal kapitalizmin Türkiye’sinde düzen içi siyasette bir zemin kalmadı.
29 Ekim muhalefetinin politik argümanlarına bir bakalım. Size kutlamaların güçlü adreslerinden, Antalya’dan bir örnek. On binlerce insanın yürüdüğü güzergâhta her biri yirmi metre altı pankart asılı. Altı pankartta Atatürk’ün iki sözü üçer kere yazılmış. “Ne mutlu Türküm diyene”, “Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür.” Atatürk’ün, laiklik, halkçılık, bağımsızlıkla ilgili veciz sözleri de var ve yaşanan sürece daha iyi uymaz mı? Tercih böyle yapılmış. MHP’ye gol atmak temel amaç olmuş herhalde. Yeni sivil ulusalcılığımızın temel politik lafzı anlaşılan böyle şekillenecek.
Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan’ı eleştirirken (29 Ekim baskıları nedeniyle diktatörlükle suçlayacak ya) “Tayyip Esad Erdoğan” diyor. Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale politikalarını politik söyleminin çıkış noktası yapacağına, neden Esad’ın diktatörlüğüne vurgu yapıyor? Üstelik, neredeyse hepsi CHP seçmeni ve Cumhuriyet Bayramı muhalefeti kitlesi olan, Arap Alevisi Hataylılar içinde Suriye rejimine dair bir sempati varken. MHP, “Kuzey Suriye” nedeniyle tezkereye “evet” demişti. Sahi CHP niye “hayır” demişti?
CHP ve daim bütün milli bayram muhalefeti örgütçülerimiz, 4+4+4 gerici-piyasacı eğitim sistemine karşı “milli” bir karşı çıkışla milyonları sokağa döktüler mi? Bırakın milyonları sokağa dökmeyi, sokağa çıkıp bir bildiri dağıttılar mı? Milli bayram muhalefeti, Suriye’ye yapılan emperyalist müdahaleye karşı niye sokağa dökülmüyor? 15 milyon konutu yıkacak kentsel dönüşüm konusunda CHP ve bütün milli bayram muhalefeti bileşenleri milyonları sokağa dökmeyi düşünüyor mu?
Yeni bir cumhuriyet için…
Modern sınıflar mücadelesinde kuraldır; CHP türü partiler, ancak kendi dışında onu etkileyecek bir ilerici ve sol bir siyaset varsa sola çekilebilir. Aksi takdirde en gerici, en pespaye siyasetin peşinden gideceklerinden kimse kuşku duymasın.
Gerici-piyasacı eğitim sistemine karşı muhalefet etmek okul okul ilmek ilmek örmek ister. Kentsel yağma politikalarına karşı mahalle mahalle direnişleri örgütlemek çok emek ister. Sağlık sisteminin piyasalaştırılmasına karşı mücadele büyük ve zorlu bir iştir. Milli bayram muhalefeti nedeniyle, halk muhalefetinin yine kesintiye uğramasını istemiyorsak bu ülkenin gerçek çelişkileri üzerinden, halkın hakları mücadelesini bayrak edinerek, gerçek bir halk muhalefetini örgütlemek için daha çok çalışmalıyız.
Bir de artık bu memleketin insanına Bağımsız Türkiye idealinin altmış iki yıl önce Türkiye’nin yeni sömürgeleştirilmesi sürecinde bittiğini daha güçlü anlatalım. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların yanılgılarının emperyalist-kapitalist sistem içinde kalarak bir bağımsızlık tahayyül etmeleri olduğunu anlatalım. Bundan sonra, sadece bir sosyalist halk cumhuriyetinin çatısı altında bu ülke halklarının kardeşçe eşit ve özgür yaşamasının mümkün olduğunu anlatalım.