İşgal Afgan nüfusunun çoğunluğu için bir felaket, ABD emperyalizmi için bir musibet oldu ABD’nin Afganistan işgali on birinci yılında krizden krize koşuyor. Amerikan hükümeti bu savaşta yaklaşık 600.000 milyon dolar harcamasına rağmen Taliban direnişi henüz boyun eğmiş değil. ABD tarafından eğitilen Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri kendilerini eğiten şeflerinden nefret ediyorlar. Askerler, bu yıl “maviye -karşı- […]
İşgal Afgan nüfusunun çoğunluğu için bir felaket, ABD emperyalizmi için bir musibet oldu
ABD’nin Afganistan işgali on birinci yılında krizden krize koşuyor. Amerikan hükümeti bu savaşta yaklaşık 600.000 milyon dolar harcamasına rağmen Taliban direnişi henüz boyun eğmiş değil. ABD tarafından eğitilen Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri kendilerini eğiten şeflerinden nefret ediyorlar. Askerler, bu yıl “maviye -karşı- yeşil saldırı” dalgasında şimdiye kadar 51 Amerikan askerini öldürdü. Afgan halkı ülkenin başarılı bir şekilde yeniden inşasıyla ilgili iddiaları çürüterek aşırı yoksulluktan acı çekmeye devam ediyor.
Şimdi bu açıkça Barack Obama’nın savaşı. 2008 yılında, başkan adayı olduğu zaman oy kazanmak için söz verdiği bir savaş; ve başkan olarak bu sözüne sadık kaldı. 2008 yılında savaş karşıtı bir seçenek gibi göründüğü için milyonlarca kişinin oyunu alan adam, şimdi sürekli devam eden başarısız bir işgalden sorumlu. Afganistan Savaşı elbette Başkan George Bush döneminde başladı. ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde “El-Kaide saldırılarının” ardından Afganistan’a saldırdı ve işgal etti. Bush yönetimi “Teröre karşı Savaş” stratejisi aracılığıyla farklı amaçlara ulaşmayı umuyordu. Onun amacı, El-Kaide’yi yok etmek, Afganistan’ı yöneten Taliban rejimini devirmek ve bir kukla devlet kurmaktı.
Ve böylece Bush ve onun neocon yönetimi, Orta Asya’da bulunan üsleri garantiye almayı, Hazar Denizi petrol ve doğalgaz rezervlerinin sömürüsünü ve onları taşıyan boru hattı güzergâhlarını Rusya ve Çin’in değil ABD’nin belirleyeceğini umuyordu. Sözün kısası, Bush, Irak’tan İran ve Suriye’ye kadar bir dizi ülkede rejim değişikliğine neden olması için bir sıçrama tahtası olarak Afganistan’daki savaşı kullanmayı ve bütün Ortadoğu’da ABD’nin tam hâkimiyetini sağlamayı istiyordu.
2003 yılında, Irak’ın işgali sonrasında devam eden Irak direnişi bu emperyal fantezileri ateşledi. General William Odom’un Irak konusundaki yargısı doğru çıktı; bu Amerikan tarihinin en büyük stratejik felaketi oldu. Bush’un ülkedeki yanlış adımları Ortadoğu’da Amerikan gücünü tehlikeye attı ve gezegene egemen olma kabiliyetini zayıflattı.
Barack Obama “Seçim savaşı” olarak adlandırdığı Irak savaşını bitireceğine ve Afganistan’da Taliban ve El Kaide’ye karşı “zorunlu savaş” dediği savaşı sürdüreceğine söz verdi.
2009 yılında kapsamlı bir strateji raporunun ardından, Obama Afganistan’da kendine özgü bir strateji ile Bush’un Irak işgalini taklit etmeyi tercih etti. Amerikan askerlerini halkın arasına salmak, onların kalplerini-zihinlerini kazanmak ve isyancıları sınır dışı etmek için tasarlanan ve General David Petraeus tarafından savunulan kontrgerilla stratejisini benimsedi. Bunu gerçekleştirmek için, zaten ülkede bulunan 68 bin Amerikan, 40 bin NATO askerine 33 bin asker daha ekledi.
Ama sürekli kontrgerilla stratejisi uygulanmadı. Strateji, El-Kaide ve Taliban’ı bitirmek için insansız hava araçları (drone) bombardımanları ve saldırılar temelli “terörle mücadelenin” diğer biçimleriyle kombine edildi.
Obama’nın, bu işleri yürütmek ve Afganistan sınırında bulunan Taliban’ın müttefikleri üzerindeki baskıyı artırmak için Pakistan’ın işbirliğine ihtiyacı vardı. Ve Obama Pakistan’ın ABD stratejisinin peşinden gitmeye istekli olmadığını anlayınca, bu ülkedeki bazı hedeflere karşı insansız savaş uçaklarıyla bir bombalama kampanyası başlattı.
Aynı zamanda, Obama Afganistan’da ulusu yeniden inşa etme kampanyası oluşturma sözü verdi. Özellikle kadınların, ülkenin umutsuz yoksul köylü çoğunluğunun koşullarını iyileştirmeye ve Afganistan ekonomisinin gelişimine yardımcı olmak için uzmanlardan oluşan bir “sivil atak” başlatma vaadinde bulundu.
Uzun zamandır özlem duyulan ekonomik ve askeri başarılara dayanan Obama yönetimi, Başkan Hamid Karzai altında Afgan kukla devletini harekete geçirmeyi planladı. Ardından, 2012 yılında bölgedeki ilave birlikleri ve 2014 yılında da geri kalan muharip birlikleri çekme söz verdi.
Her yeni tedbire rağmen Obama, Afganistan’da Washington’un emperyal amaçlarını sağlama girişiminde başarısız oldu. Ayrıca, 33 bin ilave askerin geri çekilmesi tamamlanmış olmasına karşın ABD “Teröre Karşı Savaş”ta ikinci bir stratejik felaket ile karşı karşıya. Araştırmacı Gilles Dorronsoro, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı için yazdığı Obama’yı eleştiren yazısında şu sonuca varıyor: “Nihayetinde, geri çekilme başarısız bir stratejinin sonucudur ve koalisyon bazı yönlerden 2001 yılının öncesine göre çok daha kötü bir durumu ardında bırakıyor.”
Yanlış giden neydi?
Tüm yutturmacaya rağmen Petraeus’un kontrgerilla stratejisi Afganistan’da sefil bir başarısızlığa uğradı. İlave askerle alt edileceğini ve ağır bir yenilgiye uğrayacağını fark eden Afgan gerillaları, birçok köyün fiziksel kontrolünden vazgeçerek klasik gerilla stratejisine döndüler. Amerikan üslerine karşı bir dizi vur-kaç saldırıları düzenlediler, ABD konvoylarına karşı eğreti patlayıcı mekanizmalar kullandılar ve ABD kuvvetleri ile işbirliği yapan Afganları öldürdüler ya da tehdit ettiler.
Sonuç olarak, kontrgerilla, geçtiğimiz son üç yıl içinde Afganistan’ı “huzura kavuşturma” yerine sivil kayıpları yeniden en yüksek sayıya çıkararak şiddet ve ölümde dramatik bir artışa yol açtı. Analistler David Cortwright ve Kristin Wall’ın belgelediği gibi, örneğin, Notre Dame Üniversitesi’nden bir rapor: “2011 yılında kaydedilen sivil ölümlerin toplam sayısı 3 bin 21 ile en yüksek sayıya çıktı [uçakların neden olduğu ölümler hariç, çünkü bunlar gizli tutuluyor], 2010 tarihinden itibaren yüzde 8’lik bir artış ve 2009 yılından bu yana yüzde 25’lik artış var. Taliban’ın neden olduğu ölümler ise yüzde 14 oranında artarak 2 bin 332 sayısına ulaştı. Bu artan sivil ölümler birbirini izleyen beş yıl içinde gerçekleşti.”
Beklendiği gibi, ABD’nin can kayıpları da önemli ölçüde arttı. New York Times’ın raporundan: “Amerikan kuvvetleri, savaşta ilk 1.000 ölüye ulaşmadan önce neredeyse dokuz yıl geçirdi. İkinci 1.000 sayısı, Başkan Obama’nın Afganistan’a 33.000 ilave asker gönderme kararının neden olduğu çatışmaların yoğunluğunun artırması sonucu sadece 27 ay sonra geldi.”
ABD, Taliban’ı ezme veya Washington’un şartlarına boyun eğmeye zorlamada başarılı olamadı. Taliban, Pakistan ile sınır bölgelerinde kendi kalelerini ve güney Afganistan’daki gizli altyapısını korudu. Hatta düşman askerleriyle yüzleşmek zorunda kalmadığı kuzey ve doğu bölgelerinde de varlığını genişletti.
Kontrgerilla projesinin işlemediğini anlayan Obama yönetimi, kendini giderek artan bir şekilde “terörle mücadele” stratejine adadı.
ABD, Afganistan’da olduğu kadar Pakistan’da da rakiplerini öldürmek, olası şüpheli militanları ve uzaktan kumandalı saldırıları ortadan kaldırmak için büyük bir gece baskınları kampanyası başlattı. Sivil kayıpları üst üste yığan ABD güçleri, bu kampanyayı, Afganların kalplerini ve zihinlerini kazanmadan, onları daha fazla öldürerek bitirdi.
Gece baskınları Afgan halkını tamamen soğuttu. Amerikan güçleri, güvenilmez istihbarat bilgilerine dayanarak genellikle masum sivillerin evlerini bastı, onları Afganistan’ın Ebu Garib, Bagram Hava Üssü cezaevinde kısa ya da uzun sürelerle gözaltında tuttu.
“Terörle mücadele” saldırısı ihlallere ve zulümlere rehberlik etti. Bunların b
azılarını manşetlere çektik; er Robert Bale tarafından gerçekleştirilen 17 kadın ve çocuğun katledilmeleri veya Bagram bölgesinde Kuran yakan askerlerin açıklamaları ya da bombardımanlar sonrasında ölmüş Taliban savaşçılarının üzerine idrar yapmalar gibi. Ayrıca, günlük olarak kaydedilmeyen sivillerin uğradığı birçok ihlal olayları da var.
Benzer şekilde, insansız hava araçlarıyla bombalama kampanyasında bilinmeyen sayıda sivil öldürüldü. Mesela, Eylül ayında, Afganistan’ın Laghman eyaletinde, direnişçileri hedef alan bir drone saldırısında, güya son derece yıkıcı eylem gerçekleştirmekte olan odun toplayan sekiz kadın öldürüldü.
Kimse sivil kayıpların sayısını kesin olarak bilmiyor. Fakat kesinlikle Obama yönetiminin kabul ettiği sayıdan çok daha fazladır. Solcu gazeteci Gareth Porter, hükümetin 2009 yılından bu yana, “aksi istihbarat tarafından ispatlanmadığı sürece, askerlik çağına giren herhangi bir adamın, otomatikman bir ‘militan’ gibi bombardıman uçağı tarafından öldürülecek olmasını dikkate alan” bir politikası olduğunu söylüyor. Bombardıman kurbanlarını yeniden değerlendiren kapsamlı iki yeni çalışmaya dayanan Porter, ölümlerin yüzde 70’ine yakınının masum sivil ölümleri olduğuna inanıyor.
Dorronsoro’nun ileri sürdüğü gibi:
“Bölgedeki anti-Amerikancı duyguların -muhtemelen en önemli- kaynağı terörle mücadele operasyonlarıdır. Operasyonlar sırasında meydana gelen sivil kayıpların gerçek düzeyi ne olursa olsun, genel algı açık bir şekilde sivillere karşı yapılan gelişigüzel saldırılardır. Bu önemli, çünkü bu duygu cihad hareketlerinin işini kolaylaştırıyor ve bir dereceye kadar da Pakistan hükümetini felç ediyor.”
Pew Araştırma Merkezi, aralıksız drone bombardımanlarından üç yıl sonra, Pakistanlıların yüzde 74’ünün şimdi ABD’nin düşmanı olduğuna inandığını ortaya koydu. Pakistan devleti de bölgesel rakibi Hindistan’a karşı mücadelesinde müttefiki olarak gördüğü Taliban’a karşı kampanyayı önlemek için halkın Amerikan karşıtlığını kullandı. Bu nedenle, aşırı saldırılara rağmen, Taliban’ın hâlâ Afganistan’da savaşmaya hazır yaklaşık 50 bin sadık savaşçısı var.
Obama’nın başlattığı saldırılarla, harap olan ülkenin güya yeniden inşasına yardım etmek, uzmanlardan oluşan “sivil atak” adındaki büyük kalkınma programını yürütmek için memleketi temizlemesi gerekiyordu. Washington Post muhabiri Rajiv Chandrasekaran, saldırıyı sert bir şekilde eleştirdiği “Küçük Amerika: Afganistan için savaş içinde savaş” (Little America: The War Within the War for Afghanistan) adlı son kitabında; Obama’nın yeniden inşa programının, Taliban yönetimi zamankinden birazcık daha iyi [ama SSCB ile müttefik olduğu zamankinden çok daha kötü] bir Afganistan’ı geride bırakan bir felaket olduğunu gösteriyor.
Öncelikle, büyük ölçüde yukarıdan dayatılan sözde kalkınma projelerine nezaret eden asker ve sivil personelin Afganistan koşulları üzerinde anlamlı bir etkisi yoktu. Projenin ilk hedefi, dünya afyonunun yüzde 90’ından fazlasını sağlayan Afgan çiftçilerinin haşhaş ekimini diğer tür bitkilerle değiştirmekti ve bu hedef tamamen başarısız oldu; bu durum devletin ekonomiye müdahalesi karşısında olan neoliberal önyargı ve cahil Washington’un ürünüdür. [Oysa Kanadalı araştırmacı Michel Chossudovsky bunun aksini iddia ediyor. Haşhaş ekimine yeniden girilmesini isteyenin ABD’nin kendisi olduğunu sonra da bunu Taliban’a yasaklayanın yine kendisi olduğunu belirtiyor.]
Chandrasekaran, karpuz ve diğer bozulabilir sebzelerle haşhaşı değiştiren çiftçilerin felakete dönüşen girişimlerini anlatıyor: “Köylülerin ektiği tüm bu kavun ve sebzelerin… bozulmadan önce pazarlara ulaştırılması lazımdı. Ama birçok çiftçinin kamyonu yoktu. Traktör ya da kamyon -herhangi bir kullanılabilir araç- kiralamak veya ödünç almak, sonra karpuzları suya dönüşmeden, kendi tarlalarından pazarlara kadar götürecek araçları o çamurlu toprak yollarda beklemek zorundaydılar.”
ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Afganistan iklimine çok daha fazla uyum gösterecek bir bitki olan pamuğu dışladı. Çünkü ülkenin pamuk mahsulünün ana merkezi Afgan devleti tarafından destekleniyordu ve güya Afgan pamuğu Amerika’ya rakip olabilirdi. Tarımsal projeleri başarısız olan USAID ve ordu, hala Taliban’ın kaleleri olan kırsal bölgelerdeki işsizliğe çözüm bulmak zorundalar.
(…) Chandrakesaran açıklamalarının belli bir yerinde, “öğretmenlerin daha fazla para ödendiği için günlük işçi olma gerekçesiyle işlerinden istifa ettiklerini ve öğretmenlerin işçi grupları içinde çalışırlarken yeni inşa edilen okulların boş kaldığını” belirtiyor. Tüm bu işler geçici ve sona geliniyor; sonuç olarak, kendi kendine sürdürebilir bir gelişimi teşvik etmek için hiçbir şey yapmadılar.
Yol yapımı gibi iyi bilinen altyapı projeleri, çok uluslu Amerikan şirketlerinin ve güvenlik müteahhitlerinin istihkaklarını da sona erdirdi. Chandrakesaran’ın belirttiğine göre, “güvenlik, yönetim ve genel giderler, 2010 yılında imzalanan sözleşmelerin çoğunun değerini yüzde 70’e kadar artırdı. Bu da her bir doların yalnızca 30 sentinin Afganlara yardım amaçlı olduğu gösteriyor.”
Yardım görevlisi olan Ian Pounds şöyle diyor: “On yıl sonra, istenenden fazla, zengin ve güçlü ülkeler burada pozisyon aldı. Afganistan dünyanın beşinci düşük ortalama insan ömrüne sahip, ortalama 48,6 yıl olarak tahmin ediliyor ve dünyada bir kadının yaşam süresinin bir erkeğin yaşam süresinden daha düşük olduğu beş ülkeden biri. Nüfusun sadece yüzde 23’ü düzenli olarak içme suyuna erişebiliyor. 15 yaşın üzerindeki Afganların sadece yüzde 24’ü okuryazar, kadınlar arasında bu oranlar çok daha düşük. Dünyada üç mülteciden biri Afgan, toplam 3 milyon Afgan mülteci var. Ülke içinde, 1,3 milyon mülteci bulunmakta. Afganistan’da afyon üretimi, dünya arzının yüzde 92’sine ulaşarak istikrarlı bir şekilde büyüyor.”
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) yoksulluk indeksinde, Afganistan en düşük konumda yer alıyor. 9 milyon Afgan veya nüfusun yüzde 36’sı mutlak yoksulluk içinde yaşarken yüzde 37’si bu sınırın biraz üzerinde seyretmekte.
Bush ve Obama’nın -ve İnsan Hakları ve Uluslararası Af Örgütlerinin utanç verici- söylemlerine rağmen işgal kadınları hiçbir şekilde özgürleştirmedi. Dünyadaki bütün propagandalar kadınların güçlü bir baskıya maruz kaldıkları gerçeğini gizleyemez. Bugün, bu baskı, işgal ve ABD’nin kurduğu kukla hükümet tarafından daha da ağırlaştırıldı. Hemen hemen tüm kategorilerde, kadınların koşullarında hiçbir gelişme olmadı. Kadınların çoğunluğu için sağlık, nüfusun geri kalanı için olduğu gibi berbat. Cortwright ve Wall, “anne ölüm oranının, uzak bölgelerde çok daha yüksek bir risk oranıyla, Sierra Leone ile birlikte dünyanın en kötü ikincisi olduğunu” tahmin ediyorlar.
Kadına yönelik cinsel şiddet, bir on yıl öncesinden, yani ABD işgalinden bu yana daha da kötüleşti. Cortwright ve Wall, kadınların yüzde 87,2’sinin “zorla evlendirme, namus suçları, tecavüz, cinsel ve fiziksel istismar dâhil şiddete maruz kaldıklarını belirtiyorlar. Afganistan’da yaşayan kadınların yüzde 81’inin yaşamlarının bir noktasında aile içi şiddete maruz kalacakları tahmin ediliyor.”
Kadınların koşullarını geliştirme ve korumaktan uzak Karzai Hükümeti’nin parlamentosu kadın düşmanı savaş ağaları ile dolu. Rejim evlilik içi tecavüzü yasalla
ştıran öneriyi onaylama noktasına kadar gitti.
İşgal kuvvetlerinin askerleri zaten dramatik olan durumu daha da kötüleştirdiler. Cortwright ve Wall’un gösterdiği gibi, ABD kuvvetleri ve NATO “birçok Afgan kadını ve kızı için baskının yeni biçimlerini üretti. Onları kocasız bıraktı, yerlerinden etti, metalaştırdı [fuhuşa sürükledi], işgalciler ve Taliban direnişi arasındaki çatışmanın doğrudan veya dolaylı sonucu olarak evliliğe zorladı.” Kandahar şehrinde bir grup kadın İngiliz araştırmacılara kendi durumlarını anlattı: “Kadınlar için şu andaki koşullar Taliban zamanındaki gibi. Biz fazladan para kazanmak ya da eğitim almak için evlerimizden çıkamıyoruz. Tek fark var, o zaman bizim namusumuz güvence altındaydı, fakat şimdi değil.”
İşgal stratejisinin tüm cephelerdeki başarısızlığıyla, ABD, giderek kendi kukla rejimi için bir günah keçisi işlevini üstlendi. Obama yönetimi Karzai yönetiminden şikâyetçi olduğundan bu yana ABD, rejiminin kusurlarını çözmeliydi. Bu durumu Washington yarattı ve beslemeye devam ediyor. ABD, 1980’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin işgaline karşı savaşa destek vermiş birçok savaş ağasının etrafında inşa edilmiş bir rejime önderlik etmesi için bir Peştun figürü olan Karzai’yi seçti. Bu savaş ağaları, 1990’lardaki iç savaş sırasında kendilerini gözden düşürmüşlerdi, ta ki Afgan halkının geniş kesimlerinin Taliban rejimini “benimsediği” noktaya kadar.
Karzai’nin devleti korkunç derecede bozuk. Onun müttefik kabile reisleri halkı kaba kuvvet ile yönetiyor, eroin sanayinden insan ticaretine kadar her türlü yasadışı işi çekip çeviriyorlar. Birçokları için rejimin aşağılık karakteri, öldürülmeden önce ülkedeki en büyük uyuşturucu baronlarından biri olarak ünlenen ve Karzai’nin kardeşi olan Ahmed Wali Karzai’de somutlaşıyor.
Bununla birlikte, ABD birçok gözlemcinin hileli bulduğu, 2009 yılı başkanlık seçimlerinde Karzai rejimini destekledi. Chandrasekaran, ABD işgalinin “isyancılar yerine Karzai hükümeti üzerine bahis oynamaları konusunda Peştunları ikna etmeye çalışırken” imkânsız bir işle karşı karşıya kaldığını ileri sürüyor. “Sorun [Taliban’ın yönettiği zamanın aksine] Karzai yönetiminin [çok] açgözlü ve yozlaşmış olması.”
ABD’nin kendi kukla-devletine güveni o kadar az ki onun üstüne çıkarak kalkınma yardımlarını ABD’nin çokuluslu şirketleri, sivil toplum kuruluşları ve BM kanalıyla yönlendirdi. Bunların hepsi kendilerine düşen fonları, her biri kendi yöntemleriyle her zamanki gibi yiyici ve etkisiz şekilde tüketti. Bu sadece prestij sarsmaya hizmet etti, en çok da Afgan Devleti’nin prestiji sarsıldı.
Güvenilir bir Afgan Ulusal Güvenlik Gücü’nü oluşturmak için ABD tarafından yürütülen ulusal yeniden yapılandırma operasyonunun belirgin başarısızlığı kendi yetersizliklerinden kaynaklandı. ABD hâlihazırda altyapı ihtiyaçlarına 50 milyar dolar harcadı ve her yıl onları korumak için 12 milyar dolar ödüyor. Bu, yıllık Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla’sı sadece 20 milyar dolar olan bir ülke için muazzam meblağ demek.
Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri kendilerini ayakta tutamaz: Onların varlığı tamamen ABD’ye bağlı. Ayrıca, oldukça etkisizler. TomDispatch’in yardımcı Editörü Nick Turse, “Bugün, Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri’nin 343 binden fazla askeri bulunduğunu fakat bunlardan ordunun sadece yüzde 7’sinin, polisin de yüzde 9’unun operasyon yapma kabiliyetine sahip olduğunu” belirtiyor. Dorronsoro, “Ulusal Afgan Ordusu’nun, her yerde patlayıcıların olması ve gelecekte daha da azalacak olan, düşük hava desteği nedeniyle yatakhanesini hemen hemen hiç terk etmediğini” yazıyor.
Askerler ve polisler, para kazanma ve yerel kabile reislerinin iradesini dayatma dışında rejime karşı hiçbir bağlılık hissetmiyorlar. Cortwright ve Wall’e göre, “Polisin görevini kötüye kullanması sadece rüşvet almayı değil, ayrıca Taliban savaşçılarının bulunduğu şüphesiyle köylerdeki silahsız sivillerin keyfi olarak tutuklanmalarını, yargısız infazları ve işkenceleri de içeriyor.”
ABD’ye tamamen bağımlı olsalar da, Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerinin üyeleri ABD işgaline temkinli yaklaşıyorlar. Bu duygunun temelinde ABD’li askerlere karşı sözde “maviye -karşı- yeşil saldırı” dalgası yatıyor. ABD, Amerikan güçlerine düzenlenen saldırıların sadece yüzde 25’inden Taliban güçlerinin sorumlu olduğunu itiraf ediyor: bu saldırıların çoğu belirli bir grupla yakın ilişki içerisinde olmayan Afgan güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildi.
Aslında, ABD Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri yüzünden öyle bir hale [korkmuş] geldi ki yerel polislerin eğitimini askıya aldı; ortak devriye taburlarını kısıtladı; ABD ve Afgan güçleri arasında çıkabilecek herhangi bir etkileşimde öldürme yetkisine sahip Amerikalı silahlı polis ve asker -“Koruyucu Melekler” diye adlandırdıkları- tayin etti.
Sonunda, Taliban gelecekte yapacağı müdahalelere hazırlamak, istihbarat toplamak, kışkırtıcı amaçlı saldırlar yapmak için büyük ölçüde Afgan güçlerinin içine sızmayı başardı. Taliban artan gücünün bir göstergesi olarak ve ABD yetkililerinin “11 yıl içinde Batı savaş gücüne karşı yapılan en büyük ve en yıkıcı saldırı” dedikleri, bir taarruzu gerçekleştirdi. O zaman, bir gerilla grubu ABD kampına sızmış, 200 milyon dolardan fazla değere sahip sekiz Harrier jetini tahrip etmiş ve 2 denizciyi öldürmüştü.
Müdahale Afgan halkının çoğunluğu için bir yıkım, ABD emperyalizmi için bir felaket oldu. Şimdi Obama ve onun yeni-seçim kampanyası, Afganistan’da, Orta Asya’nın geri kalanında, küresel boyutta, ABD emperyalizmi ve kendisinin bu muazzam gerilemesine olan dikkati saptırmak için Usame bin Ladin’inin yargısız infazını piyasaya sürerek onun borusunu çalmakta.
ABD Irak’taki tüm savaş birliklerini geri çekmeye mecbur kaldı. 2014 yılı sonlarına kadar da Afganistan’da kalan 68 bin askerini geri çekmeyi planlıyor. Özbekistan’daki üssünü kaybetti, Kırgızistan’dakini de kaybedecek gibi görünüyor. Obama, bölgenin kontrolünü kaybetme konusunda endişeli, bu nedenle “terörle mücadele” faaliyetlerini yürüten Özel Kuvvetleri takviye etmek, birkaç üssü korumak, Afgan Ulusal Güvenlik Güçlerini “denetlemek” için Afganistan’da 20 bin “askeri danışman” tutmaya söz verdi.
Ancak, ABD özellikle isyanın geleneksel kalesi durumunda bulunan ülkenin güneyinde, Taliban saldırılarına karşı koymada zayıflayan bir konumda olacak. ABD, bu savaşta şartlarını daha iyi dayatabileceği durumda Taliban ile bir anlaşma müzakere etme fırsatını kaçırdı. Zaten Taliban, şartları asla kabul etmezdi çünkü ABD’nin eninde sonunda geri çekileceğini biliyordu. Ve şimdi kaçış sürmekte, diyalog ile daha az ilgileniyorlar.
Taliban liderleri olası bir iç savaşta Afganistan’daki kukla rejime karşı artan avantajını çok iyi biliyor. Çünkü 2013 ve 2014 yılında, Talibancılar ivme kazanırken Afgan rejimi eş zamanlı üç kriz ile karşı karşıya kalacak. Dorronsoro’nun belirttiğine göre: “Batı yardımının azalmasının tetiklediği bir ekonomik kriz, Karzai’nin başkanlığının sonuna gelinmesi itibariyle kurumsal bir kriz, Taliban’ın 2013 yazı başlarında bir saldırı başlatması beklendiğinden bir güvenlik krizi.”
Amerika, Afganistan’da sadece kontrolünü kaybetmiyor aynı zamanda orada çıkabilecek herhangi bir yeni iç savaştan çıkarı olan tüm bölgesel güçleri de kaybediyor. Doronsoro anlatmaya devam ediyor: “ABD’nin çeşitli bölgesel aktörler üzerinde sahip olduğu etki dü
şüşte; Washington, Afganistan’daki istikrarsız askeri durum ve geri çekilmenin lojistik ihtiyaçlarına bağlı olarak, önümüzdeki iki yıl içinde Pakistan üzerindeki tüm nüfuzunu kaybedecek. Bu da doksanlı yıllarda olduğu gibi Afganistan’da bölgesel güçler arasında çıkabilecek bir savaş ortamına zemin hazırlamaya yol açacak. Bugün İran, Hindistan ve Pakistan, çeşitli rakip Afgan siyasi grupları destekliyorlar ve Afgan petrolü için rekabeti tırmandırıyorlar.”
Obama’nın “iyi savaşı” gerçekten iğrenç bir savaş olduğunu kanıtladı ve bunun bedelini Afgan halkı ödedi. (…) O, şimdi harap olmuş ülkesinin külleri üzerinde, ABD ve diğer bölgesel güçler tarafından körüklenen başka bir iç savaş ihtimaliyle karşı karşıya.
Socialist Worker’dan La Haine tarafından özetlendi.
23 Ekim 2012
*Ashley Smith, ABD’de yayınlanan Sosyalist İşçi (Socialist Worker) dergisine katkı sunan bir gazeteci.
[La Haine’deki İspanyolcasından Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) çevrilmiştir]