Bu yazı yazıldığı an itibariyle açlık grevlerinin 47. gününe girilmesine saatler kaldı. İlk günlerdeki kayıtsızlık yerini ciddi bir endişeye bırakmış durumda. Birkaç olumlu görünen söz dışında, grevin birincil muhataplarından kayda değer bir alaka görünmemekte. Görünmemesi de lanetli bir normallik arz ediyor. Öyle bir normallik ki, bitmez tükenmez bir iştahla ulaşabildiği tüm alanları kapsamak, dönüştürmek ve […]
Bu yazı yazıldığı an itibariyle açlık grevlerinin 47. gününe girilmesine saatler kaldı. İlk günlerdeki kayıtsızlık yerini ciddi bir endişeye bırakmış durumda. Birkaç olumlu görünen söz dışında, grevin birincil muhataplarından kayda değer bir alaka görünmemekte. Görünmemesi de lanetli bir normallik arz ediyor. Öyle bir normallik ki, bitmez tükenmez bir iştahla ulaşabildiği tüm alanları kapsamak, dönüştürmek ve kendi hukukuyla orada kalmak istiyor. Bu eylem, daha doğrusu isyan tam da bunadır. Asıl anlamamız gereken de budur.
Mevzuuyla yakından ilgilenenler bilir. Grevdeki eylemci için bedeni bir ”vicdan silahı”dır. An be an erimesinden daha güçlü bir uyarıcı da mevcut değildir. Bu eylem, hem birincil muhatapları hem de o muhatabın toplumsal yaşamdaki destekçileri için esasında oldukça sarsıcı bir başkaldırıdır; hatta sınav. Bir tarafta bedeni en temel insani talepleri ile birlikte tutsak edilmiş bir mahkum, diğer tarafta bu tutsaklığı kamusal ve siyasal bir proje haline getiren bir iktidar ile o iktidarı adeta toplumsal bir illüzyonla destekleyen yığınlar… Eylemi ve o eylemin talep ettiği şeyi anlamak için ilk olarak eylemcinin içinde yaşadığı mahkumiyet siyasasını anlamak gerekir. Koşulsuz bir iktidar sevicisiyseniz bu eylemin ”birilerinin talimatlarla azmettirdiği” bir kurgu olduğunu düşünebilirsiniz. Biraz daha salim aklınız varsa, egemen gücün elindeki yüzlerce mahkuma hiçbir gücün onların iradesi dışında dışarıdan hükmedemeyeceğini bilirsiniz.
O halde şunu anlayalım: Bu mahkumların neredeyse tamamı, genel toplumsal taleplerini bir yana bırakın, siyasal bir özne olarak öncelikle kendi politik varlıklarını çevreleyen koşullara isyan ediyorlar: Tecrit! Tecrit, soyutlama demektir. Mahkumiyetin kendisi bizatihi bir soyutlanmışlıkken tecrit, ikincil bir yargılanma ve soyutlama demektir. Manası şudur: Politik bir özne olarak müesses nizama isyan eden mahkum, cezaevlerinde ”olağan” hukuki prosedürler dahi aşılarak ikincil hatta üçüncül cezalandırmalarla karşı karşıya bırakılır. Mahpusluk, politik öznenin kamusal alandaki eylemselliğini hedef alırken ”tecrit”se doğrudan mahpushanedeki politik varlığını ve iradesini hedef alır. Cezaevlerindeki ”keyfi” cezalar, mahkumu diğer mahkumlardan yalıtmalar, yakınlarıyla görüşmelerinin engellenmesi, dışarıdan gelen mektup vb şeylerin engellenmesi yahut hukuk dışı biçimde denetlenmesi ve hatta cezaevi personelinin onur kırıcı hareketleri gibi daha sayamadığımız onlarca eylemin arkasında hep bu amaç vardır: İradeyi kır, kişiliği zedele ve ehlileştir. 600 küsur mahkumun bu denli organize ve katılımcı bir biçimde kendilerini adım adım ölüme yatırabilmelerinin arkasındaki birinci neden budur.
En az bunun kadar güçlü ikincil bir nedense mahkumun siyasal ve kişisel varlığını şekillendiren taleplerin hem kültürel, hem toplumsal hem de siyasal alandaki haklılık payıdır. Daha doğrusu bu haklılığın arkasında oldukça güçlü bir toplumsal iradenin de varlığıdır. Bu irade 2000’deki açlık grevlerinde de vardı elbette. Toplumsal muhalefet (Kürtleri bir yana bırakırsak) bugüne göre hem daha çeşitli, hem daha dinamik hem daha kararlıydı. Bu seferkiyle kıyaslandığında ”sınırlı” denebilecek o iradenin dahi neler yaratabileceğini gördüysek bu defa endişelenmemiz için çok daha geçerli sebepler var, bu böyle biline. Mahkumların talepleri, bugün milyonlarca insanın nezdinde kültürel ve politik bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Savaşın bitmesi, onurlu bir barış ve bunun için gerekli somut demokratik adımların atılması iktidarı destekleyen birçok düşünürün nezdinde dahi ”doğruluk” payı taşımakta. Hepsinden öte Kürt sorununda onurlu, eşit, demokratik ve adil bir çözüm toplumsal ”rıza”yı da büyük ölçüde kazanmış durumda. Hem bu açlık grevlerini bugüne kadarki en geniş çaplı yapan hem de bu sorunu tüm şiddet yöntemlerine rağmen 30 yıldır var eden şey aynı: Toplumsal rıza.
Grevdeki eylemcilerle aynı politik duruşa sahip olsun olmasın hemen her Kürt, o eylemcilerin en temel insani taleplerini paylaşmaktadır. Bu topraklarda iktidara oy dahi verse ”devlet”le sorunu olmayan Kürt hemen hemen yok gibidir. Eylemcilerin en az ilki kadar güçlü ikinci bir dayanak noktası da işte bu realitedir. Gerek toplumsal yalıtma yoluyla tecrit (ki Kürt muhalifleri buna haklı olarak ”siyasal soykırım” demekte) gerekse de ”mahkumiyet” yoluyla tecrit, eylemciler açısından bardağı taşıran noktaya gelmiş durumda. Önemli bir kısmı KCK hükümlüsü de olan eylemciler, son dönemdeki siyasal tıkanmışlık ve aldatılmışlığa isyan ediyorlar. Fehmi Koru, pekala isabetle bu gerçeğin altını çizerek ”KCK operasyonlarıyla birlikte her şeyin ters gittiği”ni ifade etmekte. Bakalım iktidar muhitleri ”bir şeylerin ters gittiğini” ne zaman kabullenecek?
Uyarıyoruz!
Ölümle şaka olmaz, hele böylesiyle hiç. Arkasına bu denli güçlü bir kitle desteğini almış bu irade, ikinci bir ”hayata dönüş”ü de kaldırmaz. Geri dönüşsüz hasarlar ve ölümler geldiğinde bu eylemler korkarız ki yaygınlaşacak. KCK ile yutkunan, Roboski ile sarsılan, ”yeni konsept”lerinizle şaşkına dönen destekçiniz muhafazakar Kürtler bile adım adım ölümleri kaldıramaz. KCK ile ”bozulan faça”, yaşanacak muhtemel ölümler ve oburlu iktidar kibrinizle cilalı bir öfkeye dönecektir. Bu insanlar bedenlerini ölüme yatırıp kumar oynayan bir avuç ”maceraperest” değiller. Toplumsal bir ”hak ve irade”yi temsil ediyorlar. Hem de oldukça yaygın, güçlü ve rızayı cezbeden irade. Bu denli somut ve temel insani talepleri karşılamaktan yoksunluk olsa olsa oburlukla anlatılır. Oburluk, yiyebileceğinden daha fazlasını gözeten bir açlık halidir. Şu haliyle ”açlık” paradoksal biçimde muktedirin siyasal oburluğuna, yani açlığına işaret eder. Hayır efendiler, bu insanlar ”aç” değil! Bilakis açlık, anlamak istemeyenlerin yüzlerine çarptıkları ”yiyecek kırıntıları”dır…