Lütuf riyanın gölgesidir yahut latifi şah olan köyün çobanına fukara derler! Mahrumiyet, bir şeyden yoksun oluşu ifade eder. Aynı zamanda acz içinde oluşu anlatır. Letafetse ”güzellik, hoşluk” olarak çevrilse de, lütfa yani, varsıllığa ve sahip olduğu varsıllıktan bahşedene yüklenen vasıftır. Mistik anlam oyunları bir yana letafet, varsıl/zengin olanla yoksun (l) olan arasındaki ilişkiyi betimler. Bu […]
Lütuf riyanın gölgesidir yahut latifi şah olan köyün çobanına fukara derler!
Mahrumiyet, bir şeyden yoksun oluşu ifade eder. Aynı zamanda acz içinde oluşu anlatır. Letafetse ”güzellik, hoşluk” olarak çevrilse de, lütfa yani, varsıllığa ve sahip olduğu varsıllıktan bahşedene yüklenen vasıftır. Mistik anlam oyunları bir yana letafet, varsıl/zengin olanla yoksun (l) olan arasındaki ilişkiyi betimler. Bu bağlamda ”mahrumiyet” bir olgu ve durum tespiti olmaktan öte, yoksun ve yoksul olanın varsıl ve güçlü olanla arasındaki ilişkiyi belirleyen siyasal bir rejim ve davranış tarzıdır. Mahrum olmadan letafet; letafet olmadan mahrum olmaz…
Kültürel bağlama dikkat edilirse, mahrumiyetle letafet arasındaki ilişkiyi tahakkuk eden normlar olduğunu görürüz: Edep. Bu ilişkide ”latif” (lütfeden) güçlü olandır ve latif olanın görevi varsıllığın edebini bilmek; mahrum olanın görevi de yoksunluğun edebini. İnsanlık tarihi boyunca yoksunluk-varsıllık yahut güç/iktidar-zayıflar/reaya arasındaki ilişki farklı biçim ve tonlara sahip olmakla birlikte bu şekilde tevarüs etmiştir. İktidar ve güç, ortaya çıktığı her yerde yoksul ve yoksun olana kendi edebince (meşrebince) seslenmiş ve gücünü ifade etmiştir. Bu ses tonu, daima yoksun olana gücünü hatırlatmış; nimetleri(lütfu) için şükran beklemiştir. Aynen şu sözlerdeki gibi: “Ben tuzağa düşürülmek şeylerine pek iltifat etmiyorum. Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz bu görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Tazminatı da açıkladık. Ama birileri istismar ediyor. Allah aşkına tazminatsa tazminat… Bizim resmi tazminatımız ötesinde yaptık. İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar.”
Bunlar Roboski’de onlarca köylünün öldürülmesinden (28 Aralık 2011) sonra, Başbakan’ın olaya ilişkin ilk ve en net açıklaması: 5 ay sonra(21 Mayıs 2012) Hata(?)yı kabullenmek bir yana, üste çıkan ve komplo üreten kibirli bir dil. Üstelik parasını da teklif etmiş. (Bu tazminat işine ayrıca değinmek lazım. Şimdilik şunu belirtelim: Kan parası bile bu kadar kibirli verilmez!) Burada kalsa iyi, daha beter bir şey yapıyor: ”Biz başından beri ne burada Kürt varlığını inkâr ettik, ne kendi aralarında Kürtçe konuşmalarını engelledik, ne de kültürel varlığını yok saydık. Ne de yatırımları durdurduk. ‘Resmi dil Türkçe’ demişizdir. Benim söylemediğim şeyi söyledi dedi parti genel başkanı (Demirtaş). Tek dil demedim. Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Israrla söylemeye devam ediyorum. Eğer samimilerse oturur konuşuruz.” Bu sözler çok eleştirildi, tekrar etmeyeceğim. Dikkat etmemizi istediğim, sözlerdeki ”lütufkarlık”. Latif (varsıl ve tabii muktedir) olmanın verdiği güçle ”ne istenirse(!) verdik” deniyor. Latifin söylemi bazen değişir gibi görünse de sözcüklerdeki tonlama da değişmiyor: ”Kimse bizden daha fazla Kürt değildir”. Sayın Bakan af buyursun, ”bu ülkeye komünist lazımsa o da biz oluruz” diyor.
Dünden bugüne letafet
Haklarını yemeyelim, eskiler kimliğini ve varlığını külliyen reddederdi ancak genel olarak şu görüş savunulurdu: ”Bölge gelişmemiş, çok yoksul; orayı Paris yaparsak sorun biter.” Zannımız o ki ne sorun bitti ne de bölge gelişti. Eskinin dili, bugün de devam etmekte. Kapitalizmin Türkiye seyrinde halihazırda aşağı yukarı AKP olmasa da benzeri yapılabilecek, hatta yapılmaması ”anormal” olan yeni yollar ve birtakım alt yapı hizmetleri büyük başarılar ve hizmetler olarak sunulurken ekseri sermaye kesimlerini teşvik edip büyütecek finans ve vergi kolaylıkları ”topluma hizmet” olarak gösterilmekte. Bu hizmetin ve teşviklerin öncelikle hangi topluma yapıldığıysa biraz sorunlu: ”22 Ekim Van depreminin ardından afet bölgesi ilan edilmeyen ve eksi 20 derecede çadırın reva görüldüğü Van, AKP’li müteahhitler tarafından parsellenmiş.” THY ve taşeron/esnek çalıştırma örneklerinde görüldüğü gibi, işçilerin sendikal örgütlülüğünden kıdem tazminatı vb sosyal güvencelerine değin birçok konuda son derece ”saldırgan” tutum takınan iktidar; iş sermaye ve burjuvazinin teşvikine (elbette bu da sınıfsal bir dayanışma örneğidir!) bir o kadar sevecen ve bonkör. Tarihsel bakıldığındaysa, bu konuda ciddi bir paradigma değişimi yaşandığı da gözlenmekte: Önceden ”Kürt iş adamlarının ölüm listeleri” hazırlanırken; artık, yeni Kürt burjuvazisi bilakis desteklenip rejime entegre edilmeye çalışılmakta. Letafet elbette burada da devreye giriyor: Bölgesel asgari ücret konusunda ”geri adım” (şimdilik) atılırken, güvencesizlik ve örgütsüzlüğün daha yoğun yaşandığı Doğu ve Güney doğu bölgelerinde ”yeni teşvikler” devreye sokuluyor. Bölgenin hali hazırdaki kültürel ve ekonomik şartları göz önüne alındığında ”bölgesel asgari ücret” uygulamasına gerek de kalmıyor. AKP iktidarı latif ”sermaye teşvikleri” ve ” yatırımlarla” övüne dursun büyük ve küçük baş hayvancılıkta yaşanan gerilemelerden sonra tarihte ilk defa saman ve hayvan yemleri ithal edeceğiz.
Mantığın iflası
Letafetin bir tür mahrumiyet siyasası olduğunu söylemiştik. Güç ve ihtişama gönderme yapan letafet, latif olanın kendini ve bilgisini ”mutlak” görmesine dayanır. Bu mutlakıyet ve kendini ”dev aynasında görme” aynı zamanda ciddi bir iktidar körlüğüne de sebebiyet verir. Birçok aydın ve entelektüelin de gözlemlediği gibi, bu öyle bir körlük ve kibirdir ki ”biz”le başlayan her cümle yerini zamanla ”ben”e bırakır. Ben-lik yanılsaması, bittabi mantığın da tükendiği yerdir: ”Teröristi kucaklayana ben nasıl siyasetçi diyebilirim, onlara siyasetçi gözüyle bakamam ki. Durum böyle bir noktaya gelmiş. O günkü 9 milletvekilinin gösterdiği tablo yenililir yutulur bir tablo değil. Böyle bir milletvekili tanımıyoruz. Ama şiddetle, tacizle parlamentoya gönderdiği için kabullenmek zorunda kalıyoruz. Yoksa bunlar milletimizin gönderdiği vekillerdir diye bakamam.” 35 vekili milletin seçmediği gibi ”Aygün’ü örgüt kaçırmamıştır”. Öyle ki Başbakanımız araştırma yapmış, milletimiz de ”kaçırılmamıştır” demiştir. Neden? Çünkü, Aygün ”terörist” diyememiştir.
Şöyle bir ÖSS sorusu soralım: Su deniz seviyesinde 100 derecede kaynar, kaynar su da çıplak elle dokunursanız yakar. Ali, kaynar suya dokunmuştur ama yanmamıştır: Çünkü ”ahh” dememiştir! Cümledeki mantık hatasını bulunuz?
A. Ali yanmamıştır. B. Ali kaynamamıştır. C. Su kaynamamıştır. D. Su 100 derecede kaynamaz. E. Ali kaynar sudur.
Burada kalsa iyi, asıl bomba şimdi geliyor; Açıklama ”Bu 66 ay meselesinde gidip rapor alanları ben evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum. Niye? ‘Benim evladım geri zekalıdır’ diyor.” Ücretli öğretmenlik yaptığım dönemde okuldaki sendikalı bir kadın sınıf öğretmeninin sözlerini aktarayım: ”Eskiden çocukların burunlarını silerdik, artık popolarını temizleyeceğiz!” Acı ama gerçek: Ne alt yapının ne de sosyo-kültürel yapı
nın müsait olduğu bir düzenlemeyi böylesine pervasız bir cüret ve keyfiyetle yaparsanız olacağı budur…