AKP iktidarının muhalefetin büyüyebilecek gücünden korktuğu için kimi noktalarda geri adım attığı bir gerçek. Tıpkı bütün zaaf ve yetersizliklerine karşın mücadelenin de büyüyen bir gerçeklik olması gibi. Ancak, 4+4+4’e karşı örgütlenen muhalefet, olması gereken güce, ulaşması gereken hedefe henüz ulaşamadı. Haklarını teslim etmek gerek, “Allah için” gerçekten çok debelendiler. Varlarını yoklarını ortaya döktüler. Bakanlığa yerleştirdikleri […]
AKP iktidarının muhalefetin büyüyebilecek gücünden korktuğu için kimi noktalarda geri adım attığı bir gerçek. Tıpkı bütün zaaf ve yetersizliklerine karşın mücadelenin de büyüyen bir gerçeklik olması gibi. Ancak, 4+4+4’e karşı örgütlenen muhalefet, olması gereken güce, ulaşması gereken hedefe henüz ulaşamadı.
Haklarını teslim etmek gerek, “Allah için” gerçekten çok debelendiler. Varlarını yoklarını ortaya döktüler. Bakanlığa yerleştirdikleri tüm kadroları deli divane çalıştırdılar. Bütün valileri, kaymakamları işlerin takipçisi yaptılar. Polislerine “telefon tacizciliği” görevi verdiler. Yetmedi kıyıda köşede kalmış ne kadar tarikatçı bozuntusu eleman varsa koşturdular. Yalakaları olmuş patronlara neredeyse zorla bina ve prefabrik binalar yaptırdılar. Yetmedi, olumsuzluklar medyaya yansımasın diye medya patronlarını sıkıştırdılar, suni gündemler yarattılar. O da yetmedi, kendi tabanlarındaki 4+4+4 karşıtlığını bastırmak için eski korkuları hortlattılar: sadece laikler bu işe karşı çıkarlarmış! Tayyip, artık yapacak başka bir şeyi kalmadığında Emine Hanım’ını bile yardıma çağırdı. “Bildiği yanıldığına yetmeyen” o şahsiyet de 40 yıllık politikacı, akademisyen, eğitimci ve bilumum diğer “sıfatlarını kullanarak” 4+4+4’ün ne kadar mükemmel bir ucube olduğunu bizlere anlattı ve ekledi: “Anneler, babalar, bu öğrencilerimizin velileri hiç endişe etmesinler, onlar bize emanetler”miş.
Karşı çıkanlara tahammülleri yoktu. Ufak ayrıntılarda bile olsa eleştiri getirenleri bertaraf edebilmek için terörize etmekten çekinmediler. Kenara ilk çekilen TÜSİAD’cılar oldu. Bu arada netameli konulara karışmamaya özen gösteren diğer şahsiyet, yani Abdullah Gül ise kulağının üzerine yatmakla meşguldü.
Bu kadar panik, bu kadar canhıraşlık, bu kadar yırtınma boşuna değildi elbette. Çünkü ortada her yönüyle ucube bir yasa ve onun uygulamasında atılan her adımda çıkan büyük sorunlar mevcuttu. Ve bu duruma karşı oluşturulan en ufak muhalefet bile büyümeye aday ve “yapılmak isteneni” çıkmaza sokabilecek bir potansiyele sahipti. Kaldı ki bu “ufak muhalefetler” çoğu yerde işlerine engel oldu ve onları projelerini revize etmeye, değiştirmeye zorladı. 4+4+4’e, henüz işlerin en başında olunmasına rağmen dört dörtlük başlayamamalarının en önemli nedeni de bu “ufak muhalefetler” oldu aslında.
İktidarın en büyük avantajı, düzeniçi muhalefetin kurallara bağlı muhalefet tarzı oldu. Kuşkusuz bu zihniyetin en köklü temsilcisi olan CHP, tüm ülke çocuklarının geleceğini olumsuz etkileyecek bu girişim karşısında yine etkisiz kaldı. Komisyonda çıkarmaya çalıştığı itiş-kakışın, Meclis oylamasında kullandığı olumsuz “oy”un dışında yaptığı “en ileri iş” 4+4+4’ü Anayasa Mahkemesi’ne götürmek oldu. Oysa sadece parti çıkarından bile baksalar, AKP’lilerin “arka bahçemiz” dediği İmam Hatiplerin (özellikle orta kısımlarının) yeniden yeşertilmesinin, CHP’nin iktidar olma ihtimalini (hatta ana muhalefet olma ihtimalini) tamamen ortadan kaldıracağı aşikar. Ne yazık ki sistemin kurallarına, kurumlarına bağlı kalınarak muhalefet etme zihniyetinin yerleştiği bu kafalar, hala, “yapabileceğimiz her şeyi yaptık, daha ne yapalım” diyebilme meşruluğunu ve sözde haklılığını kendilerinde görebiliyorlar.
Bu zihniyetin benzer yansımalarını toplumun diğer kesimlerinde hatta toplumsal muhalefetin örgütlü kadrolarının büyük bir kısmında bile görmek, mücadelenin sürekliliği ve büyütülmesi açısından ciddi bir sorun olarak görünüyor. Hatta 4+4+4’e karşı mücadelenin önemli merkezlerinden biri haline gelen ve eğitim alanının en örgütlü gücü olan Eğitim-Sen’in yönetici kadrolarının mutlaka gözden geçirmesi gereken zaaflı eğilimleri bulunuyor. Bu bakımdan 4+4+4 karşıtı mücadele birikiminin ortaya çıkardığı derslerden yararlanılması, mücadelenin güçlendirilmesi açısından faydalı olacaktır.
Çıkarılması gereken ilk ders, 4+4+4 yasasının sadece eğitimcilere yönelen bir saldırı ve sadece onları ilgilendiren bir sorun olarak “algılanması”na yöneliktir. Mücadele, en genel anlamıyla “eğitim hakkı mücadelesi” olarak görülmelidir; mücadelenin sadece üyelerinin mesleki çıkarlarını korumaya indirgenmesi daraltıcı olmaktadır. Çıkarılan metinlerde, afişlerde genele yönelik mücadele çağrılarının olması, bu darlığı telafi etmek için yeterli olmamaktadır. Ortada bir gerçek ve hayata geçirilmiş bir süreç mevcut. 4+4+4 saldırı programının sadece eğitimcileri ilgilendirmediğini gören “birileri”, bunu engellemek için bu saldırıdan olumsuz etkilenecek bütün kesimler ile eşit ve ortak bir mücadeleyi önüne koyar ve bunu eşit bir hukuk üzerinden örgütler. Yani 4+4+4’e karşı “büyük eğitimci yürüyüşü”nü değil, 4+4+4’e karşı “eğitim hakkı yürüyüşü”nü örgütler. Bu sorunun muhatapları sadece kürsüye çıkan Eğitim-Sen Başkanı ve KESK Başkanı mıdır? Nerede veliler ve nerede özellikle öğrenciler! Onları karar aşamalarında, yürüyüş kolunda, temsiliyette görebildik mi? Özellikle öğrencileri! Eğitim-Sen’lilerin çok önemli bir bölümü bile hala öğrencileri eğitim hakkının asıl muhatapları olarak görmüyorlar. Eğitim-Sen bu mücadelenin tek örgütü olacaksa bunun hakkını vermelidir ve aynı zamanda kapılarını (örgüt mekanizmalarını) velilere ve öğrencilere açmalıdır.
İkinci ders; eğitimci olmakla bakanlığın kadrolu memuru olmak arasındaki farkın ortaya konamamasıdır. Eğitim-Sen’in örgütlü kadroları 4+4+4’ün uygulamada çıkardığı aksaklıkları gidermekle yükümlü değillerdir, üstelik tam tersine bu aksaklıkları öne çıkarmakla yükümlüdür. 4+4+4 ucubesini asıl işlemez hale getirmesi gerekenler Eğitim-Sen üyeleridir. Eğitim-Sen yöneticilerinin ilk yapması gereken açıklama (ve elbette iş) “kendi üyelerinin eğitim hakkı mücadelesinin neferleri” olduğudur.
Üçüncü ders, siyasal grup çıkarının öne çıkarılmasına ilişkindir: 1- Siyasal grubunuzun çıkarı halkın genel çıkarının üzerinde değildir, ilk gözetmeniz gereken halkın genel çıkarını gözetmektir. Temsil edilen kurumun eğitim hakkı mücadelesinin önemli bir bileşeni ve eğitim emekçilerinin kolektif iradesinin temsilcisi (Eğitim Sen) olduğununun unutulması ve aidiyet hissedilen siyasi grupların temsilcisi refleksiyle davranılması ciddi bir zaaftır. 2- Siyasal grubunuz, toplumsal muhalefetin tüm görevlerini yerine getiren, toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerini içinde barındıran, toplumsal muhalefetin öncü ve kapsayıcı örgütü (grubu) değildir. Öyleymiş gibi davranarak hem toplumsal muhalefeti hem kendinizi kandırmış olursunuz. (Treni sallamak sadece gidiyormuş görüntüsü verir, trene yol aldırmaz ve içindekilere de elbette.) 3- Siyasal grubunuzu büyütmenin yolu diğer gruplara çelme takmaya çalışmaktan geçmez. Bu konuda ne kadar “deneyimli” ne kadar “becerikli” olursanız olun takip edilen değil takip eden olursunuz.
Hatırlanacak ve hatırlatılacak olan bir “söz”le ve bu eleştirilerin ortadan kalkacağı beklentisiyle noktalamak gerek. Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız’ın 15 Eylül’de Ankara’da yaptığı konuşma’dan: “Bugün 4+4+4’e karşı bu meydanda gösterdiğimiz anlamlı tepki, okulların açılacağı 17 Eylül’den itibaren okullarımızda, mahallelerimizde, işyerlerimizde yürüteceğimiz çalışmaların başlangıcıdır. Öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve velilerimizle; eğitimde 4+4+4 dayatmasına ‘hayır’ diyen tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte mücadele bayrağını daha da yükselteceğimize söz veriyoruz.”
AKP iktidarının muhalefetin büyüyebilecek gücünden korktuğu için kimi noktalarda geri adım attığı bir gerçek. Tıpkı bütün zaaf ve yetersizliklerine karşın mücadelenin de büyüyen bir gerçeklik olması gibi. Ancak, henüz, 4+4+4’e karşı örgütlenen muhalefet, olması gereken güce, ulaşması gereken hedefe ulaşamadı. Bunun nesnel nedenleri bir kenara, öznel eksikliklerin giderilmesi zorunlu. Çünkü bu mücadele şu an bitmemiş ve karşı taraf için de hayata geçirilerek sonuçlandırılmamış durumda. Üstelik Eğitim-Sen Genel Başkanı’nın dediği gibi “okullarımızda, mahallelerimizde, işyerlerimizde yürüteceğimiz çalışmaların başlangıcıdır.” O yüzden tekrar etmek gerekirse “öznel eksikliklerin giderilmesi zorunlu.”
4+4+4 eğitim modelinin asıl mağdurları olan öğrenciler ve velilerin örgütsüz oluşu, bu mücadelenin büyütülememesinde en büyük sorun. Alternatifinin olmadığı koşullarda velilerin örgütlenebilecekleri tek yapı olarak “okul aile birlikleri” kalıyor. Buralar ise okul idarelerinin güdümünde para toplama mekanizmaları olarak işletiliyor. Ancak bu yapıları görmezden gelmek, yok saymak mücadelenin bir yönünü eksik bırakmak olacaktır. Bundan sonraki uygulama adımlarında devletin okullara sağlayacağı ödeneğin azalacağı, ilgisinin özel okullara yoğunlaşacağı düşünüldüğünde bu yapılar daha fazla ön plana çıkacaktır. Özellikle öğrenci velisi devrimcilerin bu yapılarda bulunması bir tercih değil, bir zorunluluktur. İki seçenekle karşı karşıyalar: Ya bu yapıları doğrudan karşılarına alacaklar ya da bu yapıları mücadelenin aktif bileşeni haline dönüştürecekler.
Öte yandan, Eğitim Hakkı Meclisleri, eğitim hakkı mücadelesinin en uygun formudur. Eğitimcilerin, öğrencilerin ya da velilerin her birinin kendi alanına özgü ayrı mücadele örgütleriyle bu sürecin bütünsel gereklerini yerine getirebilmeleri mümkün değil. Bu meclislerin başarısı ise nitelik ve niceliklerine bağlı. Bu yöndeki girişimlerin, başlangıç halindeki çalışmaların bir an önce gerçek-kapsayıcı bir meclise, bir mücadele aracına, bir çekim merkezine dönüştürülmesi gerekiyor.
Öznel eksiklerin belki de en önemlisi 4+4+4’e karşı siyasal bilincin yaygınlaştırılması. Örneğin, 1 Mayıs için alanlara çıkmayı bir siyasal görev olarak görenler, eğitim hakkı mücadelesini bir siyasal sorun olarak görmüyorlar. Ya da tersinden barınma hakkı mücadelesi için mahallesine barikat kurup çatışmayı göze alanlar, eğitim haklarına yapılan saldırının aynı programın parçaları olduğunun ayırdında değil. Bu durum ise kendiliğindenliğe bırakılarak giderilemez. Sorunun mağdurları “örgütlü değil”, örgütlü olanlar ise sorunun muhatabı olduğunun “farkında değil!” Devrimcilerin önünde duran görev tüm açıklığıyla ortada; mücadeleyi, mücadelenin bileşenlerini örgütlemek ve siyasal bilinci olabilecek en geniş çerçeveye yaymak/genişletmek.
AKP iktidarda olduğu sürece hiçbir zaman gündemden düşmeyecek, sorunlar bitmeyecek. Ancak görülmelidir ki eğitim hakkı mücadelesi uzun erimli bir mücadeledir. Bugün 4+4+4 yasasına karşı yükselen mücadele, uzun erimli eğitim hakkı mücadelesinin sadece bir parçasıdır. Bugün dar anlamıyla AKP gericiliğine karşı “yasa karşıtlığı”yla gündeme gelen mücadele, geniş anlamıyla sermaye iktidarına karşı hak mücadelesi adımlarıyla genişleyecektir. Bu bakımdan, 4+4+4’e karşı mücadele; AKP iktidarının gerici-cinsiyetçi-şovenist-piyasacı eğitim sistemine karşı mücadeledir. Bu politik gereklilik, halkın hakları hareketini yaratma iddiasında olanlara önemli görevler yüklemektedir. Bilinmeli ki hak mücadelesinin yenileyici pratiklerinde toplumsal muhalefetin zaafları ve yetersizlikleri aşılacak ve eğitim hakkı mücadelesinin yükseltilmesi, geliştirilmesi ve kurumsallaştırılmasıyla mücadele neoliberal sermaye iktidarına karşı sağlam mevzilere kavuşacaktır. “Yeni bir muhalefet tarzı” olmasının, yani köklü mücadele geleneğine sahip olmamasının zayıflıklarıyla kendini gösteren eğitim hakkı mücadelesi hayata geçirildikçe, örneğin “4+4+4” geriletildikçe öğrenilecek ve öğretilecek. Sabit-hantal geleneklere ve kurumlara bağlı olmamanın “eksiklikleri” politik atılımlarda birer avantaja çevrilecek. Sermayenin gerici iktidarı orada olduğu sürece bizler de karşısında olacağız. Çünkü biz halkız, onlar da halk düşmanı.