Türkülerimizin eşsiz sesi ve türkülerimizin çağdaş yorumcusu Ruhi Su içinde bulunduğumuz 2012 yılında 100 yaşında. Aslında haklıdan, emeğin kavgasından yana saf tutmak denildiğinde Ruhi Su, çok değerli sanatçılarımız gibi mücadelemizde ve bilincimizde her zaman bizimledir, bizdendir. Onu her yaşında, her ölüm yıldönümünde ne denli yüceltsek, onurlu kişiliği önünde ne denli saygıya dursak azdır. Çünkü O, […]
Türkülerimizin eşsiz sesi ve türkülerimizin çağdaş yorumcusu Ruhi Su içinde bulunduğumuz 2012 yılında 100 yaşında. Aslında haklıdan, emeğin kavgasından yana saf tutmak denildiğinde Ruhi Su, çok değerli sanatçılarımız gibi mücadelemizde ve bilincimizde her zaman bizimledir, bizdendir. Onu her yaşında, her ölüm yıldönümünde ne denli yüceltsek, onurlu kişiliği önünde ne denli saygıya dursak azdır. Çünkü O, ülkemiz devrimcilerinin direnişçi kimlikleri karşısında diz çöküp saygısını sunmuş büyük bir sanatçıdır.
Ruhi Su’nun 100.yaş yılı dolayısıyla yurtiçi ve yurtdışında çeşitli etkinlikler düzenlendi. Hayat hikâyesi, sanatçı kişiliği üzerine bilgiler verilip, yorumlar yapıldı. 1912 yılında acıların, savaşın ve sürgünün tam orta yeri Van’da başlayan hayatının ilk yıllarında annesiz ve babasız kalarak, yaşamanın ağır bedelini daha baştan ödemeye başladı. Kimsesiz ve yoksul ağır yaşam koşulları içinde Ruhi Su doğuştan sahip olduğu basbariton sesine, incelikli müzik yeteneğine sarılarak sevdiği, bildiği işin ustası olmayı da dirençle başardı. Sanatçı kimliği, siyasal duruşu Ruhi Su’yu her zaman faşizmin hedef tahtasına oturttu. Son olarak hastalığı nedeniyle tedavi olmaya yurtdışına gitmesi gerektiği halde 12 Eylül düzeni bunu engelledi. Henüz 73 yaşında; sanatının, türküleri demlendirip çoğaltmanın, türkülerimizi gün geçtikçe evrensel bir boyuta yaymanın doruğunda olan ustamız 20 Eylül 1985’te aramızdan ayrıldı.
Sazı ve sözü toplumsal kimliğiyle bir bütündü
Ruhi Su ülkemiz devrimcilerinin direnişleri karşısında diz çöküp saygısını sunmuş biridir dedim. 12 Eylül faşizminin açıktan terörünü estirdiği yıllardı. Gözaltılar, işkenceler, tutuklamalar, toplu davalar, idam hükümleri… Tutsakların yakınları perişandır. “İdam” düşüncesi içeride evladı olan her ana-babanın uykularını karabasanlara dönüştürmektedir. Bir yanda ise içerde devrimciler faşizmin teslim alma, kimliksizleştirme politikalarına karşı direnmektedir. Dışarıda ise cezaevi önlerinde, mahkeme kapılarında tutuklu yakınlarının feryatları yükselmekte; aileler, ne yapsak, ne etsek de idamların ve baskıların önüne geçebilsek diye pervane olmaktadırlar.
O süreçte içinde bir arkadaşımın annesinin de olduğu bir grup aile, ellerinde kâğıt kalem, bilebildikleri yazarları, sanatçıları arayıp sorarak idamlara karşı imza topluyorlardı. Kimi yazarlara Cağaloğlu’ndaki kitapçılar aracılığıyla ulaşıyor, kimi sanatçı ve yazarlara da daha dolaylı yollardan erişebiliyorlardı.
Bazı yazar ve sanatçılar sessiz sedasız içtenlikle imzasını verirken, bazıları da kaçıp görüşmeyi reddeder. Tutuklu aileleri telefonla randevu aldıkları Ruhi Su’nun Şişli’deki kapısını çalarlar. Bu sırada Ruhi Su’nun hastalığı da ilerlemeye başlamıştır. Kapıyı Sıdıka Su açar. Konuklarını evlerinin başköşesine buyur ederler. Tutuklu yakını bir baba Su ailesine yaşanan malum günleri bir de kendi tanıklıkları çerçevesinde anlatarak, devrimcilerin Metris’te ve başka cezaevlerinde ölümüne direndiklerini ve bu nedenle yoğun saldırılar yaşadıklarını; idam cezasına çarptırıldıklarını anlatıp, idamlara karşı bir imza talep ettiklerini dile getirir. Ruhi Su bu sözler üzerine saygılı bir edayla tutuklu ailelerinin karşısına geçerek diz çöker ve “Kızlarım ve oğullarıma selamımı söyleyin. Ben bu imzayı asıl onların karşısında diz çökerek atmak isterdim” deyip imzasını öyle atar.
O gün Ruhi Su’nun da evine giden ana babaların çoğunluğu hayatta yok. Hayatta kalabilenlerin ise böylesine küçük bir ayrıntıyı belki de hatırlayabilecek hali yok. Ancak böylesi küçük bir ayrıntıda Ruhi Su’nun sesinden, sanatından öte emekten yana erdemli yüce bir insanın duruşu saklıdır. Devrimci kişiliği sanatını biçimlendirirken, sanatı da O’nun duruşuna içerik kazandırmıştır.
Ruhi Su 20 Eylül 1985 tarihinde aramızdan ayrıldığında cunta faşizminin açıktan icraatları Özal eliyle sürüyordu. Henüz ’80’li yılların ilk grevi olmamış, ilk öğrenci derneği kurulmamış, ilk basın açıklaması denilebilecek sokak eylemi yapılmamıştı. Ortada faşizmin saldırıları karşısında sessizlik hâkimdi. Bir yanıyla kim kaldı, kim direnecek, kim başlayacak, kim başlatacak henüz belirsizdi. Böylesi bir atmosferde büyük ustamız Ruhi Su’nun cenazesi Şişli Camii’nden kaldırılacaktı. Okuldan birkaç arkadaş ‘keşke cenaze kalabalık olsa bari’ umuduyla cenazeye yollandık. Katılımın beklenenden çok olması doğrusu gözlerimizi yaşarttı. Aynı şekilde diğer katılımcıların da yüzü, uzun yıllar yer altında yaşayıp güneşe çıkmış gibi aydınlanmıştı. Tanıdık yüzler, cunta öncesinde tanışık olanlar böyle bir ortamda birbirlerini görmenin heyecan ve sevincini ayrıca yaşıyorlardı.
Cenaze Zincirlikuyu’ya götürülecekti ama rastgele toplanan kitlenin Zincirlikuyu’ya gideceğine dair bir program veya duyuru yoktu. Böylesine sessiz bir cenaze ortamının etrafı da sıkı bir çevik polisi ablukasındaydı. Cenaze ön kapıdan çıktı ve ardından ufaktan ufağa bir kıpırdanma… Gözler Ruhi Su’nun son yolculuğuna kilitlenmişti. Bir adım iki adım derken dipte polis duvarı. İşte o anda halkın faşizme karşı biriken öfkesi aynı anda “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganıyla patladı. Hani espri icabı “Allah söyletti” derler ya öyle gibisinden oldu! Bu slogan o an Ruhi Su’yu ölüme götüren faşizmin suratına atılmış bir tokat gibiydi. Ne kendiliğinden toplanan kitle, ne de devlet böyle bir sloganı beklemiyordu. Yıllardır asker polis zulmüyle sindirilen halkın orada hali hazır polis ordusunu görünce gıkını çıkarmayacağı düşünülmüş olmalı ki gerçekten şaşkındılar. Sloganla birlikte cenazeyi takip etme kararlılığı iyice açığa çıkmıştı. Artık kafa göz yarılsa bile Ruhi Su toprağına yalnız yürümeyecekti. Adımlar ileri atıldıkça polis geriye düştü. Binlerce insan faşizme öfke dolmuştu. Karşımızda duran polis barikatı bu öfkeyi daha da arttırıyordu. Ruhi Su’dan ayrılmak istemeyen kararlı kitle birkaç adımda, o zaman belediye otobüslerinin seyir ettiği beton kalıplardan oluşan tercihli yol bariyerini bir çırpıda aşarak caddeyi “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganlarıyla doldurdu. Fiili yürüyüş böyle başladı. Cadde kapandıktan sonra polis şeflerinin kaldırımdan yürütmek için yaptığı ikazlar da işe yaramadı. Kitlenin önünü Mecidiyeköy’de kesme girişimi de kararlılık karşısında işe yaramadı. Yürüyüş Zincirlikuyu’ya kadar böyle sürdü. Devlet hem Ruhi Su’nun anısına hem halkın sahiplenişine tahammülsüzdü. Polis üstündeki şoku atana kadar kitlenin önü Zincirlikuyu’ya varmıştı bile. O arada Zincirlikuyu’ya takviye getirdikleri polisi kitlenin üzerine salıp, yakaladıklarını gözaltına almaya başladılar. Ertesi gün gazeteler Ruhi Su’nun cenazesini 12 Eylül sonrasını ilk kitlesel eylemi şeklinde yazarak, 163 kişinin de gözaltına alındığını duyurdular. Şişli Meydanı, bir de son yolculuğunda Ruhi Su’ya böyle ses vermişti.
Bundan bir yıl sonra birinci ölüm yıldönümünde ailesi Ruhi Su’nun anısına Dostlar Tiyatrosu’nda bir etkinlik organize etmişti. Ölümünden sonra, yıldönümü etkinliğine yetiştirilmek üzere çıkan “Ekin İdim Oldum Harman” adlı albümünün de tanıtımı yapılacaktı. Tiyatro salonu tıkış tıkıştı. Hazırlanan sinevizyon gösterisini salondakiler Ruhi Su sahnede canlıymışçasına nefesini tutarak izledi ve etkinlik bitiminde “Ruhi Su’lar Ölmez” sloganı, kendiliğinden ve Ruhi Su’nun sesine karışmak istercesine yükselmişti.
“Sıcaklığını yaşanmışlıktan alan türküler, Ruhi Su sesiyle, yorumuyla bir yol, bir yordam oluşturmuştur.”*
Çok kimlikli, çok uygarlıklı Anadolu’nun yakılan türkülerini çağdaş bir üslupla, üretimden, emekten yana bir bakış açısıyla yorumlayıp seslendirmek ancak böylesi bir sese ve sanatçıya yakışırdı. Türkülerinin geniş çevreler tarafından sevilmesi, ulusal sınırlar dışında benimsenmesi ise bu yüzdendir. Yunus Emre, Pir Sultan, Köroğlu, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Ali İzzet… Ruhi Su halkın sazı sözü olan ozanların sesini sesine katıp, endüstri kentlerinde emeğin mücadelesine köprüler kurması, halkın geçmiş kültür birikimi karşısında duyduğu sorumluluk ve gösterdiği çaba boşuna değildir.
Ruhi Su’nun “Türkü söylemek benim için bir aşk halidir” dediğini herkes bilir. Ruhi Su’yu dinlemek ise ondan öte bir aşk halidir. Ruhi Su dinleyicileri o hali bu nedenle tarif edemez. Ali Yüce’nin, “Çağını imzaladı Ruhi Su ” şiirindeki “İki genç geldi/Ruhi Su’nun imza gününe/Biri oğlan biri kız/Gencecik iki genç …Ruhi Su’nun önünde/Çiçekli iki dal gibi/Eğildi iki genç/Sesini öpecektik olmadı/Elini öpmeye geldik dedi/İncecik iki genç” dizelerinde geçen “Sesini öpecektik” sözü, Ruhi Su’nun sesinin tarifsiz tadını anlatmak açısından çok anlamlıdır.
Kimsesizlik, yokluk yoksulluk ve acılar içinde sesini eğiten büyüten, enstrümanını sesine eş edip yüzyıllar öncesinin çığlıklarını çağımıza eriştiren, işten atılma, işkence, hapis, sürgün türlü engellemeler altındaki hayatında halktan yana tavrını ve dostluğunu elden bırakmayan Ruhi Su’nu düşü ve umudu yine emeğe dairdi: “Dünyaya gel/İnsan Başlasın/Tanrıyı Bul/Korku Başlasın/Ağalık beylik/Bir bir başlasın/Bin yıl, on bin yıl/Bunca emek ,bunca yıl/Nemrut bitirsin/Süleyman başlasın/Sen ki dünyayı cennete çevirdin/Dünyaya hükmün başlasın”
*(Sıdıka Su, Karabey Aydoğan’ın “Ruhi Su Türküleri” kitabındaki tanıtım yazısından)