“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Sabri Yirmibeşoğlu Atatürk’ün ölümünden sonra tek partili dönemin İsmet İnönü’lü Milli Şef devri başlamıştı [1]. 1938’den 1946’ya kadar süren bu dönem Türkiye tarihinde, 5 yıllık kalkınma planları, küçük yaştaki yetenekli çocukların müzik ve spor alanlarında desteklenmesi, Köy Enstitüleri’nin açılması gibi olumlu sayılabilecek […]
“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”
Sabri Yirmibeşoğlu
Atatürk’ün ölümünden sonra tek partili dönemin İsmet İnönü’lü Milli Şef devri başlamıştı [1]. 1938’den 1946’ya kadar süren bu dönem Türkiye tarihinde, 5 yıllık kalkınma planları, küçük yaştaki yetenekli çocukların müzik ve spor alanlarında desteklenmesi, Köy Enstitüleri’nin açılması gibi olumlu sayılabilecek gelişmeler yaşanmıştır. Bunların yanı sıra Yatılı Bölge Okulları, Halk Evleri, Köy Enstitüleri ve Yetiştirme Yurtları ve bunlara benzer diğer asimilasyon kurumları resmi ideolojinin temel kurumları halini almış, Varlık Vergisi ile gayri-Müslimlerin ‘zenginlikleri’ güvensizleştirilmiştir. Özellikle Türk Ocakları ile paralel minvalde açılan Halkevleri’nde Türk milletinin tarihi, Türk dili ve edebiyatı, kültürü gibi çeşitli Türkçü konular işlenmiştir. 40’lı yıllarda çıkarılan Varlık Vergisi ise Kasım 1942’de kanunlaşan, 2.Paylaşım (Dünya) Savaşı yıllarının ekonomik güçlüklerini aşmayı hedefleyen ve edinilmiş servetlere ve karlara yönelik çıkarılan bir defalık vergi olarak tarihe geçmiştir [2].
Varlık Vergisi’nin önemi, gayrimüslim azınlık, tüccar ve işadamlarına büyük darbe indirmesi ve çoğunun izleyen yıllarda ülkeyi terk etmesine yol açmasıdır. 17 maddeden oluşan yasaya göre; büyük çiftçiler yanında, büyük gayrimenkul sahipleri ve şirket ortakları bu kapsamda değerlendirilmiştir. Kimin ne kadar vergi vereceği ilin veya ilçenin en yüksek mülki amirinin başında olduğu bir komisyon tarafından belirleniyordu. Saptanan oran ve vergi miktarına karşı itiraz olanağı yoktu. 15 gün içinde belirtilen miktar ödenmeliydi. Bunu izleyen 15 gün içinde eğer ödeme yapılmıyorsa çalışma kamplarına gönderiliyorlardı. Verginin tahsili için yakın akrabaların servetlerine de el konuluyordu. Müslümanların ve yabancıların servetlerinin 1/8’inin, dönmelerin servetlerinin 1/4’ünün, gayrimüslimlerin servetlerinin de yarısının vergi olarak alınması isteniyordu. Bu vergi Türkiye çapında 114 bin 368 kişiye uygulanmıştır. Çalışma kamplarına gönderilmek üzere toplanan 2057 kişinin 1229’u İstanbul’dandı. Bunlardan 21 kişi kamplarda ölmüştür (öldürülmüştür) [3].
Tek parti devri sona erip daha “halktan” olan gerçek “demokrat” bir parti iddiasındaki Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Adnan Menderes döneminde de, geleneksel devlet yapısı tek devlet, tek millet ve tek bayraktan çıkmamış, buna bir de tek din söylemi eklenmiştir. Aynı dönem komünist yetiştirdiği gerekçesiyle Köy Enstitüleri kapatılmıştır. Tarih 6 Eylül 1955’i gösterdiğinde, tarihe 6 -7 Eylül Olayları olarak geçecek olan hadise başlamıştı [4]. O günler, İstanbul’da özellikle Beyoğlu ve büyük adada yaşayan azınlıklara yönelik katliam ve yağma hareketinin olduğu günlerdi. Adnan Menderes’in Kıbrıs konusundaki gerilimlere karşı koz olarak planladığı, çevre illerden bile çapulcuların ellerinde kazma, kürek ve bayraklarla beraber kamyonlarla taşındığı ve emniyet güçlerinin çıkan arbedeye uzun süre müdahale ettirilmediği elim bir olaydı. Atatürk’ün evinin bombalanması asparagasının ise o dönem İstanbul Ekspres gazetesinin yazı işleri müdürü olan Gökşin Sipahioğlu tarafından hazırlandığı iddia edilir. Bu olaydan sonra azınlıklardan öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz birçok zanaat ve bu zanaatların dürüstçe icra edilmesi olgusundan mahrum kalmış ve sahtekârlığın, kısa yoldan köşe dönücülüğün hüküm süreceği bir ticaret ve iş hayatı olgusuna doğru ilerlemişizdir. Bu olaylardan uzun vadede en çok Türkiye zarar görmüştür böylece. Olayların seyri esansında Adnan Menderes “galiba biraz fazla ileri gittik” demiştir. Varlık vergisinden sonra İstanbul’daki sermaye değişiminin yeniden ivme kazanması ile sonuçlandığı iddia edilebilecek günlerin ardından Türkiye genelinin ve İstanbul özelinin azınlıklarımızın güvenini kaybetmesine ve akıllarına gelen ilk işin artık bu diyarlardan göç etmek olmasına yol açılmıştır. Bu da tabii ki azınlıkların gündelik yaşama kattığı renkleri soldurmuş, azınlıkların kendilerine has kültürleriyle toplum hayatına getirdiği canlılığı, efendiliği, medeniyeti ve gelenekleri yok etmiştir.
1970’lere gelindiğinde durum çok daha vahim bir hal almıştır. Artık devletin doğrudan hedefine Aleviler ve Kürtler girmiştir. O kadar ki Kürtlerin nereden geldiği dağdaki “Kart Kurt” sesine bağlanacak kadar zavallılaşmıştır. Zorunlu din derslerine ve mezhep olarak tanınmamayla karşı karşıya olan Aleviler ise artık bu dönemde katliamlara maruz kalmıştır. 25 Nisan 2012 tarihinde gazetelerde şu haber vardı: “12 Eylül yargılamasına müdahil olan 1978 Maraş katliamının organizatörü Ökkeş Şendiller (Kenger), Kenan Evren ile birlikte sanık sandalyesine oturacak. MİT’in 12 Eylül davasını yürüten mahkemeye gönderdiği belgeler arasında Maraş katliamını devlete çalışan Şendiller ile MHP yöneticilerinin organize ettiği ifade ediliyor. Maraş’ta 111 Alevi ve solcunun katili olan Ökkeş Şendiller, iki yıl önce Alevi örgütleri tarafından şehirde yapılmak istenen anma etkinliğine karşı ülkücü faşistlerin taciz ve tehditlerinin başında görülmüştü.”[6]. Maraş Katliamı sonrası 1980 Mayıs-Temmuz aylarında Çorum Olayları (Katliamı) yaşanmış ve Tercüman Gazetesi şöyle yazmıştı: “yapılan operasyonlar sırasında önceki günkü olaylarda öldürülmüş 5 kişinin cesedi bulundu. Ölenlerin sayısı 20’ye yükseldi. Savcı, operasyonlar sonucu 322 kişinin gözaltına alındığını bildirdi.” Maraş, Çorum derken faşizm önce cezaevlerinde Kürtlere İstiklal Marşı okutma, Alevilere namaz kıldırma, ardından 1993 senesinde 33 kişinin diri diri “inançlı Müslümanlar” tarafından yakılmasıyla devam ediyordu.
Gene aynı yılar, 90’lı yıllarda her gün coğrafyamızın doğusu çatışma ve ölüm haberleriyle inliyor, adam kaçırmalar, toplu tecavüzler, köy yakmalar, sokak infazları günlük hayatın bir parçası oluyordu. Devlet baba, tekrar gerçek yüzünü gösteriyordu.
*1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu’nun, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında verdiği demeç.
[1] Şerafettin Turan, İsmet İnönü – Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000, ISBN 975-71-2506-2 s. 1
[2] Siyasi Anılar 1939-1954, Faik Ahmet Barutçu, Milliyet Yayınları, s.263, (Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, Ayhan Aktar, İletişim Yayınları).
[3] Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Rıdvan Akar, Mephisto Yayınları, 2006.
[4] Rum azınlığa yönelik 6-7 Eylül terörü”, Cumhuriyetin 75. Yılı, Cilt 2 1954-1978, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 1998, ISBN 975-363-937-6, s. 392.
[5] “400 Kadına Tecavüz Edildi'”, Sabah gazetesi, 26 Eylül 2009.
[6] Ertuğrul Mavioğlu, “Maraş katliamında derin tartışma”, Radikal, 7 Ocak 2007.