“Türkçe, benim vatanımın dilidir, unutmam!” Sinop – Ayacıklı Baba Yorgo* Milliyetçilik, ulusalcılık ya da nasyonalizm en genel anlamda kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür [1]. Biraz eşeleyince başlangıç noktası […]
“Türkçe, benim vatanımın dilidir, unutmam!” Sinop – Ayacıklı Baba Yorgo*
Milliyetçilik, ulusalcılık ya da nasyonalizm en genel anlamda kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür [1].
Biraz eşeleyince başlangıç noktası olarak karşımıza Fransız Devrimi çıkmakta ve iktidarı devralan Burjuva sınıfının içerisinde yer aldığı yeni bir tanımlama oluşmaktadır. Buna göre milliyetçilik, ulusalcılık ya da nasyonalizm belirli bir bayrak ve ulusal sermaye etrafında toplanmış olan milletin veya ulusun yaşama ve ilerleme ülküsünün birliğidir.
1789 Fransız Devrimi ve 1776 Amerikan Devrimi ile birlikte milliyetçilik ile beraber vatanseverlik kavramı hayata gelmiş ve kurulu düzene “tabi” olan herkese “vatandaş” denmeye başlanmıştır. Özellikle 1800’lerdeki Latin Amerika Bağımsızlık Savaşları [2] ve Haiti Devrimi [3] ile yurtseverlik ve vatanseverlik kavramları kendilerine genişleme alanı bulmuşlardır. Bu durum, ulusal devletler çıkana kadar görece heterojen olan kavim/eyalet/devlet/beylik/imparatorluklar için homojenleşmesi gerekliliğini doğurmuştur. Ulus devletlerin var olmaya başlamasıyla bağımsız devletler kurulmaya başlanmış (Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Ermenistan; Avrupa Monarşileri’nin dağılması ve Çarlık Rusya’nın parçalanması), ulusal devletler içerisinde kökene, ırka, dine vb. bakılmaksızın herkesi tek bir millet, tek bir din ve tek bir tarih potasında eritmeye başlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti ise uluslaşma sürecini Avrupa’dan farklı olarak çok daha geç ve Osmanlı’nın parçalanması sürecinde yaşama geçirmeye çalışmıştır. 1908 Devrimi’nde (2. Meşrutiyet) Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Bulgarlar hep birlikte Yeni Türkiye’nin devrimini gerçekleştirmiş; fakat evrensel bir dille hazırlanan bu devrim 1900’lerin ortasından itibaren ileride İttihat ve Terraki’yi oluşturacak olan Jön Türkler diye anılan grubun ülkeyi homojenleştirme çalışmalarına dönüşmüştür [4]. 1. Paylaşım Savaşı’nda Almanya saflarında savaşa girilmesi, neredeyse delilik noktasında bir komutanla binlerce askerin Türkî Birliği sağlamak için soğukta donarak öldürülmesi, savaştan kaçan askerlerin Ermeni, Rum köylerine saldırması, daha Tehcir ve Mübadele öncesi bugün azınlık olarak geçen gayri – Müslimlerin “zorunlu göçü”, İslami kardeş kavim Kürtler eliyle Süryani, Keldani, Ermeni katliamları bu homojenleşme sürecini biraz daha hızlandırdı. Tarih 1917’yi geçip 1918’e geldiğinde geride buharlaşmış bir buçuk milyon Ermeni ve sürgünde kaybolmuş Karadeniz Pontusları’nı bırakıyordu. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte 1924 yılında yürürlüğe konulan Mübadele ise, “Türk” yurduna tek kelime Türkçe bilmeyen Yunanlı Türkleri, “gâvur Yunan” yurduna ise tek kelime Rumca bilmeyen Türkiyeli Rumları gönderiyordu. O yıllardan sonra birbiri ardına “gereken” kurum ve kuruluşlar yaratıldı, yeni teoriler üretildi. Türk Tarih Kurumu (TTK) ile Türk tarihi baştan yaratıldı, Türk Dil Kurumu (TDK) ile yeni bir alfabe oluşturuldu, Güneş Dil Teorileri, Türk Tarih Tezleri vücut buldu. Artık Sümerler ön-Türk, Troialılar ilk Türk, Kürtler dağ Türkü, Lazlar orman Türkü idi. Acemler kardeş kavmimiz, Çerkez, Gürcü, Çeçen vs başımız üstünde yeri olan Türk vatandaşlarıydı. Binlerce yıl bu coğrafyada yaşayan, belki de bu coğrafyanın gerçek sahipleri Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler artık yok denecek kadar azdı. Coğrafyanın en eskilerinde birisi olan Kürtler Türktü. Yeni bir devlet doğuyordu. Bu homojenleşmenin de bir adı olmalıydı: Atatürk milliyetçiliği. En iyi tanımlamayla anadili Türkçe olmayan Müslüman etnik topluluğun veya Lozan’da hakları baştan belirtilmiş olmayan herhangi bir (yine anadili Türkçe olmayan) gayri-Müslim etnik topluluğun varlığını kabul etmeyen, kafatasçı olması fiilen imkânsız olduğu için kültürel ırkçılık ve asimilasyon politikası izleyen bir milliyetçilik türüdür.
* Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz – Mübadele İnsanları, Birzamanlar Yayıncılık, 2005.
[1] Motyl. Encyclopedia of Nationalism, Volume 1: Fundamental Themes. San Diego, California, USA; London, England, UK: Academic Press, 2001. Pp. 251.
[2] Mary Beth Norton et al., A People and a Nation (6th ed. 2001) Vol 1, Pp 144-145.
[3] Rogozinski, Jan (1999). A Brief History of the Caribbean (Revised ed.). New York: Facts on File. Pp. 85, 116-117, 164-165.
[4] Cenk Reyhan, Jön Türk Hareketi Üzerine Kavramsal Bir Çerçeve, Gazi Akademik Bakış Dergisi, Sayı 2.