15 Ağustos öncesi ve sonrasında PKK militanlarının bölgedeki etkinlikleri, hükümetin tüm sansür mekanizmalarını devreye sokmasına rağmen öncelikli gündem maddesi olmaya devam ediyor. Kırsal alanda etkinliğini artıran PKK’nin sonbahara doğru eylemlerini daha da sıklaştırması muhtemel görünüyor. Bu süreçte iki temel soru var karşımızda. İlki şu: PKK ne yapmaya çalışıyor? İkincisi, devlet erkânı neden “misliyle yanıt verilecek” […]
15 Ağustos öncesi ve sonrasında PKK militanlarının bölgedeki etkinlikleri, hükümetin tüm sansür mekanizmalarını devreye sokmasına rağmen öncelikli gündem maddesi olmaya devam ediyor. Kırsal alanda etkinliğini artıran PKK’nin sonbahara doğru eylemlerini daha da sıklaştırması muhtemel görünüyor. Bu süreçte iki temel soru var karşımızda. İlki şu: PKK ne yapmaya çalışıyor? İkincisi, devlet erkânı neden “misliyle yanıt verilecek” demeçleri yerine süreci geçiştirmeye çalışıyor?
Gaziantep’teki saldırıyı PKK’nin üstlenmesi halinde, örgütün “topyekûn savaş” kararını sakınmasız bir biçimde hayata geçirmeye kararlı olduğu netleşecekti. Ancak, beklenenin aksine PKK bu saldırıyla ilgisi olmadığını açıkladı. Öte yandan, Antep saldırısının Suriye kaynaklı olduğunun ortaya çıkması durumunda, Türkiye-Suriye ilişkileri yeni bir aşamaya geçecek. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’nin Suriye ile fiilî savaşı, resmiyet kazanacak. Böyle bir ortamın Suriye Kürtlerini de doğrudan etkileyeceğini, dolayısıyla Türkiye’nin iki cephede (Şam-Qamişlo / Kandil) uzun soluklu bir muharebeye girişeceğini öngörmek zor değil. Bu ise Ortadoğu’daki dengelerin sonbahara doğru korkunç bir savaş ortamı üzerinden yeniden kurulacağı anlamına geliyor.
İlk soruya gelelim: PKK ne yapmaya çalışıyor? PKK temmuz ayından itibaren Şemdinli-Oramar-Çukurca hattında devlete karşı “yeni” bir cephe açmış bulunuyor. Her ne kadar örgüt bu hatta uzun süredir eylem gerçekleştiriyorsa da, temmuz ortasından itibaren Şemdinli’de başlayıp Çukurca’ya uzanan geniş hat üzerindeki “cephe savaşı” örgütün yeni ve orta vadeli bir taktiği olarak görünüyor. PKK, bu süreçte Türkiye’nin Suriye Kürtlerine yönelik olası bir müdahalesi karşısında doğu cephesinden nasıl yanıt alacağını göstermeye çalışıyor. Sadece bu da değil; örgüt Türkiye’nin Suriye Kürtlerinin göreli kazanımlarına karşı strateji geliştirirken, içte karşılaşacağı reaksiyonu önceden haber vermek istiyor.
AKP’nin, PKK’nin Hakkâri’deki etkinliğini önemsizleştirmesinin sebebi de bu. Kısa vadede daha mühim olan Suriyeli Kürtlere karşı politikasının PKK tarafından raydan çıkarılmasını istemeyen AKP, örgütün bu etkinliğinin kamuoyunda “PKK dururken neden Suriye’yle uğraşıyorsun” tepkisini doğurmaması için çalışıyor. Ancak Ortadoğu patikasında göz kapayarak ilerlemenin risklerini gözardı etmek, mantıklı bir dış politika yürütülmediğinin delili. Öte yandan AKP cenahından gelen Antep eyleminin Suriye-PKK ittifakıyla gerçekleştirildiğine dair spekülasyonların, hükümetin genel “geçiştirme” politikasıyla uyumsuz olduğunu belirtelim. Zira Baas-PKK ittifakı söylentisinin Suriye Kürtlerine olası bir müdahalenin iç kamuoyunda meşrulaştırılması girişimi olduğunu ve hükümet açısından artık bu söylentinin önemli oranda işlevsel olmaktan çıktığını söyleyebiliriz.
Gelelim içerideki gelişmelere. Gerek Dersim’de CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün alıkonması, gerekse BDP heyetinin 17 Ağustos’taki Şemdinli ziyareti sırasında PKK militanlarının yol kontrolü yapması, örgütün çatışma dışı yöntemlerle de gündeme gelmeyi, etkinliğini sürdürmeyi başardığını gösteriyor. 17 Ağustos’taki hadise TBMM’nin açılışıyla birlikte BDP’nin PKK konusunda daha sakınmasız bir siyaset güdeceğinin habercisi sayılabilir. Yani sonbahara doğru saflar iyiden iyiye netleşecek. AKP, Suriye ve PKK politikası konusunda MHP’yi şimdiden yanına çekti. CHP’nin de bu eksene kayması halinde (ki şimdilik görünen o yönde değil) AKP’nin mevcut iç (PKK) ve dış (Suriye-İran) politikasını somut girişimlerle (Suriye’ye savaş ilanı) sürdürmesi mümkün hale gelecek. Türkiye’nin Suriye politikasında önümüzdeki bir-iki ay içinde daha fazla netlik sağlamak durumunda kalacağı görülüyor.
Basına şiddetli baskı
Başta PKK olmak üzere Kürt meselesinin devletin güvenlik eksenli yol haritası dışında ele alınmasına karşı hükümetin gerçekleştirdiği baskı tüm şiddetiyle sürüyor. Antep saldırısından hemen sonra haber kanallarındaki yayının bıçak gibi kesilmesi, aynı esnada Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in “sadece bizim vereceğimiz haberlere inanın” yollu telkini, bu baskının vardığı boyutu ortaya koyuyor. Hükümetin baskısına direnmek bir yana, en temel editoryal bağımsızlık hakkını bile savunma kabiliyetinden yoksun bırakılan Türk medyası böyle bir süreçte çok etkili bir kalemden yoksun kaldı.
PKK’nin Şemdinli’deki etkinliğini dile getirdiği yazısının sansürlenmek istenmesi karşısında Radikal gazetesinden istifa eden Yıldırım Türker, gazetenin temel direklerinden biri olmakla beraber, suskunluk sarmalını yaran nadide entelektüellerden biri. Bu açıdan Türker’in yaygın Türk medyasında sadece bir kalem değil, bir simge olduğunu ve bu simgenin, hükümetin Kürt meselesi konusundaki savaşçı, sansürcü politikasının hedefi olduğunu söyleyebiliriz.
Çukurca’da neler oluyor?
PKK militanlarının Geçimli Karakolu’na gerçekleştirdikleri eylemden bir gün sonra (6 Ağustos) gittiğimiz Çukurca’da en fazla karşılaştığımız yakınmanın barış yanlısı gazetecilere yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Gençlerden oluşan bir topluluk, Çukurca’dan ziyade Türkiye’nin gündemiyle meşgul. Aralarından biri şöyle diyordu: “Biz buradan şikâyetçiyiz, ama önce sizden şikâyetçiyiz. ‘Sol’ diyorsunuz, ‘muhalif’ diyorsunuz, ama her biriniz ayrı telden çalıyorsunuz. Niye sizin de büyük bir medyanız yok? Yok ‘yazamıyorum, patron yayınlamıyor’! Ee oraya yazma. Kendi gazeteni çıkart. Paran mı yok, yapma o zaman gazetecilik! Valla kardeşim ben devletten şikâyetçi değilim. Devlet aynı devlettir. İşini yapıyor. Peki, barış olsun diye sen ne yapıyorsun?”
Çukurcalılar yaklaşık bir aydır top sesleriyle yatıp kalkıyor. İlçenin hemen karşısındaki dağlarda yanan ormanlardan dumanlar yükselirken merkezdeki gözetleme panzerleri de sürekli mesai halinde. “OHAL var burada, OHAL. Ama kimse tek kelime Çukurca’dan söz etmiyor” diyor yaşlı bir köylü, bir polis aracını işaret ederek.
BDP milletvekili Esat Canan’ın başkanlığındaki heyetle beraber gittiğimiz Çukurca’da, önce Geçimli Karakolu’nun olduğu köye uğruyoruz. Korucuların da bulunduğu köyde, önceki günkü (5 Ağustos) çatışmadan dolayı yaşanan ölümlerin soğukluğu hâkim. Yakın zamanda, PKK militanı olan akrabasını kaybeden genç bir kız çocuğu hislerini aktarıyor: “Eskiden bizimkiler ava çıkarlardı. Bir tavşan öldürüp dönenler mutlu olurdu. Şimdi aynı avcılık insanlara karşı yapılıyor. Burada dün hem bizden hem devletten yirmiye yakın insan öldü. Herkes mutlu. Kimsede ar ve utanç kalmamış. Televizyonlarda televoleler, denizde eğlenenler… Savaş arsızlaştırıyor insanları… Özellikle de korucuları.”
Çukurca’nın Irak sınırında yaklaşık bir aydır yoğun çatışmalar var. Şemdinli’ye nazaran daha çetin doğa koşulları bulunan Çukurca’da çatışmak her iki taraf için de kolay değil. PKK’nin eylem yapabilmesi için düze inmesi kolayken, eylemlerden sonra bölgeden çıkması pek kolay görünmüyor. O yüzden, örgüt daha ziyade yüksek dağlarda, sınır hattında çatışmaları yoğunlaştırmaya çalışıyor. İlçe yolu üzerinde bulunan Geçimli Karakolu’na yönelik 5 Ağustos tarihli PKK eylemi ise bu açıdan bir istisna sayılabilir. İlçenin giriş-çıkışında etkin olmak isteyen PKK’nin Geçimli’yi hedef almasının sebebi, bu karakolun çok kritik bir noktada bulunması. İlçe yoluna bile mobese kameralarının kurulduğu bölgede TSK bir süredir karayoluyla sevkiyatı
azaltmış görünüyor. 20 Ağustos’ta Hakkâri-Van yolu üzerinde patlatılan mayınla iki uzman çavuşun hayatını kaybetmesi ise TSK’nın bu konudaki önlemlerini daha da artırmasına vesile olabilir.
Geçimli Karakolu’nda örgütün verdiği kayıplar ise bu tür karakol baskınlarından geri adım atmasına sebep olabilir. Zira bu eylem sırasında 14 PKK militanının yaşamını yitirdiği söyleniyor. Çatışmalarda iki köy korucusu ve kesin olmamakla birlikte sekiz asker de hayatını kaybetti.
Yaralılar infaz mı edildi?
Geçimli eyleminin hem devlet hem de PKK tarafından çok dillendirilmemesi ise hayli dikkat çekici. Baştan söyleyelim: PKK’ye yakın bazı kaynakların bu eylemden sonra “yüzü aşkın asker öldürüldü” iddiası doğru değil. Görüştüğümüz köylüler olaydan sonra altı veya sekiz asker cenazesi gördüklerini söylerken, yaralı sayısı konusunda verilen rakamlar muhtelif. Ancak Geçimli’ye dair esas vahim iddia, PKK militanlarının öldürülme biçimiyle ilgili. Çukurca’daki BDP ilçe başkanlığını ziyaret eden Esat Canan ve beraberindeki heyete konuşan köylülerden biri, yaralı olarak yakalanan en az dört militanın infaz edildiğini iddia etti. Bazı köylüler ise infazlarda köy korucularının da bulunduğunu ileri sürüyor. Toplantı sırasında ayağa kalkan yaşlı bir köylü “İslâm dini kabul etmez. Yaralılar hangi taraftan olursa olsun, infaz edilmez” diyor ve ekliyor: “Bunu yapanlar mahkeme edilmelidir!” Aslında çatışmalar ve ölümler arttıkça, temel insan haklarına dair tartışmalar-talepler de bir tarafa bırakılıyor. Kimin nasıl öldürüldüğü tartışması mahallî olmaktan öteye gitmiyor. Geçimli’deki militanların öldürülmesinden sorumlu tutulan Hakkâri Korucuları Derneği Başkanı Sadi Özatak’ın HPG tarafından kaçırıldığı ise 21 Ağustos’ta açıklandı… Aktarımlara göre bir köylü, sabah saatlerinde yaralı bir militanın teslim olmak için ellerine havaya kaldırdığı halde panzerden açılan ateşle öldürüldüğüne tanık oldu.
1990’larda, Çukurca merkez ve köylerden Yüksekova, Hakkâri ve Van’a çok yoğun bir göç yaşanmıştı. O dönemki insanlık dışı uygulamalara rağmen Çukurca’dan ayrılmayanlar, adeta topraklarını bırakmamak için canlarını ortaya koymuştu. Ancak şu sıralar Çukurca’dan göç etmeye niyetlenen çok sayıda aile olduğunu söylüyor bir delikanlı. İki yaşında bir kız çocuğu olan delikanlı, bebeklerinin top seslerinden uyuyamadığını, psikolojilerinin bozulduğunu söylüyor ve ekliyor: “Çukurca’dan çıkan bir daha dönmüyor. Nüfus zaten her gün azalıyor. Yakında burası ilçe olmaktan da çıkacak, tamamen askerî bir kışla halini alacak. Biz eşyalarımızı topladık, Van’a taşınıyoruz. Kamyon bekliyorum. Savaşta öleceğime, depremde öleyim daha iyi. En azından deprem bir saniye sürüyor.” Konuşmamız sırasında beş dakikada bir ilçe merkezini sarsan top seslerinin geldiği yönü gösterip devam ediyor delikanlı: “Bak, bu bir çizgi film değil, savaş.”
BDP heyetinin ilçe merkezine ulaşmasıyla birlikte “akrep” diye tabir edilen zırhlı araçlar da dolanmaya başlıyor. Araçların tepesindeki kameralar etrafı kayda geçirirken, arka kapası açık olan araçta da bilgisayarlara bu görüntüleri işleyen polisler görünüyor. Bu uygulamanın benzerine Hakkâri ve diğer ilçelerde de tanık olduğumuzu önceki haberimizde (http://birdirbir.org/ne-ben-semdinliden-cikayim-ne-sen-hapse-gir/) aktarmıştık. Bu gözetleme biçiminin halkta yarattığı öfkeyi ise gençlerden biri şöyle ifade ediyor: “Hani okulda en dayakçı öğretmen sürekli insanı gözetler ya, bir açığını yakalamaya çalışıp dayak atar ya, bunlar da sürekli bir açığımızı yakalamaya çalışıyor. Ama vallahi biz açığız. He, biz Kürdüz. Bundan daha açığı mı olur. Suçsa, al vur işte!”
Çukurca’nın Irak sınırına konuşlanan PKK militanlarının benzer bir etkinliği Yüksekova’nın Irak sınırı yakınındaki Dağlıca mıntıkasında da sürdürdüğünü belirtmekte fayda var. 19 Ağustos’ta, Dağlıca’ya yakın Gulort Köyü’nde meydana gelen çatışmalar öncesinde bölgeyi ziyaret etmek isteyen BDP heyeti Sineva (Kamışlı) Köyü’nde askerler tarafından engellendi. Bu, tıpkı Şemdinli-Derecik mıntıkasında olduğu gibi, bu alanda da bir süre kamuoyundan gizlenecek yeni bir çatışma alanının doğduğunu gösteriyor. Devlet, PKK’nin bölgedeki etkinliğinin Suriye politikasına tesir etmemesi için her türlü sansür mekanizmasını işletirken tıpkı 1990’larda olduğu gibi köylüleri yerlerini yurtlarını terk etmeye teşvik ediyor. Bu ise sonbaharda bölgede nasıl bir hava eseceğinin işaretlerini vermeye yetiyor.