Lübnanlı 11 Şii hacının Türkiye sınırında kaçırılmasının arka planını aylar önce Sendika.Org’a yazan Lübnanlı komünist gazeteci Ahmad Dırki ile rehine olayları, Lübnan ve Suriye’deki son durum, iç savaşın bölgeselleşmesi tehlikesi ve AKP‘nin ile Kürt hareketinin Arap dünyasında nasıl algılandığı üzerine kısa bir söyleşi yaptık. Lübnan iç savaşının yakın tanığı Dırki’ye göre Suriye’deki mevcut durum henüz […]
Lübnanlı 11 Şii hacının Türkiye sınırında kaçırılmasının arka planını aylar önce Sendika.Org’a yazan Lübnanlı komünist gazeteci Ahmad Dırki ile rehine olayları, Lübnan ve Suriye’deki son durum, iç savaşın bölgeselleşmesi tehlikesi ve AKP‘nin ile Kürt hareketinin Arap dünyasında nasıl algılandığı üzerine kısa bir söyleşi yaptık. Lübnan iç savaşının yakın tanığı Dırki’ye göre Suriye’deki mevcut durum henüz bir iç savaş olarak nitelenemez ve emperyalistler de kontrol dışı bir iç savaş istemiyor. Kaçırma ve bombalama olayları ise bölge güçlerinin ‘vekil’i pozisyonundaki çetelere yaptırılarak diplomatik çatışmalara yol açmayan bir karşılıklı zorlama siyasetinin aracı olarak kullanılıyor. Dırki’nin yanıtları Antep patlamasına ilişkin de ipuçları içeriyor…
Sendika.Org: Önce Türkiye’nin Suriye-Türkiye sınırında Suriyeli muhaliflerce kaçırılan 11 Lübnanlıya ilişkin tutumunu protesto etmek için Lübnan’da gösteriler düzenlendi, sonra da iki Türkiye yurttaşı kaçırıldı. Siz Suriyeli hacıların kaçırılması ile Türkiye’nin ilişkisini aylar önce yazmıştınız. Kaçırılan Türkiyeli ve Suriyeli rehinelere ilişkin ne gibi gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz?
Ahmad Dîrki: Türkiyeli, Suriyeli ve Lübnanlı rehinelere şimdi bir de Kuveytli eklendi (bu rehine kısa süre içinde salıverildi; Sendika.Org’un notu). Bu rehinelerin geleceklerinin ne olacağı belli değil.
Kaçırma olayları politik sistemlerin birbirleri üzerinde baskı uygulamak için kullandığı yeni bir oyuna dönüşüyor. Bu oyundaki yeni unsur ise şu:
İster bir devlet olsun isterse parti, her politik sistemin uzaktan kumanda ile kontrol ettiği bir çetesi var.
Son olarak birinin serbest bırakılmasıyla sayıları 10 düşen, 11 Lübnanlı rehinenin öyküsüne dönersek, onlar Suriye’de Türkiye ve müttefiklerinin etkin olduğu bir bölgede kaçırıldılar. Ayrıca kaçıranların kimler olduğu da çok iyi biliniyor! Bütün Lübnan medyası kaçıranlar ve kaçırılanlarla telefonda konuşup röportaj yapabildi! Hatta kaçırılanların çocukları gidip rehineleri ziyaret etti!
Diğer yandan, Lübnan’ın Beka Vadisi’nden bir aşiret olan Mikdat ailesi, ailenin bir üyesinin Suriye’de kaçırılmasının ardından bazı Suriyelileri kaçırdı.
Kaçırma olayı Beyrut’un güneyindeki Dahye semtinde gerçekleşti ve Mikdat ailesi açıklamasını Dahye’den yaptı. Dahye, Hizbullah kontrolünde bir bölge! Birkaç gün sonra da Mikdat ailesi bir Türk’ü kaçırdı! Uçak havaalanına indi ve Türk yolcu havaalanının çıkış kapısından adımını atar atmaz Mikdat ailesi tarafından kaçırıldı!
Mikdat ailesi onun bir Türk vatandaşı olduğunu nasıl bildi? Bunun iki olası yanıtı var: Ya havaalanı güvenliğinden birileri bilgi verdi ya da havaalanının kapılarında pasaport kontrolü yapıyorlardı. Her iki durumda da bu, ailenin çok daha büyük bir güç tarafından kollandığı anlamına gelir.
Yine, kaçırma operasyonlarını Dahye’den duyurmak Hizbullah koruması altında olduğunuz anlamına gelir, aynı Suriye’de Türkiye etkisi altındaki bir alanda gerçekleşen öteki kaçırma olayının özel bir anlamı olması gibi.
Doğrudan diplomatik çatışmaya girmemek için otoriteniz altındaki araçları öne sürersiniz ama aynı zamanda bu araçlar resmi olarak size bağlı değildir.
Yani, kaçırma olaylarının arkasında kaçıranların boyunu aşan politik güçler var.
Bu bütün kaçırma olaylarının emperyalist güçler arasındaki politik mücadelenin bir unsuru olduğu anlamına gelmiyor elbette.
Lübnan’daki bazı kaçırma olayları da para için yapıldı. Örneğin El Zuhari’nin kaçırılması böylesi bir şeydi.
Lübnan halkı AKP dış politikası ile ilgili olarak ne düşünüyor?
İnsanların görüşleri ikiye bölünmüş durumda: Suriye’deki politik sistemi destekleyenler AKP dış politikasına karşı ama muhalefeti destekleyenler AKP dış politikasını destekliyor.
Türkiye, Lübnan ve Ürdün’de meydana gelen son çatışma ve bombalama eylemleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bölgeselleşen bir iç savaştan söz edebilir miyiz?
Şu ana kadar göründüğü kadarıyla, pek çok nedenden ötürü emperyalist güçlerin hiçbir iç savaş istemedi.
İç savaş için uygun koşullar gereklidir ve şu ana kadar Suriye’de bunu işareti yok.
Eğer ki bir iç savaş patlak verirse bu söz konusu emperyalist güçlerin kontrolü altında kalamaz.
Ama kontrol edilebilir bir tür etnik ihtilaf olabilir. Örneğin Kürt sorunundaki gibi. Suriye’deki politik sistem Kürtlerin bir kolunu Türkiye’ye karşı desteklemeye başladı. Türkiye de bir başka kolu Suriye’ye karşı olsun ya da Suriye’deki gelişmeler karşısında tarafsız kalsın diye destekliyor.
Bombalamaya gelince bunlar politik sistemler ve silahlı gruplar tarafından birbirileri üzerinde daha fazla basınç oluşturmak için uygulanan olağan terör olaylarıdır. Bombalama aynı zamanda, hasmına sana nüfuz edebilirim ve senin içinde sorunlar yaratabilirim diye mesaj yollamanın bir yoludur.
Emperyalistler, el Kaide ve diktatörler vs. arasında süregiden çatışmaya baktığımızda sol ve bağımsız halk güçlerinin çok zayıf bir etkisi olduğunu görüyoruz. Size göre solun ve halk muhalefetinin bu süreçteki konumu nedir?
Tespitlerinize katılıyorum. Bu zayıflığın nedenine gelince derin bir okuma yapmamız gerekir.
Solun pozisyonu Suriye’de halkın ve devrimin taleplerini savunmak olmalıdır. Bu noktada net olmak için, üç temel ilke üzerinde durmak gerekir.
Suriye’de mezhep çatışmasına hayır!
Suriye’deki devrime yabancı müdahalesine hayır!
Devrimin silahlanmasına hayır!
Bu üç HAYIR, halkın özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık talepleri için solun sokaklara çıkarak mücadele etmesi gerektiği anlamına geliyor.
Şurası çok açık hale geldi ki, emperyalist güçler, yani hem ABD ve müttefikleri hem de Rusya ve müttefikleri; özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayağa kalkan halkın çıkarları için değil kendi çıkarlarını güvence altına almak için Suriye’deki taraflardan birini destekliyor. İşte tam da bu yüzden sol yeni Suriye’ye dair net bir bakışla devrimde yer almalı.
Ayrıca Arap dünyasında yaşananların tam kalbinde yer aldığı için unutmamamız gereken çok hayati bir nokta var. O da Filistin meselesidir. Filistin Siyonist devletin işgalinden kurtarılmalıdır.
Kürt hareketleri Suriye’de ve Türkiye’de birtakım başarılı hamelelerde bulundu. Bu durum Arap ve bölge politikasını nasıl etkiliyor?
Maalesef Kürt hareketleri, az önce de belirttiğim gibi, Suriye’de yaşanmakta olan durumla ilgili olarak emperyalistlerin birer aracı haline gelmiş durumda.
Etkilerinin olabilmesi için kendilerini net bir talebe sahip bir halk olarak ortaya koymaları ve emperyalist güçlerin kontrolü altında olmamaları gerekir. Suriye’de yaşananlar karşısında Irak’taki Kürtlerin tutumuna bakın ve Suriye’deki Kürtlerin tutumuyla karşılaştırın. Unutmadan, Suriye’deki bütün Kürtlerin pozisyonu aynı değil; politik sistemi destekleyenler de var, karşı çıkanlar da. Peki neden bazıları sistemin yanında da bazıları karşısında? İşte yine olaya sınıf mücadelesi merceğinden yaklaşabiliriz.
* Bu söyleşi 26 Ağustos günü mail üzerinden İngilizce olarak gerçekleştirilmiştir. Söyleşinin
İngilizce orijinali için tıklayınız!