Bugün Kürt siyasal hareketinin omurgasını meydana getiren toplumsal ilişkilerin maddi dayanaklarının tarihsel, kültürel, coğrafi ve politik çerçevelere sahip olduğunu artık tartışmaya bile gerek yok. Ancak Kürt hareketinin nasıl bir toplumsal temele sahip olduğunun teorik çerçevesinde ise sığlığın hâkim olduğu çok açık. Üretim biçiminden ve ilişkilerinden tutalım da toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimlerine değin pek çok […]
Bugün Kürt siyasal hareketinin omurgasını meydana getiren toplumsal ilişkilerin maddi dayanaklarının tarihsel, kültürel, coğrafi ve politik çerçevelere sahip olduğunu artık tartışmaya bile gerek yok. Ancak Kürt hareketinin nasıl bir toplumsal temele sahip olduğunun teorik çerçevesinde ise sığlığın hâkim olduğu çok açık. Üretim biçiminden ve ilişkilerinden tutalım da toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimlerine değin pek çok unsur ezbere jargonların dili altında kifayetsizleştirilebiliyor, nesnel şartların ve öznel yapılanmaların genel çerçevesinin ortaya çıkarılmasına ket vurmasına yol açılabiliyor. Bu bakış yöntemi ne yazık ki sadece egemen zihniyet çerçevesinde bakanlarda değil, sol/sosyalist çevrelerde de kimi zaman hâkim olan bir eğilim olarak karşımıza çıkıyor.
Egemen söylemin iddia etiği gibi PKK ayrı, Kürt Sorunu ayrı meseleler değildir. Başlangıçta PKK, Kürt sorununun bir sonucu olarak ortaya çıkmışsa da artık farklılaşan toplumsal alanın ilişkilerine rengini verebilen ama bunu dışarıdan değil içeriden gerçekleştiren bir yapıya dönüşmüştür. İster PKK denilsin ister KCK, genel olarak tüm illegal ve legal kanallarıyla Kürt siyasal hareketi, “etnik siyasal toplum” inşasını gerçekleştirebilmiştir. Etnik siyasal toplumdan anlamamız gereken şey, Kürt meselesinden hareketle oluşturulan siyasal örgütlenmelerden ziyade Kürtlüğe ilişkin politizasyon süreçlerinin, zihinsel yapıların ve dünyayı yorumlama biçimlerinin yaygın bir toplumsal tabakadaki siyasallığa dönüşümünü ifade eder. Uluslaşmanın ötesinde anlamlar taşıdığını da belirtmemiz gerekir. Zira Kürt etnik siyasal toplum, sadece belirli coğrafi sınırlar içinde değil, bölgesel, ulusal ve ulusötesi küresel ağlarla örerek sosyal varlığını tesis edebilmiştir. Bugün “Kürtler” denildiğinde dünya kamuoyunda akla gelen özneler “etnik siyasal toplum”u mümkün kılan dinamiklerdir aynı zamanda. Böylece siyasal özneler sadece etnik siyasal toplumu değil, bunun varoluş zeminini sunan “etnik sivil toplum”un inşasında da belirleyici rol oynamaya başlamışlardır. Etnik sivil toplumu ise daha geniş bir toplumsal temelde düşünmek gerekir ki bunun içine Kürdisiteye ilişkin tüm unsurlar dâhil edilebilir.
Etnik sivil toplum hem zihinsel bir inşa, hem de nesnel bir görünüm arz eder. Söz gelimi mevsimlik işçilikten tutalım da çeşitli işportacılık alanlarına, kaçakçılıktan tutalım da diğer tüm kayıtdışı çalışma alanlarına kadar bir “etnik ekonomi”den rahatlıkla söz edebiliriz. Sınıfsal pozisyonla etnisitenin çakıştığı böylesi bir etnik sivil toplumda toplumsal örgütlenmelerin (aşiret, dinsel/mezhep/cemaat, ekonomik vb.) tüm boyutları yer alır. Ancak bu örgütlenmeler ağırlıklı olarak geleneksel olmakla birlikte mekânsal açıdan sınırlı coğrafyanın ürünleriydi. Bugünün toplumsal, küresel ve jeopolitik koşullarında ise etnik sivil toplum ulus-devlet mantığının çerçevesini zorlayan, ama aynı zamanda kendi bağrından ortaya çıkıp kendisini dönüştürmeye çalışan etnik siyasal toplumla da içsel çelişkilere ve boşluklara düşen bir hal almıştır. Kürt siyasal hareketinin KCK şeklindeki örgütlenme düzeninin böylesi bir boşluğa karşılık geldiği için hem örgüt hem de devlet tarafından önemsendiğini belirtmemiz yanlış olmasa gerek. Yine demokratik özerkliğin de bu gerçeklik ışığında değerlendirilmesi daha anlamlı olabilir.
Devletsiz Bir Toplumdan Organik Siyasal Topluma Geçiş
Kürt hareketinin kendi sivil toplumunu ne derece başarılı kılacağını şimdiden bilemeyiz ancak etnik siyasal toplumunu belirli ölçülerde var edebildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bir siyasal sonuçtur; ancak bu sonucun birtakım nesnel ve öznel temelleri olduğunu belirtmemiz gerekir ki bunun üzerine yeni fikirler bina edilebilsin. Söz konusu temelleri, kimi tezler ışığında kısaca şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Bugün Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu Anadolu, Kuzey İran, Kuzey Irak ve Mezopotamya’nın önemli bir bölümü tarihsel süreç içerisinde pek çok devlete ev sahipliği yapmışsa da hiçbir devlet tam manasıyla otoritesini bu bölgede hiçbir zaman tesis edememiştir. Coğrafyanın dağlık olması, farklı devletlerarasında bulunmasından dolayı sınırlarda özerklik karşılığında güvenliği koruyabilecek yapılanmalara gitmeleri, etnik çeşitliliğin yoğun olması ve bununla birlikte savaşlar zamanında “etnik kırımların” ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı rolünün toplumsal bellekte yeni kuşaklara devredilişi, üretim ilişkilerinin süreklilik arz etmemesi gibi pek çok neden sıralanabilir.
2. Savaşsız zamanı pek nadir olan bu coğrafyanın çeşitli halkları, kendi güvenliklerini korumak adına özgün sosyal örgütlenme kanallarına gitmişlerdir. Sosyal ve inanç örgütlenme biçimleri uzun tarihsel süreçlerde şekillenmiş ve siyasal örgütlenmeyi de beraberinde getirmiştir. Aşiret sistemleri, mezhep biçimleri ve onun alt örgütlülükleri ile kirvelik, musahiplik gibi çeşitli kategorideki ilişkiler, hem kendini korumanın hem de içsel kontrol mekanizmalarının en temel kanallarından bazıları olmuşlardır.
3. İnşa olan sosyal sistemin en belirgin niteliği “devletsiz toplum”dur. Kürt entitesinin (varoluşu) ait olduğu coğrafyanın devletsiz toplum niteliği, devlet olmadan da siyasetin olabileceği ve bunun sanıldığı gibi basit düzeyde değil, son derece karmaşık ve toplumsal ilişkilere gömülü olmasından ileri gelir. Siyaset toplumsal ilişkilerin, toplumsal bağ ve toplumsal ağların sürekliliğinde işlev görmektedir. Ancak siyaset, diğer kurumsal yapıların yeni toplumsal şartlarda biraya getirilmesinde ve daha yüksek bir bütünleşmenin sağlanmasında kritik rol oynamaktadır.
Siyasetin toplumsal bağlamın içine yerleşik/gömülü olmasının birtakım görünümlerinden bahsedecek olursak, söz gelimi silahlı mücadelede yer alan bir kişinin aynı zamanda ait olduğu köyü, mahalleyi veya aşireti de kendi politikleşme sürecine dâhil edebilmesi; aşirete, dinselliğe veya diğer geleneksel kimliklere bağlılığın da politik eksen üzerinden yeniden kodlanmasına yardımcı olabilmektedir. Böylece geleneksel yapılar siyasallaşmakta ancak toplumsal bağlar yerelden daha üst basamağa doğru siyasal kanallar sayesinde genişleyebilmektedir.
4. Kürt varlığına ilişkin farklı topluluklar çeşitli bölgelerde dağınık halde varlığını muhafaza ederken artık siyaset kanalı ile ortak kimlik inşasının parçalarına dönüşmüşlerdir. Kürt entitesini mayalandıran siyaset sadece yerelde değil, ulusaşırı ölçekte de bütünleştirici etkisini göstermiştir. Kürtlüğe ilişkin dağınık nesnel nüvelerin öznel kanallar (siyaset) yolu ile bütünleşmesinin uluslaşma sürecinin yükselmesinde belirgin bir rolü olmuştur.
5. Kürt coğrafyasında doğan her birey toplumsallaşma sürecini siyasallaşma süreci ile eşzamanlı ve iç içe yaşamaktadır. Toplumsallaşmanın dili siyaset olduğu için dinsellik de, geleneksellik de belirli ölçülerde devrimcileşebilmektedir. Böylelikle “etnik sivil toplumun” nesnel kurumları da siyaset tarafından yeniden anlamlandırılmaktadır.
6. Kürt entitesi için en büyük tehdit sanıldığı gibi Kemalist-modernist ulus-devlet mantalitesi değildir. Bir yönü ile Türk modernleşmesine karşı gösterilen direnç Kürt kimliğinin inşasında bir “öteki” işlevi görmüştür. 2000’lere kadar bu realite geçerliydi. Ancak bugünün koşullarında görülmeyen bir olgu var ki o da neoliberal piyasalaşma sürecine karşı gösterilen/gösterilecek tavrın ikili yönüdür. Zorunlu ve gönüllü göç ile Batıda ve Avrupa’da oluşan Kürt diasporasının “Kü
rt kimliği” inşasındaki ideolojik, teknik ve lojistik öncülüğünün aynı zamanda neoliberal küresel politikaların göbeğinde gerçekleştirilmesi çeşitli çelişkileri de beraberinde getirmektedir. Zira yeni piyasa toplumunun kültürel basıncına karşı geliştirilen toplumsal birliktelik yerel ölçeğin ötesine geçememektedir. Dolayısıyla devlet-toplum-piyasa üçgeninde Kürt entitesinin alacağı pozisyon, kendi geleceğine ilişkin kaderi de çizmiş olacaktır.
7. Bugünün fotoğrafında Kürt hareketinin yüz yüze kaldığı en büyük sorun “etnik siyasal toplumun” sadece kırsal değil kentsel açıdan da kendisine temel teşkil eden “etnik sivil toplumun” altını tam olarak dolduramamasının ileri gelen boşluktur. Zira etnik siyasal toplumun varoluşu, etnik sivil toplumun hangi şekilde süreklileştirileceğine bağlıdır. Daha açık bir ifade ile piyasa toplumunun “tüketici” niteliğine uymayan Kürt entitesinin toplumsal ilişkileri, hem bu neoliberal piyasa ilişkileri içinden tamamen kopamamakta hem de onun yarattığı çözülmeyi bir tehdit olarak arka planda hissetmektedir. Hal böyle olunca Kürt halkının bozulma riskine karşı kendini savunma refleksinde “dağ” bir direnç yeri olarak kalmaya devam edecektir. Çünkü Kürt siyasal hareketinin omurgasını teşkil eden genç ve kadın dinamiğinin “Kürt kimliğinin özü” olarak gördüğü alan gerilla yapılanması olmaktadır. İster devlet, ister küresel sistem veya neoliberal tehdit olsun, inşa olunan “etnik siyasal toplumun” kendini koruma güdüsü olarak ilk elden algılayacağı şey silahlı güç unsuru olacaktır. Başka bir alternatifin görülememsinin en önemli nedeni etnik siyasal toplumun altını doldurabilecek geniş bir etnik sivil toplumun hâlihazırda olgunluğa erişmemiş olmasıdır. Geçmişte sadece Kürtler değil diğer etnik topluluklar da çeşitli devlet veya devlet sistemlerinin tehditlerine karşı kendi varlıklarını korumak için ya kan bağı açısından çeşitli aşiret sistemlerini ya da mezheplerini sığınak olarak görürken bugünkü manzarada artık politik bilinç ışığında bu işlev siyasete devredilmiştir. Ancak siyasetin toplumsal ilişkilere gömülü niteliği toplumsal ilişkiler değiştikçe ve siyaset de diyalektik olarak toplumsal ilişkilere müdahale ettikçe yeni görünümler ve çelişkilere kapı aralamakta, toplumsal alanı daha aktif olmaya doğru zorlamaktadır.
*Arş. Gör. Ercan Geçgin
Ankara Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
[email protected]