Yenibosna Adli Tıp Kurumu’na gelen yakınlarından alınan DNA örnekleri sayesinde cenazelerin kimlik tespiti yapılabilmişti. Ordulu, Bartınlı, Sivaslı, Tokatlı, Vanlı, Muğlalı ve Bitlisliydiler. Yenibosna’da aynı acıyı yaşayan yüzlerce insan, kısmen iç içe ama kısmen de birbirine mesafeli olarak beklemekte, Kürtçe ve Türkçe ağıtlar yakmaktaydılar… 11 Mart’ta Esenyurt’ta bir AVM inşaatında yangın çıktığını ve işçilerin hayatını kaybettiğini […]
Yenibosna Adli Tıp Kurumu’na gelen yakınlarından alınan DNA örnekleri sayesinde cenazelerin kimlik tespiti yapılabilmişti. Ordulu, Bartınlı, Sivaslı, Tokatlı, Vanlı, Muğlalı ve Bitlisliydiler. Yenibosna’da aynı acıyı yaşayan yüzlerce insan, kısmen iç içe ama kısmen de birbirine mesafeli olarak beklemekte, Kürtçe ve Türkçe ağıtlar yakmaktaydılar…
11 Mart’ta Esenyurt’ta bir AVM inşaatında yangın çıktığını ve işçilerin hayatını kaybettiğini duyar duymaz yola çıktık. Karşılaştığımız manzara ürkütücüydü. Büyük tip (konteynır) çadırlardan hala dumanlar yükseliyordu ve onlarca işçi endişeli gözlerle olayın şokunu yaşamaktaydılar. Yangının nedenini sonradan öğrendik. Şantiye tipi elektrik tesisatı yoktu. Teller aşırı yüklenme sonucu erimiş, sünger yataklar alev almış ve tek çıkışı kapanan çadırda sıkışan arkadaşlarımız diri diri yanmıştı. Oysa daha ocak ayında yaptığımız İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi toplantısında “Parıltılı binaların arkasında binlerce ölü işçi olduğuna” dikkat çekmiş ve “Bugün yaşananların Ortaçağ’daki egemen ceberutlardan bir farkı yoktur” demiştik…
Fatih Acun, Ahmet Keskin, Bayram Ege Pehlivan, Çetin Çoşgun, Seyfettin Topal, Abdurrahman Demir, Sevdin Özen, İsa Topal, Ahmet Yahal, Barış Kıyak ve Hakim Alican… Arkadaşlarımız hayatlarını kaybettiler. Cenazelerini tespit edebilmek mümkün değildi. Kömürleşmiş ve birbirine yapışmıştı. Ertesi gün Yenibosna Adli Tıp Kurumu’na gelen yakınlarından alınan DNA örnekleri sayesinde cenazelerin kimlik tespiti yapılabilmişti. Ordulu, Bartınlı, Sivaslı, Tokatlı, Vanlı, Muğlalı ve Bitlisliydiler. Yenibosna’da aynı acıyı yaşayan yüzlerce insan, kısmen iç içe ama kısmen de birbirine mesafeli olarak beklemekte, Kürtçe ve Türkçe ağıtlar yakmaktaydılar…
İnşaat, AKP’nin “büyük ekonomisi”nin lokomotifi olarak lanse ettiği sektör. Devletin yani Toplu Konut İdaresi’nin en büyük patron olduğu sektörde hızlı ve yüksek oranlı kentleşme, iç ve dış ticaret hacmindeki büyüme, dev enerji nakil hatlarının ve baraj komplekslerinin yapımı, Türk inşaat firmalarının dışa açılması ve kentsel dönüşüm adı verilen rant hamleleri vasıtasıyla vasıfsız ve düşük vasıflı geçici işçi ihtiyacı patlaması yaşanmaktadır.
Ülkemizin her yanına yayılan, neredeyse tamamı taşeronlaştırılan ve geleneksel olarak güvencesiz çalışmanın en köklü ve sarsılmaz alanı olan inşaat sektöründe mevsimlik Kürt işçiliğinin özel-vazgeçilmez bir konumu bulunmaktadır. Kürt illerinde adeta bir ekonomik sömürü yaşanmaktadır. Bunun nedenlerini kamu yatırımlarının çok sınırlı olması ve özel sektörün zaten Bölge’de bulunmamasının yanı sıra 1984’ten beri süregelen savaş politikaları oluşturmaktadır. Ekonomik sömürü, kronik bir yoksulluğa neden olmakta ve Kürtleri güvencesiz işgücü kaynağı haline getirmektedir. Kürtler inşaat sektöründeki çalışma hiyerarşisinin en dibinde yer almaktadır.
Tabii ki Türkler, Lazlar, Çerkesler… ve göçmenler de AKP devletinin-faşizminin bu politikalarından muaf değildir. Özellikle Orta Karadenizliler inşaat sektöründe sayısal bir çoğunluk göstermekte ve Kürtlerle birlikte en güvencesiz koşullarda çalışmaktadırlar. Dikkat ederseniz Esenyurt’ta hayatını kaybeden dört arkadaşımız Orduludur. Ancak Kürtlerin ezilen ulus-halk mensubu olmaları sosyal açıdan ikinci bir baskının üzerlerinde yaşanmasına neden olmaktadır. Diğer yandan Orta Karadenizlilerde ise Anadolu milliyetçiliğinin ruh hali görülmektedir. Yenibosna’da aynı acıyı paylaşan yüzlerce insanın kısmen de olsa birbirine mesafeli olmalarının ardında yatan neden tam da bu noktada anlaşılabilir.
AKP iktidarı bu sorunu derinleştiren politikalar izlemektedir. Örnek mi? Geçtiğimiz günlerde TBMM’den geçen “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası” kamusal sorumluluğu yok sayan ve insanlarımızın hayatını piyasanın ellerine teslim eden uygulamaları içermektedir. Bu noktada uzun ve yoğun iş saati, düşük ücret, taşeronlaştırma gibi güvencesizleştirme politikalarını tamamlayıcı bir özelliğe sahiptir. Yani AKP her alandaki politikalarına benzer bir şekilde, sanki işçilerin ölmemesi talebini karşılama amacını sağlayacağını vaat eden bir yasa çıkarmıştır. Ama aslında beterin beteri uygulamaları hayata geçirmeye başlamıştır. Başka bir örnek mi? Van Depremi sonrası insanlarımıza devlet yardımı götürülmedi, aksine kendi başlarına bırakıldılar. Birçok meslek sahibi Vanlı, inşaat sektörünün ucuz işgücü kervanına katılmak zorunda kaldı. Esenyurt’ta yanan Sevdin arkadaşımız, Akdeniz’de hortumun çadırla uçurduğu inşaat işçisi arkadaşımız depremin yıktığı Van’ı bir kez daha yıkan AKP devleti-faşizminin belirlediği koşullarda göçmen işçilik yapmak zorunda kalmışlardır. Ve bu durum hayatlarına mal olmuştur.
Biz ölümler üzerine politika yapmayı savunmuyoruz. Aksine son bir buçuk yıldır sağlıklı ve güvenli çalışma hakkının somut örneklerini oluşturma mücadelesinde, bulunduğumuz yerlerden “nasıl katkı yapabiliriz” düşüncesiyle hareket ettik. Aramızdaki ayrım noktalarını bilerek ama basit de olsa işçi ölümlerini engellemek için pratik adım atmak gerektiği bilinciyle davrandık. İşçi ölümlerini durdurmanın güvencesizliğe karşı mücadele ekseninde yürürken bu eksenin anadilde sağlık talebini içermesi gerektiğini biliyoruz. Kardeşliğin lafla olmadığını, karşılıklı emek vererek-üreterek hayat bulan bir bağ olduğu bilinciyle AKP devletine-faşizmine karşı işçi sağlığı ve güvenliği mücadelesini bir direniş alanı olarak kavrayacağız. Mücadelemiz demokratik ya da proleter bir dünya kavramıyla ifade ettiğimiz ‘mücadele ile kaynaşmış bir ülke’ oluşturana kadar aynı inançla sürecektir…
*Sedat Yılmaz
Özgür Gündem gazetesi Emek Editörü
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Üyesi
** S.Murat Çakır
Sendika.Org
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Üyesi