AKP’nin 4+4+4 modelinin eğitimin bilimsel içeriğini tamamen yok edeceği ve sermaye için ucuz ve niteliksiz kadrolar çıkarmaya yarayacağı su götürmez bir gerçektir. Bilimsel ve nitelikli eğitim sınırlı bir azınlığa bahşedilen bir lütuf olacak. Geriye kalanlar ise bilim hırsızlığı kanıtlanmış bir bakanın ucube projelerine, aklı DB’den alan üç-beş teknisyen bürokrata ve liyakati bilim ve emekten değil […]
AKP’nin 4+4+4 modelinin eğitimin bilimsel içeriğini tamamen yok edeceği ve sermaye için ucuz ve niteliksiz kadrolar çıkarmaya yarayacağı su götürmez bir gerçektir. Bilimsel ve nitelikli eğitim sınırlı bir azınlığa bahşedilen bir lütuf olacak. Geriye kalanlar ise bilim hırsızlığı kanıtlanmış bir bakanın ucube projelerine, aklı DB’den alan üç-beş teknisyen bürokrata ve liyakati bilim ve emekten değil de cemaatten alan müdür ve müdür yardımcılarına mahkum edilecek. Bu modelden en büyük zararı görecek olanlar ise hiç kuşkusuz kız çocukları, kadınlar olacak
AKP’nin, Meclis’i tatile göndermeden önce topluma attığı son kazık “3. Yargı Paketi”ni yasalaştırmak oldu. AKP hükümetinin geldiği günden beri oluşturmaya çalıştığı her hukuki düzenlemenin neredeyse tamamı yeni bir hukuksuzluk, keyfilik biçimi oluşturdu. Tayyip’in propagandasını yaptığı her şeyin yalan olduğu her gün bir kez daha kanıtlanıyor. En son kanıtlanan yalanı, anayasa referandumda söylediği “evet verirseniz, fişleme kalkacak” sözü oldu. Geçen hafta Meclis tarafından ifşa edilen duruma göre fişlemeler hiçbir zaman kalkmamış, fişlenenlerin kayıtları öldükten sonra bile arşivlerde tutuluyormuş. Şimdi Meclis yeni bir yasal düzenleme ile bu fişlemenin 30 yılla sınırlı olması için uğraşacakmış.
Yeni yargı paketi de “ileri demokrasi” diye adlandırılabilecek hiçbir düzenlemeyi içermediği gibi getirdiği yeni hukuk kuralları da keyfiliği (hukuksuzluğu) yasal güvence altına alıyor. Özel Yetkili Mahkemeler sözde kaldırılıyor (ama ellerindeki davalara bakmaya devam edeceklermiş), aynı içerikteki yeni davalara ise bundan sonra HSYK tarafından görevlendirilecek Ağır Ceza Mahkemeleri bakacak. Tabela değişiyor, işlev ve içerik aynı kalıyor.
Savcıların üst düzey bürokratlara soruşturma açma kapsamı daralıyor, amirlerin iznine bağlanıyor. Bu da Tayyip”in nadide “ileri demokrasi” örneklerinden olsa gerek. Kendi MİT Müsteşarı için çıkardığı özel yasanın kapsamını genişletmiş oluyor böylece. “İleri demokrasi”den anlaşılan, iktidar bloğu içindeki gruplara (özellikle Fethullahçılara) karşı inisiyatif ve güç kapma yarışı.
Keyfiliğin hukukunu yasalaştıran en ileri örnek ise hakimlere verilen yeni inisiyatif. Bundan böyle “hakimlerin, tutuklama yerine adli kontrol uygulayabileceğine yönelik düzenlemedeki süre sınırı” kaldırıldı. Artık hakimler istedikleri her davada istediği her sanığı tutuksuz yargılama hakkına (hukukuna) sahipler. İlk örnekler keyfiliğin sınırsızlığını kanıtlıyor; seçilmiş iki BDP’li milletvekilinin tutuksuz yargılanma talebi reddedilirken, 7 TİP’li üniversite öğrencisini katleden iki faşist hemen tahliye ediliyor. (Benzer bir durum zaman aşımı düzenlemesinde, Hizbullahçıların tahliyesinde yaşanmıştı.)
Bu yasayı çıkartan yasama organının başı olan şahıs yani Cemil Çiçek bile keyfiliği yasalaştırdıklarını adeta itiraf ediyor; “umarım yargı, yasamanın mesajını iyi anlamıştır”. (Bu nasıl bir yasama işlevidir ki çıkardığı yasa, kural koyması gerekirken kuralsızlığı ve keyfiliği yasalaştırmakta.) Ama Çiçek, hiç merak etmesin “yargı, mesajı iyi almış”.
Tayyip, sadece kendi için çalışmıyor, patronlar için de büyük kıyaklar yapmakla meşgul. En son icraatı emekçilerin kıdem tazminatını gasp edecek yeni düzenlemeleri hayata geçirmek olacak. Patronları bu “dert”ten büyük ölçüde kurtarırken, emekçilere ise “kıdem tazminatları devlet güvencesinde olacak” yalanı oldu. Oysa devlet 15 yıl boyunca bu tazminatları ödememe hesapları yapıyor. Daha önceki KEY (Konut Edindirme Yardımı Fonu) ve diğer fonların başına gelenleri biliyoruz.
AKP hükümetinde yalanın bini bir para, pişkinlik ise bedava. Çok uzağa gitmeye gerek yok, sınıra, Suriye konusuna gitmek yeterli. AKP hükümetinin açıklamaları neydi? Türk uçağı 13 deniz mili uzaklıkta vurulmuştu (ülkelerin karasuları 12 mil ile sınırlı ya) ve üstelik füze ile vurulmuştu. Suriye açıkladı, kesmedi ABD açıkladı; uçak Suriye karasularında vurulmuş, üstelik bulunduğu yer 8 deniz mili uzaklıkta. Dışişleri ve Genelkurmay hala radar kayıtlarını açıklayacak! Ama hakkını yememek gerek, Genelkurmay bir açıklama yaptı, uçak parçalarında füzeyle vurulduğuna dair kanıt bulunamamış. Bir açıklama daha yaptı Genelkurmay Başkanı; “Suriye ile savaş çıkartacak halimiz yok”. Bunlar ne yaptıklarının, nasıl bir oyunun içine girdiklerinin, bu işin sonunun ne olacağının, nelere mal olacağının ne bilincindeler, ne farkındalar.
AKP hükümetinin üyelerinin/kadrolarının sorumsuzluğu ve icraatlarının olumsuz sonuçlarından kendilerini muaf tutmaları, bu konuda zaten var olan devlet anlayışını katmerleştirdi. AKP’li bakanların neredeyse her biri kendi icraatlarından dolayı bir dizi cinayetten, katliamdan sorumlu haldeler. Son günlerin gözde sorumlusu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar. Samsun’da dere yatağına yaptığı TOKİ evlerinde 5 (şehrin geri kalanında 7) insan öldü. Övünmeye gelince TOKİ icraatlarını siyasi ranta dönüştürmesini çok iyi bilen bu şahış, iş cinayete gelince suçu doğaya yıkıverir. Hatırlanacaktır, Van depreminden sonra “artık en güvenli yer Van’dır, burada bir daha deprem olmaz, evlerinize girin” demişti. Bu laftan birkaç gün sonraki depremde ise 40 kişi öldü.
Tek örnek Bayraktar değil, hepsi birbirleriyle yarışıyor. Suriye’de ölen pilotların, Afganistan’da ölen askerlerin sorumlusu bizzat Davutoğlu değil mi? O’nun dış politika dehasının sonucunda Mavi Marmara’da 9 Türk yurttaşı İsrail tarafından öldürüldü. Van’dan yola çıkan cezaevi aracında yanarak ölen mahkumların, Urfa cezaevinde çıkan yangında yine yanarak ölen mahkumların suçlusu kim, bizzat Adalet Bakanı Sadullah Ergin. Çalışma Bakanlığı yapan Faruk Çelik ve Ömer Dinçer iş kazalarında ölen yüzlerce işçiden sorumlu değiller mi? Sağlık Bakanının kuvözde ölen çocuklarla hiçbir alakası yok mu? 2007’den 2012’ye kadar ataması yapılmayan 30 öğretmen intihar etti, Milli Eğitim Bakanı bu intiharların bizzat sorumlusudur. Listeyi uzatmak çok mümkün ancak en büyük payı, İçişleri Bakanlarına vermek gerek, Uludere için, biber gazı için, dur ihtarları için… Ve kuşkusuz bu katil bakanların başı; onun yeri zaten ayrı.
Bülent Arınç’a ayrı parantez açmak gerek; sınırsız sorumlu, sorumsuz sınırlı olarak. Sorumsuz beyanatlarında sınır yok. Şimdiki gündemi, Diyanet İşleri Başkanı’nın protokoldeki yerini değiştirmek. Neymiş efendim? “Diyanet İşleri Başkanı 52. sırada imiş. Oysa Gazi Mustafa Kemal, onu sağ yanına oturturmuş”. Bunlar da öyle yapacakmış. Kısaca, bunlar Mustafa Kemal’i “aracı” yapıp şeyhülislamlığı geri getirme derdine düştüler. Aleviliğe de mezheplerine ve meşreplerine uygun bir tanım getirdiler ve ibadet yeri olarak camiyi gösterdiler. Zorla ve hileyle 5 yaşında okula başlatma işini hallettikten sonra, herkesi zorla ve hileyle Sünni yapmaya kalkışmaları işten bile değil. Bunlar insanlık tarihinin ürettiği tüm kötülükleri adeta depolamışlar. Kürtlere düşman, Alevilere düşman, işçilere düşman, kadınlara düşman, bilime düşman, sanatçıya düşman, öğrenciye düşman, eşcinsellere düşman, yabancıya düşman… Bu çapta bir düşmanlığı ancak Nazilerde görebilmek mümkün.
Bir de bunların vazgeçemedikleri beslemeler var, ÖSYM Başkanı şifreci Ali Demir gibi. Ne vazgeçilmez bir yetenekmiş ki o kadar ipliği pazara çıkmasına rağmen bu şahsın yaptığını yapabilecek ikincisini bulamadılar. Yine KPSS sınavı, yine sızdırma. Ama bu sefer hazırlıklıydılar, hemen
suçu KCK’ye bağladılar. Böylece KCK’li KPSS Çetesi de çökertilmiş oldu. Ali Demir hala koltuğuna yapışmış halde, icraatlarını servis ediyor, “hizmet”lerine devam ediyor.
AKP’nin bu çok başlıklı, çok yalanlı ama her durumda halkın zararına olan bu gündemlerinin karşısında ise halkın gerçek gündemi “yavaş yavaş” büyüyor: Eğitim Hakkı Mücadelesi. Uzun yılardır zaten süren bu mücadele AKP’nin 4+4+4 saldırısıyla birlikte artık farklı bir boyuta da sıçrayacak. Şimdilik yerellerle sınırlı olarak; İmam Hatip Okulu dönüşümüne karşı çıkan, taşınacak/birleştirilecek okulların yaratacağı sorunlara tepki gösteren ve okula başlama yaşının erkene çekilmesinin getireceği dertlere dikkat çeken biçimler halinde kendisini gösteriyor. Ancak saldırının tek biçiminin bunlarla sınırlı olmadığı arkasında çok daha büyük bir planın/komplonun olduğu, bu konuyla ilgili/ilgisiz herkesin bildiği bir şey.
İlk olarak; bu operasyon AKP’nin eğitim alanına gerici, dinci içeriği yerleştirme biçimlerinin öne çıktığı bir görüntüde yaşansa da asıl olarak eğitim alanının sermayeye, piyasanın kurallarına peşkeş çekme operasyonudur. ABD eğitim sisteminin, Dünya Bankası aracılığıyla (finansmanını sağlayan, projeyi oluşturan) Türkiye’ye özgü bir biçime (İslam, mezhepler, etnik köken, vs.) dönüştürülmüş halidir. Sağlıkta dönüşüm programının eğitim alanındaki izdüşümüdür.
Bu operasyonla AKP, yüzde 3 olan eğitim alanındaki özel sektör payını kendisine dikte ettirilen bir biçimde yüzde 30’a çıkarmayı hedefi haline getirmiştir. Bunun somut karşılığı şudur; ülkemizde örgün eğitimde bulunan 17 milyon, yaygın eğitimde bulunan 8,5 milyon, üniversite eğitiminde bulunan 4 milyon öğrencinin (ki bu sayıya yeni yasayla okula başlamak zorunda kalacak 66 aylık çocukları da eklemek gerek), yaklaşık üçte birini özel okullara mahkum edecekler. 2011 sonu itibariyle sermayenin yüzde 3 olan bu payının pazar büyüklüğü 5 milyar lira, yani amaç bunu 50 milyara çıkarmak. Ortalama hesapla bir öğrenci için ilkokuldan üniversite mezuniyetine kadar özel okullara verilen para 1 milyon dolar. Özel okullarda (bir şekilde) okumak zorunda bırakılacak olan bu 10 milyona yakın öğrencinin hepsi bu kadar parayı bulamayacağına göre “zorunlu olarak” bankalar devreye girecek ve uzun vadeli, yüksek faizli öğrenim kredileri sunacaklardır. Bu durum ise bu kadar öğrencinin geleceğinin “haciz edilmesidir”. Bununla birlikte böyle bir sistemde öğretmenler ya patron ya da pazarlamacı olacaklardır. Hangisini seçerlerse artık!
Böylesi bir sistemin “ideal” örneklerine ülkemizde şimdiden rastlanıyor. Onlardan biri Doğa Okullarının sahibi Fethi Şimşek. Kimya ve Biyoloji öğretmenliği okumuş bu zat, bir röportajında; “kendimi bir eğitimciden çok girişimci gibi hissediyorum. Eğitimi de para kazanılacak bir iş kolu olarak gördüm” deme cüretini sergiliyor. Sadece bu kadar değil, “emrindeki öğretmenlere” oyuncak mağazalarında, lüks lokantalarda broşür dağıttırıyor.
Ayrıca Dünya Bankası’nın dikte ettirdiği bu konudaki bir başka iç operasyon ise “yüzde 100 okullaşma hedefi” bahanesiyle inşaat şirketlerine kaynak aktarılmasıdır. Bu dönüşümün maliyeti 36,6 milyar lira. Bakanlığın bu kadar parası olmadığına göre ki toplam bütçesi 39 milyar lira, bu para ya halkın cebinden ya da yine halkın yıllar içinde yarattığı ortak değerlerden sağlanacak. Ve AKP’nin gözde inşaat sektörü bir kez daha parlatılacak.
AKP’nin bu piyasalaştırma operasyonuyla at başı götürdüğü dinci-gerici müfredatı ve kuralları eğitim alanının tamamına yerleştirme girişimi ise yine ABD’den kopyalanmıştır. Kopyaladıkları tarikat, eski ABD Başkanı Bushların da üye olduğu Evanjelistlerdir. Benzer bir biçimde İncil’in, İsa’nın eğitim müfredatına sokulması Evanjelistlerin programının parçalarıdır. Ne rastlantıdır ki “kürtajın yasaklanması” da Evanjelistlerin ana amaçlarından biri olmuş ve hatta ABD’de bu konuda kendilerince büyük başarılar elde etmişlerdir. Orada tarikat vurgusu, burada mezhep vurgusuna dönüşmüştür.
AKP’nin 4+4+4 modelinin eğitimin bilimsel içeriğini tamamen yok edeceği ve sermaye için ucuz ve niteliksiz kadrolar çıkarmaya yarayacağı ise su götürmez bir gerçektir. Bilimsel ve nitelikli eğitim sınırlı bir azınlığa bahşedilen bir lütuf olacak. Geriye kalanlar ise bilim hırsızlığı kanıtlanmış bir bakanın ucube projelerine, aklı DB’den alan üç-beş teknisyen bürokrata ve liyakati bilim ve emekten değil de cemaatten alan müdür ve müdür yardımcılarına mahkum edilecek.
Bu modelden en büyük zararı görecek olanlar ise hiç kuşkusuz kız çocukları, kadınlar olacaktır. Sosyal ortamlardan koparılacak, dinin dogmatik kurallarına, aile içi baskıcı ahlak kurallarına boyun eğmek zorunda kalacaklardır. Kendi hayatları üzerinde hiçbir karar hakları olmayacağı gibi işyerlerindeki ikinci sınıf konumları pekişecektir. Ve onlardan beklenen iki şey; AKP’li veya AKP’lileşmiş bir kocanın buyruklarını yerine getirmek ve “dini bütün” çocuklar yetiştirmek olacaktır.
Lafı uzatmaya gerek yok! 4+4+4 durdurulmalı! Dur-duralım!