Biz lafı eveleyip gevelemiyor, Bağımsız Kıbrıs diyoruz; biz, binbir dereden su getirmiyor, Kıbrıs coğrafyasının dereleri egemenlere ve işbirlikçilerine değil Kıbrıs’ın halklarına aittir diyoruz; biz onlarla uzlaşarak değil, ancak onlara rağmen var olabileceğimizi biliyoruz; biz, bıçak kemiği delip geçmeye çalışırken, fazla acıtmasınlar diye yalvarmak, ya da acıtacak başka odaklara sığınmaya çalışmak yerine, “bıçak kemikte” diye haykırıyoruz; […]
Biz lafı eveleyip gevelemiyor, Bağımsız Kıbrıs diyoruz; biz, binbir dereden su getirmiyor, Kıbrıs coğrafyasının dereleri egemenlere ve işbirlikçilerine değil Kıbrıs’ın halklarına aittir diyoruz; biz onlarla uzlaşarak değil, ancak onlara rağmen var olabileceğimizi biliyoruz; biz, bıçak kemiği delip geçmeye çalışırken, fazla acıtmasınlar diye yalvarmak, ya da acıtacak başka odaklara sığınmaya çalışmak yerine, “bıçak kemikte” diye haykırıyoruz; biz şimdilik direniyoruz, yarın dirilebilmek için onların yokluğunun üzerinden
Necmi Erdoğan, “liberal kişilik”i tanımlarken, onun politik tavrını şöyle ortaya koyar: “Tarih kanlı çelişkilerle yapılmaya devam ederken, her yerde farklılıklar gören ve bunlardan yalnızca saygın, uzlaştırılabilir veya federatif farklılıklar”[1]1 olarak söz eden… Liberallerin, kanlı ve uzlaşmaz çe-lişkiler üzerine takındıkları tavır, Kıbrıs’taki liberaller (sol liberalinden, pirüpak liberaline kadar) söz konusu olduğunda, stratejik sömürge olan bir adada yaşadığımızdan, yani o kanlı çelişki, kara kaşımıza kara gözümüze değil stratejik önemimize aşık emperyalizmin ve onların gönüllü işbirlikçi-lerinin Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen halklarını ayrı ayrı ama aynı niyet ile boyunduruk altına alması biçiminde ortaya çıktığından ve geliştiğinden; Kıbrıs sorununa karşı takınılan tavır etrafında somut-laşır.
“Barışçı” Mehmet Ali Talat, 2006-2007 yayın sezonundan TRT’de gösterilen bir belgeselde[2]2, Kıbrıs’ın stratejik öneminin eskisi kadar önemli olmadığından söz ederken, bundan sadece 5 sene sonra, NATO’nun, Kaddafi’yi devirip Libya’ya “demokrasi” götürebilmek adına kaldıracağı ilk savaş uçaklarının, Kıbrıs’taki İngiltere üslerinden havalanacağını öngörebilmiş miydi acaba? Kıb-rıs’ın stratejik önemi, Kıbrıs’ın halkları ile NATO arasında uzlaştırıcı bir çerçevede paylaşılabilir miydi acaba? Peki 2011 yılının 19 Temmuz’unda, KTHY önünde, Tayyip Erdoğan’ın “stratejik olarak ilgiyim” dediği Kıbrıs’ın “besleme” olarak nitelenen halkına polis tarafından dayak atıldığı sıralarda, ellerinde kara çantalar ve üzerlerinde takım elbiseler, Tayyip Erdoğan ile görüşmek ve ona “doğruları” anlatmak için sıraya giren CTP ve TDP yetkilileri, Tayyip Erdoğan’ın stratejik arzuları ile Kıbrıslı Türklerin onurunu uzlaştırabilmişler miydi bari? Önce Göç Yasası, şimdi onun devamı olan “2013-2015 Ekonomik Programı” ile Kıbrıslı Türk halkının varlığına açıkça meydan okurken AKP sermayesi ve hükümeti, bizim “sol” liberallerimiz, özelleştirme ihalelerinin şeffaf yapılıp yapılmadığını, ya da, nelerin “verimlilik” çerçevesinde özelleştirilip özelleştirilemeyeceğini tartışmıyorlar mıydı? AKP sermayesi ve hükümeti kurşununu sıkmışken, kurşun kalbimize doğru son hızda ilerlerken, sol liberallerimiz “öldükten sonra içine konulacağımız tabut ne renk olsun?” ha-vasında değil miydiler? Abartılı mı bu metafor? Düşünelim… Kurşunu kanıksadığımız için, o kurşunun neleri delip geçmek istediğini kısaca özetleyelim: KTHY tasfiye edildi, Ercan özelleştiri-lecek, limanlar özelleştirilecek, Telefon Dairesi “yeniden yapılandırılacak”, Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu özelleştirilecek, DAÜ üniversite öncesi kurumları özelleştirildi, çalışanların gelirlerini çok büyük ölçüde budayan, çalışanları pek çok özlük hakkından ve güvenceden mahrum bırakan Sosyal “Güvenlik” Yasası geçti (ki bu yasanın ilk adımı CTP döneminde atılmış, mevcut UBP döneminde ise herkesi kapsayacak biçimde genişletilmiştir), parasız bir hak olan sağlık hizmetlerinin ücretlen-dirilmesi, fiyatlandırılması, yani piyasalaştırılması tamamlandı ve saymaya yerimizin yetmediği daha pek çok neoliberal uygulama hayata geçirildi. “2013-2015 Ekonomik Paketi”nde, yani Kıbrıslı Türklerin “troyka”sı Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümeti AKP’nin dayattığı ikinci ekonomik pakette ise, kamuda emeklilik yaşının yükseltilmesinden, sendikaların güçten düşürülmesi ve etkinliklerinin kırdırılması gibi maddeler var. Bilindiği üzere, geçtiğimiz günlerde, “Kıbrıs’tan sorumlu bakan” Beşir Atalay, kktc için, suçlayıcı bir biçimde “sendikalar cumhuriyeti” nitelemesini kullanmıştı.
Bu arada hem “Kıbrıslı milliyetçiliği”ni savunan kesimlere, hem de kurduğu organik bağlar arasında Kıbrıslı Türk sermayesi de olan CTP gibi partilere hatırlatmakta fayda var: “Saf, orijinal ve yerli” sermayedarımız, ‘medar-ı iftihar’ımız Suat Günsel, AKP sermayesi ile ‘aynı sudan içmişiz biz’ şiarında buluşabilmek için, sahip olduğu YDÜ’de, Kıbrıs’ın en büyük camisini yaptıracağını (ki o caminin inşaatında da, ucuz iş gücü olarak sömürdükleri göçmen işçiler çalışacak) ve açılışı da 20 Temmuz’a denk getireceğini yedi düvele ilân etti. Kıbrıs Türk Petrolleri yerli sermayeye özelleştirildi diye rahatlayanlar, DAÜ okul öncesi kurumları “yabancıya gitmesin, yerli sermayeye verilsin” diye çırpınanlar, Suat Günsel’i kaç dakika boyunca alkışlayacaklar acaba? İlahiyat koleji, külliye projesi, kuran kursları (ki sabık CTP Genel Başkanı Ferdi Sabit Soyer’e göre, tenis kursundan bir farkı yoktur) ve adanın dört bir yanında cirit atan tarikatlar; yani topyekûn bir asimilasyon saldırısı ile, Kıbrıslı Türklerin kimliğini, kültürünü, yaşayış biçimini nasıl uzlaştıracak acaba liberaller? Kıbrıslı Türk kimliğine sahip çıkma adına Kıbrıslı milliyetçiliğine yönelenler, Kıbrıslı Türk kimliğini asimile etmede, Kıbrıslı Türk işbirlikçilerin payını görmüyorlar mı? Kültürel olan ile sınıfsal olanın birbirinden ayrı olmadığı, tam aksine iç içe geçtiği, dünyadaki pek çok somut gelişmenin gözümüze ısrar ile soktuğu bir durum değil mi zaten? Kıbrıslı Türk halkının sahip olduğu kurumların, Kıbrıslı Türk sermayesine devredilerek de korunabileceğini düşünenler, Kıbrıslı Türk sermaye çevrelerinin AKP’nin dayattığı paketlere verdiği desteğin farkında değiller mi?
Bir parantez de, bir ‘kurtarıcı’dan kaçıp, başka bir ‘kurtarıcı’ya sığınmaya çalışan, Türkiye’nin işga-linden yakınıp, AB’ye sevda duyan ‘sosyalist’lere açmak lazım. Uzlaştırabilirler mi acaba, Yunan halkının isyanı ile, AB’ye duydukları sevdayı? Yunan halkı bugün AB’nin dayattığı her ekonomik ve siyasi uygulamaya karşı direnirken, yani fiili olarak AB’ye direnirken; bugün “AB’ye girelim” sesini yükseltmek, neyi, neleri meşrulaştırmaktadır acaba? “AB’nin içindeki egemenler için değil, AB içindeki sosyalist hareketler ile yolumuzu birleştirmek için AB’yi savunuyoruz” diye savunduk-ları pozisyonları, bir gün muzip bir AKP yetkilisi tarafından “Biz de kktc’yi ilhak edelim; aman korkmayın, biz kendimiz için değil, bizdeki sosyalistler ile birleşebilesiniz diye ilhak edeceğiz kktc’yi, sadece sizi düşünüyoruz” cümleleri ile karşılık bulursa, söyleyecek ne sözleri kalır geride acaba? Bağımsızlığı, sadece bazı şeylerden bağımsız kalmak olarak düşünmek, hangi ilkesel tavır ile açıklanabilir? Dostları olarak gördükleri Kıbrıslı Elen halkının onuru ile, AB’yi domine eden Almanya’nın şansölyesi Merkel’in danışmanının Kıbrıslı Elen halkı için sarf ettiği “köpek” sözünü nasıl uzlaştıracaklardır?[3]3
“Uzlaştırıcılar”ın ne istediklerinden, ne yaptıklarından yeterince söz ettik. Onları bugüne kadar ge-reğinden çok da dinledik. Basında demeçleri, televizyonda demeçleri, takım elbiseler içinde demeç-leri, Kıbrıslı Türk halkı sokakta direnirken onların meclisteki demeçleri ve “parlamenter” ya da “AB’ci” yolları… Şimdi sadede gelelim, ve
artık, söz söyleme sırası bizdedir diyelim. Söz söyleme sırası bizdedir; çünkü o sözü söyleyecek gücü ve yetkiyi egemenlerden, işbirlikçilerinden, Türki-ye’den, NATO’dan ya da AB’den değil Kıbrıslı Türk halkından alıyoruz; söz söyleme sırası bizdedir çünkü, o sözler, sadece ağzımızdan çıkıp havada buharlaşmıyor; tam aksine o sözler, dilimize varana kadar, çoktan sokaktan ve oradan da yüreğimizden geçmiş oluyor. Biz lafı eveleyip gevelemiyor, Bağımsız Kıbrıs diyoruz; biz, binbir dereden su getirmiyor, Kıbrıs coğrafyasının dereleri egemenlere ve işbirlikçilerine değil Kıbrıs’ın halklarına aittir diyoruz; biz onlarla uzlaşarak değil, ancak onlara rağmen var olabileceğimizi biliyoruz; biz, bıçak kemiği delip geçmeye çalışırken, fazla acıtmasınlar diye yalvarmak, ya da acıtacak başka odaklara sığınmaya çalışmak yerine, “bıçak kemikte” diye haykırıyoruz; biz şimdilik direniyoruz, yarın dirilebilmek için onların yokluğunun üzerinden. Biz, AB değil, ilhak değil, Taksim değil, yabancısından şikayetçi olup yerli sermayeye güvenmek değil, Bağımsız Kıbrıs diyoruz. Biz Baraka Kültür Merkezi olarak, Kıbrıslı Türk halkını, 14 Ağustos’ta Çağlayan Parkı’na, lafı dolandırmadan, AKP’ye ve onun Kıbrıs’taki işbirlikçilerine karşı hep birlikte “Bağımsız Kıbrıs”ı haykırmak için çağırıyoruz.
Dipnotlar:
[1] Necmi Erdoğan, ”Liberal kişilik nedir ? Solla ne derdi vardır?”, Birgün, 20 Aralık 2008
[2] Sınırlar Arasında – Devlerin Satranç Tahtası Kıbrıs
[3] Söz konusu danışman, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB dönem başkanlığına dair, ”sosis deposunun başına köpek getirilirse, bu Avrupa’nın paradoksudur” demişti 2012 Haziran’ında.
* Celal Özkızan
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti