“Millet yaşamaz hakka tahassürle solurken Sussun diye vicdanına yumruklar inerse; Millet yaşamaz meclisi müstahkar olurken İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse; Millet yaşamaz, maşer-i millet boğulurken!” Tevfik Fikret Bir piramit gibi yükselir ezelî sömürü düzeneği. Aşağıdan yukarıya, yoksuldan varsıla, emekten sermayeye, helâlden harama kat kattır. En üsttekilerin korkusu malum; ayakların baş olması. Tüm düzen, […]
“Millet yaşamaz hakka tahassürle solurken
Sussun diye vicdanına yumruklar inerse;
Millet yaşamaz meclisi müstahkar olurken
İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse;
Millet yaşamaz, maşer-i millet boğulurken!” Tevfik Fikret
Bir piramit gibi yükselir ezelî sömürü düzeneği. Aşağıdan yukarıya, yoksuldan varsıla, emekten sermayeye, helâlden harama kat kattır. En üsttekilerin korkusu malum; ayakların baş olması. Tüm düzen, üretenin, yöneten olmasına engel olacak örgütlenmeler üzerinden şekillenir ve geliştirilir. “Yasa”lar yazılır, halkın iktidar yürüyüşüne önceden hazırlanmış bir yığın barikat…
“Felek, ne cömert, ne aşağılık insanlara!
Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara.
Kendini satmayan adama ekmek yok
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!” Hayam
Namussuza müteveccih, vicdana mütecaviz düşman!.. Yaklaşan isyanın dehşetinden kork!
Kork, ekmeksiz koduğun işsizin cebindeki utanç ve kinden. Sefalet kamplarında katlettiğin işçinin kederli cesedinden, dul bıraktığın annenin lânetinden, yetim büyüyen yavrunun gözlerinin kilitlendiği intikam saatinden kork!
Kork!
Siftahsız günü kapatan esnafın inen kepenginden, emeğine karşılık bir avuç küfür sunduğun köylünün alın terinden, adalet istediği için bir çırpıda işten atıverdiğin memurun kaynamayan tenceresinden, sınavlardan başını kaldırıp da hayata karışamayan öğrencinin gülmeyen yüzünden, doğurmasından başka bir görevi olduğunu düşünmediğin kadının “isyan!” sesinden, senin aşağılık paracıl düzenin yüzünden sokaklarda yatan çocuğun ciğerine çektiği o tinerden, askerde “adam ediyoruz!” diye diye en temel insanî hislerinden soyutlamaya çabaladığın gencin yiten aklî dengesinden, günde on sekiz saat çalışan set emekçisinin modern köleliğinden…
Kork!
Karadeniz’de onur ve öfke gibi dalgalanan Mustafa Suphi’den, Nâzım’ın yedi yüz seksen üç kilometre karelik upuzun şiirinden, direnen her yürekte sıkıca kavranmış bir thompson olan Mahir’den, başkaldırının gülen yüzü İbo’dan, devrimin her daim genç, çevik ve coşkulu örgütleyicisi Deniz’den, darağacında İlyas’tan, Necdet’ten, Erdal’dan, Kadir’den, Ramazan’dan, Seyit’ten, “varsa cesaretiniz gelin!” haykırışında İstanbul’u çınlatan Sabo’dan, Bayrampaşa’da diri diri yaktığın tutsakların yanık et kokusundan…
Kork!
Kürdistan’ın başı dik sıradağlarındaki çoban ateşlerinden.
Kork!
Ev hapsine tıktığın dillerin dirilişinden…
Kork!
Kelepçe vurduğun dereden, doldurduğun denizden, tohumdan, fidana, fidandan ağaca, ağaçtan ormana, ormandan da rant alanına dönüşen doğadan..
“Sivrisinekler, memnun ve neşeli…
Bekliyoruz, ne zaman kesilecek bu vızıltı?
Bekliyoruz,sıkıntılı,sinirli ve mutlu.
Bir bekleyiş bu…
Hepimiz biliyoruz ki repertuarları bitiyor sivrisineklerin.” Mahir Çayan
Ey bu rezil ve kâbus zifirde mutlu ve şefkatli aydınlığa hasret halk!..
Zulmün ağa babalarının, ülke şafağında güneşin kızıl şavkı belirdiği vakit senden ilk isteyecekleri şey “adalet” olacak.
Ve sen onlara istediklerini elbette tereddütsüz vereceksin!
İsmail Güney Yılmaz